İmam-Hatip Nesli’nin, her fırsatta, temcid pilavı gibi, ileri sürdükleri iki argüman’dan birisi, “Süleyman Efendi Hazret’lerinin talebesi ve müntesipleri, İmam-Hatip neslinin arkasında namaz kılmazlar”, bir diğeri de, “bunlar, İmam-Hatip Nesli’ne, ‘İmam-Hatap,’ derler.” İleri sürülen birinci argüman, defa’atle ve muknî bir şekilde, cevaplandırılmıştır.

“İmam-Hatap,” terkibinin çıkış noktası nedir? Bu ta’bir-terkibi, ilk def’a kim kullanmıştır, kullanış sebebi nedir? Burada, ilk def’a olarak, bütün tafsilatıyla anlatacağım;

Devrin Büyüğü, Muhterem Merhum, Kemal Kacar Beyefendi, Sarf-Nahiv İlmi’ne bihakkın, vakıf idiler, kelimelerle oynamayı çok severdiler. Adeta, bir kuyumcu titizliği ile, harflerle, kelime’lerle oynar, kelimeler, cümle’ler, terkipler, ta’birler üzerinde beyin jimnastiği, zihin egzersizi yapardı...

Hafta sonları, İstanbul, Üsküdar, Kısıklı’daki Ziyarethane’ye gittiğimizde, Merhum Büyüğümüz, Kemal Kacar Beyağabeyimiz, o tarihlerde, bulunduğumuz meclis’lerin yaşça, en küçüğü olduğum için, bu fakiri muhatap alarak, benim şahsımda, orada bulunanlara, bir sual tevcih eder, karşılıklı olarak, beyin jimnastiği, zihin egzersizi yapardık. Zaman zaman, Ziyarethane’ye, Mustafa Özaltın Hoca’mızla beraber giderdik. Hürmeten, kendisine yüksek sesle selam vermezdik, ama kendisi, “ve aleyküsselam ve rahmetü’llahı ve berekâtühü,” diyerek, selamımıza mukabele ettikten ve oturmamız için yer gösterdikten sonra, oturur-oturmaz, hemen, Akkoca, söyle bakalım, “Bilindiği gibi, “Mustafa” gayr-i münsarif bir kelime’dir. Siz, şimdi buraya iki Mustafa geldiniz, müfredi,(tekili), Mustafa olduğuna göre, tesniyesi, ikiliği, ne olmalıdır? “Vav” eki mi, ya da “Ya” eki mi almalıdır?...

Bendeniz, “Efendim, Ma’lum-u Âlî’niz, “Mustafa” kelimesi gayr-i münsarıf bir kelime olması i’tibariyle, başka yerlerdeki emsaline bakar ona göre “VAV” veya “Ya” ekiyle tesniyeleştiririz.

Kur’ân-ı Kerim, Sad Suresi, (38/47) ayeti Kerime’sinde “Ve innehüm ındena le’mine’lmustafeyne’l ehyâr.” (Doğrusu onlar bizim katımızda seçkin iyi kimselerdendir.) “Mustafa”nın cem’i (çoğulu,), “Ya” eki almış olduğundan, tesniyesinin de “vav” eki yerine, “Ya” eki alması gerekmektedir. Öyleyse, “Mustafavani” değil, “Mustafayani,” olması gerekir,” dedim.

Bundan sonra, her ne vakit, Mustafa Özaltın Hoca’mız’la Ziyarethane’ye, beraber gitmiş isek, Beyağabey, “Geliniz bakalım, Mustafayan,” diye hitap ederdi. Konya-Seydişehir’den bir hemşehrilimiz daha vardı. Devrin Hocapaşa Camii İmamıydı, kendisi, Beyağabey’in talebe’sindendi. Mustafa Hoca... Bizler gibi her hafta gelenlerden değildi, ama, bayramlarda, mutlaka, ziyarete gelirdi. Mustafa Hoca geldiğinde, eğer bizler de oradaysak, Beyağabey, “İşte, şimdi oldu, “Mustafayan” tamamlandı, “Mustafayn,” oldu, buyururdu.

İmam-Hatip Okulları, ilk me’zunlarını 1959-1960 ders yılında vermeye başladılar. Türkiye’de açılan ilk Yüksek İslam Enstitü’sü, İstanbul Yüksek İslam Enstitü’sü, Merhum, Tevfik İleri’nin Maarif Vekili olduğu, 1959-1960  Eğitim ve Öğretim yılında açılmıştı. İlk me’zunlarını, 1963-1964 yılında vermiştir.

Liyakat ve ehliyeti esas alan, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından açılan, müftülük-vaizlik imtihanlarının sonuncusu, 1963 yılının Mayıs ayının üçüncü haftasında yapılmıştır. 1965 yılının Temmuz ayında mer’iyyete alınan, Diyanet İşleri Reisliği, Kuruluş ve görevleri hakkındaki 633 Sayılı kanun, liyakat ve ehliyet yerine, diploma’yı esas aldığı için, İmam-Hatip Nesli, İmam-Hatip Okulu, Lise kısmı me’zunları ile, İstanbul Yüksek İslam Enstitü’sü me’zunları, Diyanet İşleri Reisliği’nin boş bulunan müftülük-vaizlik kadrolarına ta’yin edilmeye başlanmıştı.

Ziyarethane’deyiz. Benim gibi daimî müdavimlerin yanında, iki-üç kişi de, Anadolu’dan gelmiş misafir vardı. Beyağabey teşrif ettiler, sohbet başladı, hal-hatırdan sonra, Anadolu’daki küçük ilçe’lerden birisinden gelmiş, Süleyman Efendi Hazret’lerinin talebesi ve müntesiplerinin muzahir olduğu, Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı, Kur’an Kursunun, resmî muallimi...

Beyağabey sordu. Kaç talebeniz var, herhangi bir sıkıntınız var mı?

“Efendim, yıllardır, çok rahat şartlarda faaliyetlerimizi devam ettiriyorduk. Kimseden bir şikayetimiz yoktu, huzur içinde derslerimize devam ediyorduk. İlçe’mize yeni bir müftü ta’yin edildi. Kendisi İmam-Hatip Okulu me’zunu... Müftü Efendi, C.Savcılığı’na Kursumuzu şikayet etmiş, “Bunlar, Atatürk düşmanı, Cumhuriyeti yıkıp, yerine bir İslam devleti kuracaklar, “Kur’an okutuyoruz,” diyorlar, ama, asıl Arapça kitaplar, sarf, nahiv, fıkıh, kelam, akaid, usul-ü fıkıh, hadis ve tefsir kitapları okutuyorlar,” diye, Müftülük mührünü basarak bir şikayet dilekçesi vermiş... Savcılığın ta’limatıyla, Jandarma ve polis güçleri tarafından, esrar tekkesi basar gibi kursumuz basılmış, köşe-bucak her bir yer didik didik, aranmıştır. Arapça kitaplarımız müsadere edilerek alınıp-götürülmüş ise de, bir-kaç gün sonra “suç delili ve suç unsuru olmadıkları,” kanaatine varılarak tarafımıza iade edilmişlerdir.

Beyağabey, “Fe Süphane’llah!” dedikten sonra, “Söyle bakalım, Akkoca! Allah’ın dini’nin öğretildiği, şer’î ve İslamî ilimlerin tedris ve tahsil edildiği bir müessese’yi, yalan, iftira ve buhtan’larla, C.Savcılığı’na ihbar eden, şikayet eden, bir müftü... İmam-Hatip me’zunuymuş, İmamlık nerede, Hatiplik nerede, üstelik bir de müftü!... Bu kişi, İmam da olamaz, Hatip de olamaz, müftü de olamaz, olsa olsa, “İmam-Hatap,” olur.

Görüleceği gibi, “İmam-Hatap,” terkibi, ta’biri, münhasıran, bu kişi için kullanılmıştır. Asla ve kat’â, başka İmam-Hatip me’zunları için, İmam-Hatip nesli için söylenmemiştir, asla böyle bir kasıd yoktur. Bir cümle’nin, bir terkibin delaleti için öncelikle sebebi vüruduna bakılır. Kim için söylenmiştir, niçin söylenmiştir.

Öyle anlaşılıyor ki, bu sohbette bulunanlardan birisi, mevzu’u hikaye etmiş, hikayeyi duyanlar başkalarına hikaye etmiş böylece, mahdud sayıda kimselerin bulunduğu bir meclis’te yapılan bir beyin jimnastiği, zihin egzersizi, maalesef, uzun yıllar, bir münaferet sebebi olarak zihinlere kazınmıştır.

50 yıldır, mevzu’un gündemde tutulmasının sebebi, ma’alesef, İmam-Hatip Neslinin kendisidir. İki İmam-Hatip’li, karşılaştığında, istihza olarak veya birbirleriyle şakalaşmak için, “Selamün aleyküm, ey İmam-Hatap,” diyordular.

Hani, “Çocuklar Duymasın,” dizisinin bir seyyar pilavcı Tayyar’ı var. Pek çok yemeği ilk def’a, kendisinin yaptığını, yemeklerin ismini de ilk def’a kendisinin verdiğini iddia eder, “Hamburgeri ilk def’a ben icad ettim, adına da “Hamburger,” dedim, patladı gitti, herkes, “Hamburger,” demeye başladı,” diyor, ya, aynen bunun gibi, bu ta’biri, İmam-Hatip nesli patlatmış ve sürekli gündem’de tutmuştur.

İmam-Hatip Nesli, “Bizim aramızdan böyle müftüler, İmam-Hatipler çıkmaz, çıkmamıştır,” diyebilirler. Sabrediniz, nokta atışı, bu müftüleri, isim, mekân, vak’a vererek açıklayacağım...