9- Tasavvuf İlmi:

İnsanların asıl sâadetleri nefislerini tezkiye imle manevî kurbiyete nâiliyetten ibârettir. İslâmiyet’in birinci gâyesi de beşeriyet için bu sâadeti temin etmektir. Bu husûs ile başlıca uğraşan ilim ise tasavvuffdur. Fenâ, Bekâ, Huzur, Havf (korku), Heybet, Üns, Vahşet, Kabz, Bast, Zâhir ve Bâtın gibi ilmi tasavvuf ıstılahlarını teşkil eden kelimelerini, tabirlerini Kur’ân-ı Mübîn’in pek kudsî bir sûrette ihtiva ettiği görülmektedir. Bu cihetle Kur’ân-ı Kerim tasavvuf ilminin de en birinci mehazı olmuştur. Bu husûsta, “O ilktir, sondur. Zâhirdir, bâtındır. O, her şeyi bilendir.” (Hadid 57/39) Âyet-i Celîlesi’ni zikretmek kifâyet eder. Şunu da ilâve edelim ki, tasavvuf Ka’lden ziyade, Hâl’e âit bir ilimdir. Tasavvuf nâmına söylenilen her söz doğru değildir. Tasavvufun asıl mi’yârı (Terazîsi) Kur’ân’dır, şer’î hükümlerdir. Biz esâsen bunlar ile mükellefiz, selâmetimiz, saâdetimiz bunlar ile kâimdir. Binaen aley Kur’ân-ı Mübîn’e, Şer’i Şerif’in açık, zâhir olan mukaddes hükümlerine uymayan sözler, teviller, bütünüyle bâtıl şeylerdir, hakikî tasavvufla asla alâkası yoktur... Evet... İslâmiyet’in hüviyeti tamâmen açıktır, sarihtir. Bunda gizli kapalı esrârengiz hiçbir şey yoktur. Buna muhâlif olan herhangi bir tasavvuf mesleği, ayakların kaymasıdır, ki bundan kaçınılmalıdır...

10- Havâs İlmi:

Malûmdur ki, Allâhu Teâlâ bazı şeylere, bazı zâtlara bir takım hassalar faydalar, meziyetler vermiştir. Gözleri hakikatlere açık olan, yakînen bilirler ki, bu maddiyât âleminin üstünde bir de maneviyât âlemi vardır. Bu maddiyât sâhasındaki sayısız hâdiseleri vücûde getiren ilâhî kudret, maneviyât âleminde de nihâyetsiz şuûne=olurlara vücud vermektedir. Bu manevî şuûn’un varlıkların tecelliyâtı husûsunda ise Kur’ân âyetlerinin pek lâtîf tesirleri vardır ki, bu da Kur’ân-ı Kerim’e Allâhu Teâlâ tarafından tevdi edilmiş hassalardan meziyetlerden ibârettir. Bu cihetledir ki, bir kısım hastalıkların, rûhî hâdiselerin zevâ ve inkişafı babında Kur’ân âyetlerini okumanın hep muciz tesirleri görülmektedir...

Bu cümleden olmak üzere; Fâtiha, Muavvezeteyn (Felak ve Nâs), Sûrelerinin, Âyetü’l-Kürsî’nin ne büyük hassaları olduğu ehlince malûmdur. Bir hadis-i Şerif’te: “Fâtihatü’l-Kitâb, ölümden başka her şey için şifâdır,” buyrulmuştur. İbn-i Mesûd’un rivâyet ettiği bir hadis-i Şerif’e nazaran bir zât, Huzûr-u Nebevî’ye gelerek: “Yâ Resûlâ’llah, bana bir şey talim et ki, Hak Teâlâ o sebeple beni faydalandırsın.” diye rica etmiş, Resûl-i Ekrem Hazretleri de: “Âyetü’l-Kürsî’yi oku; çünkü bu âyet, seni ve senin zürriyyetini, hâneni, hatta hânenin çevresindeki evleri de korur..” buyurmuştur.

Ebû Said İbn-i Mualla radiya’llâhu anh’den rivâyete göre şöyle demiştir; Ben bir kere Mescidde namaz kılarken, Resûlullah salla’llahu aleyhi ve selem beni çağırmıştı. Ben de icâbet edememiştim. (Namazdan sonra vardığımda): “Yâ Resûla’llâh namaz kılıyordum (geç icâbet ettim) diye itiraz ettim. Bunun üzerine Resûlullâh; Allah (Kur’ân’da): “Ey müminler sizi Resûlullah kendinize hayat verecek şeylere davet ettiği zaman Allah ve Resûlü’ne icâbet ediniz!” buyurmadı mı? dedi. Sonra Resûlullah bana: - Ey Saîd, sen bu mescidden çıkmazdan önce sana muhakkak bir sûre öğreteceğim ki, o, Kur’ân’daki sûrelerin (sevâb cihetiyle) en büyüğüdür buyurdu. Sonra elimi tuttu, Mescidden çıkmak istediği sıra ben: “Yâ Resûla’llâh! Sana bir sûre öğreteceğim ki o, Kur’ân’daki sûrelerin en büyüğüdür, demedin mi? dedim. Resûlullâh: O sûre, “Fâtiha” Sûresidir ki, namazlarda tekrar olunan yedi âyet ve (bana ihsan olunan) Kur’ân’dır buyurdu. (Sahih-i Buhârî Muhtasarı, Tecrid-i Sarih, ikinci baskı, cild 11/36) (Râvî Ebû Saîd Resûl-i Ekrem’in davetine icâbet etmenin namaz haricine âit olduğunu sanarak namazını tamamlayarak huzûra gelmiş ve itiraz etmişti. Resûl-i Ekrem Enfâl Sûresi âyetini okuyarak namaz kılanın da Resûlullâh’ın davetine icâbet etmesi lüzûmunun Resûl-i Ekrem’e ait bir husûsiyet olduğuna işâret etmiştir. Fâtiha’nın Kur’ân sûre’lerini en büyüğü olması sevâb cihetiyledir. Fâtiha’nın sevâbı öbür sûrelerin sevâbından çoktur demek, yoksa bizâtihî Kur’ân olmak ve Allah Kelâmı bulunmak cihetiyle Kur’ân-ı Kerim’in sûreleri ve âyetleri arasında fazilet fark çoktur demek, yoksa bizâtihî Kur’ân olmak ve Allah kelamı bulunmak cihetiyle Kur’ân-ı Kerim’in sûreleri ve âyetleri arasında fazilet farkı yoktur.)

Bu hadis’in bir başka mühim noktası da, “Fâtiha’ya, sebu’l-mesânî adının verilmesidir. Seb, yedi sayısının adıdır. Fâtiha da bütün ulemanın ittifakıyla yedi âyettir. Mesânî Mesnâ’nın cem,=çoğuludur. İki çift ve mükerrer demektir. Fâtiha’nın okunması namazın her rekatinde tekrarlanıp ilâve okunan sûre ile çiftlendiği için, “mesânî” denilmiştir. Hicr Sûresinin 87.âyetinde: “Habibim, biz sana mükerrer okunup katlanan yedi (âyetli Fâtiha) ile büyük kur’ân verdik” buyrulmuştur.

Yine Buhârî, bu babda Ebû Hüreyre’nin şu hadisini rivâyet ediyor: Resûl-i Ekrem Efendimiz buyurmuş ki; “İmam namazda Fâtiha okurken, “Gayri’l-mağdûb-i aleyhim vele’d-Dâllîn,” deyince ey cemaat siz de: Âmiiin, deyiniz! Her kimin Âmiin, demesi, meleklerin Âmiiin, demelerine uyarsa onun geçmiş bütün günahları mağfiret olunur.

Burada, teberrüken, Buhârî’nin, Fâtiha-i Şerife hakkındaki muhtelif rivâyetlerinden ilham alarak, Merhum, Mütercim ve Şârih, Dersiam, Prof.Dr.Kâmil Miras Bey’in, Fâtiha Sûresinin tercüme ve meâlini büyük bir memnûniyetle, minnet, şükran ve hasretle, kendisine Rabbimin vâsî rahmetini niyaz ederek alıyorum.

“Hamd Allah’ın, O, âlemleri nizamlayan. Çok esirgeyen, koruyan. Cezâ gününün sâhibi. Allah’ım yalnız sana ibâdet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz. Allah’ım bizi doğru yola hidâyet eyle. O, kendilerine ihsan ettiğin müminlerin yoluna. Hışm olunanların değil, sapkınların da değil...

Tefsir-i Kebîr sahibi, İmamü’l-Müfessirîn, Fahru’d-Dîn-i Râzî, tefsirinde, başta, Haz.Ömer, Haz.Ali, İbn-i Mesu’ud ve Ebû Hüreyre olmak üzere, müfessirlerin ekserisi, bu sûre’ye “Fâtihatü’l-Kitab” demişlerdir. Yine bu müfessir ve muhaddislere göre, Nebî salla’llahu aleyhi ve sellem Efendimiz: “Fâtiha’yı okumuş ve bu “Sebu’l-mesânî’)dir, buyurmuştur. (Bu hadis-i Şerifi, Ebû Hüreyre radiya’llâhu anh. rivâyet etmiştir.)

Fâtiha sûresi, niçin “Sebu’l-mesânî,” diye tesmiye edilmiştir? Evveliyyetle, Fâtiha Sûresi, yedi âyetten müteşekkil bir sûre olduğu için, “Mesânî,” denilmesinin sebebleri ise: namazların bütün rekatlerinde, başka bir sûre inzımam edilsin, edilmesin okunduğu, her rekatta okunup bir başka sûre ilâve olunduğu, Fâtiha Sûresinin âyetleri iki kısma ayrıldığı, Peygamberimizden rivâyet olunan bir Hadis-i Kudsî’ye göre, Peygamberimiz buyurdular ki, “Allâhu Te’âlâ Hazretleri buyurdu ki, “Namazı benimle kulum arasında iki yarıya ayırdım,” Hadis, Meşhûr bir hadistir. Yine Fâtiha, senâ=medih (övme) ve du’â olarak iki kısımdır. Birinci kısım, Rubûbiyyet hakkı, senâ, ikinci kısım, ubûdiyyet hakkı, du’a, ayrıca, Fâtiha-i Şerife, bir kere ilk nazil olan âyetler ve sûre’ler arasında Mekke’de, ikinci olarak Medine’de olmak üzere iki kere nazil olduğu için bu isimle isimlendirilmiştir.