Her yazının başına otururken neden böyle oluyorum? İçimde fırtınalar kopuyor birde dışarda şiir havasında hırçın rüzgâr ve yağmur sesi… Satırlara dökmesem delireceğim yine içimdekileri. Bu güne kadar yüzlerce kitap okumuşumdur, beyin fırtınaları yapmışımdır, izleri silinmeyen tek bir klasik var beynimde SUÇ VE CEZA  “DOSTOYEVSKİ” tıkandığım anda aklıma gelen o satırlar…

Belki sizlerde çoğu kez kitap okudunuz. Kaçı aklınızda? Kaçıyla ilgili bir muhabbet açıldığında, okudum ama tam olarak hatırlayamıyorum şuan demek zorunda kalıyorsunuz? Muhtemelen birçoğunuz. Suç ve Ceza okuyanlarınsa söyleyeceği en ortak şey, kuşkusuz bugün bile hatırlayabilmeleridir. Çünkü bu romanı ikna edici ve tamamlayıcı anlatımı, yaşanmışlığı, temposu, karakterleri, muazzam psikolojisi ve derin felsefesi nedeniyle bütünüyle algılayarak okuyorsunuz. Hatta yaşıyorsunuz oralara gidiyorsunuz anı yaşıyorsunuz. Gerçek hayatınızdan kesitler mevcut. Sonra bir ampul yanıyor beyninizde. İnsanların sizin hakkında kendi kendine yeten, çalışkan, o iyidir hoştur, arkasında toz bırakmadan yürüyen, örnek gösterilen, akıl danışılan insanı insanlıktan çıkarıp bir kuklaya dönüştürecek düşünceler ve daha birçok şeydir kesin o yanan ampul. Peki, bu bendeki ve sizdeki sabrın sebebi neydi? Adaletsiz dünyada susmak neye çareydi? Sizin hakkınız, hukukunuz, davanız Allah katında doğruluğu ispat edilmiş!  Nasıl bu hayattaki oyunların karşısında susarak izlemeye müsaade ettiniz. Ettiniz mi? Evet ettiniz ‘’ALLAHA’’ havale ettiniz. Raskalnikov değiliz biz(!) 700 sayfalık pardon 704  bu klasik size, “Raskolnikov’un yerinde olsam ne yapardım” sorusunu defalarca sorduruyordur eminim. Ve defalarca yanıtlıyorsunuz. Ampulü yakmışsınız bir defa kapatana kadar mücadele veriyorsunuz. Yani ben yaptım öyle belki kuşkuya düşerek, kafanız karışarak, anlamayarak, zorlanarak… İtirafında da çok akılcıdır karakter. Kendini ispata çalışmak enteresan bir kişiliğe dönüştürüyor insanı der! Bunu ne para ne de itibar için yapar aslında Raskalnikov. Sadece “dev karınca yığınının bir parçası” olmadığını kanıtlamak ister. Bazı satırlarda “ahlâki, vicdani herhangi bir nedene dayanmaksızın, yalnızca kendim için öldürmek istedim!” der üstüne basa basa. Hiç pişman değildir. Maddi olanaklara ya da iktidara kavuşmak ve böylece insanlığa yardım etmek değildir amacı. Ailesine daha iyi bir gelecek sağlamak için de işlememiştir bu cinayeti. Öğrenmek istediği tek bir şey vardır: “Ben de herkes gibi bir bit miydim, yoksa bir insan mı?”. Bu düşünceler yiyip bitiriyor bu psikolojide olundukça, içinde insanlığa dair her şey bitip tükeniyor. Hisleriniz bitiyor içinizde. Çünkü çok akıl, çok mantık işi. Ne anı yaşayabiliyorsunuz, ne de gerçekten siz olabiliyorsunuz. Bir karakter çiziyorsunuz kendinize, kendini güçlü hissetmek için neler yaptıysan ona göre şekillendiriyorsunuz.  

Neyse kitabın sonunda hiçbir suçun cezasız kalmayacağını hayali karakterde zaten görüyoruz. Titizlikle sakladığı kusursuz olan suçunu ve içinde yaşadığı her şeyi bir bir vicdan azabıyla itiraf ediyor. Çok akıl mantık öteside şudur! Vicdan azabı vardır, ama pişman değildir. Tamam tamam buraya kadar çok fazla gitmeyeceğim ileriye derin sular… Ez cümlemi kondurup yatayım, DOSTOYEVSKİ kalemi çok güçlü, Rus asıllı bir duayen. Bu romanı yayınladıktan sonra bazı araştırmacılar dava açar şikâyet sebebi şudur; hayali değil, yazar kendinden, geçmişinden esinlenmiştir, mutlaka cinayet geçmişi var diye! Güme gitmeyelim ASLI şimdi bitireyim cümlelerimi! Okumadıysanız mutlaka tavsiyemdir, muhteşem bir dünya klasiğidir… Kitabı okuduktan sonra tekrar okuyun bu köşemi. Kendinizi bulduğunuz satırları sorgulama hususunu bizzat görüşelim. Vicdanımızın verdiği huzurla çok şükür, pişman olmadıklarımızla da pek şükür diyerekten satırlarıma son vereyim sanırım yaşlanıyorum uykusuzluğa dayanamaz oldum. Yazına döktüğüm anlar 03:32 masa başımdan bildiriyorum.

Sevgiyle…