SOHBET!..
Mustafa AKKOCA
Sohbet, sahâbe mastarından türeyen, sâhip, sıhâp, sahbân gibi kelimelerden birisidir; Sahâbe, Peygamberimizle sohbet etme mazhariyyetine ermiş kutlu insanların ismi olmuştur. Bazıları, Sahâbe'ye sahâbî'in cem'i (çoğlu), olduğunu söylemişlerdir.
Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre, dostça, arkadaşça konuşarak hoş bir vakit geçirme, söyleşi, yarenlik, hasbıhâl: "Biraz evvelki sükûtü şimdi hareketli bir sohbet tâkip ediyordu", "Herkesi alâkadar edecek sohbetin anahtarı bulunamıyordu."
Sohbet mastarından türetilen kelimelerden bazılarının bu manaların dışında başkaca manalar ifade ettiği de bir vakıadır; Sohbetten türetilen ism-i Fâil, "Sâhip", kelimesinin refik (arkadaş) manasına geldiği gibi...
Cenab-ı Hakk, Kur'ân-ı Kerim'de, "Eğer siz ona (Resûlüllâh'a) yardım etmezseniz (bu önemli değil!); O'na Allah yardım etmiştir; Hani, kâfirler O'nu, iki kişiden biri olarak (Ebû Bekir ile birlikte Mekke'den) çıkarmışlardı; hani onlar mağaradaydı; O arkadaşına, üzülme, çünkü Allah bizimle beraberdir, diyordu. Bunun üzerine Allah O'na (sükûnet sağlayan) emniyyetini indirdi, onu sizin görmediğiniz bir ordu ile destekledi ve kâfir olanların sözünü alçalttı. Allah'ın sözü ise zâten yücedir. Çünkü Allah üstündür, hikmet sahibidir." (Tevbe 9/40)
(Hicret sırasında müşrikler tarafından ısrarla ta'kip edilen Hz. Peygamber Salla'llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz ve Haz. Ebu Bekir (r.a.) bir ara Sevr mağarasına sığınmışlardı. Müşriklerin ayak seslerini duyuyorlardı Hz. Ebu Bekir (r.a.) korkmuştu. Rivâyete göre müşrikler, mağaranın girişindeki örümcek ağı ve güvercin yuvasını görünce, içeride kimse yoktur, diye bırakıp gittiler.
Ağustos 1970 yılında ilk def'a olarak çıkardığımız haftalık Ufuk Siyâsî Gazetesi'ndeki benim sütunumun adı "Sohbet" idi. Kasım 1971'den itibâren imtiyaz ve yayın hakkını devraldığımız, Bâbıâlide Sabah Gazetesi'nde muhtelif tarihlerde yazdığım yazıların sütun başlığı, eskiden "Serlevha" denilirdi, yine "Sohbet" idi.
2001 yılından itibâren aralıksız yazdığım elinizdeki gazetenin bana ait sütûn başlıklarından birisi, "Cum'a Sohbeti" dir. Daha ziyade günlük politik yazılar yazdığım sütunun başlığı da "Tespitler" dir.
Sohbet, Asr-ı Saâdeti, bütün asırların en hayırlı zamanı yapandır.
Sohbet, Sevgili Peygamberimizin amcası, aynı zamanda süt kardeşi olan Allah'ın Arslanı (Esedü'l-Allah), Haz. Hamza'yı Uhud'da şehid eden, bilâhere İslâm ile şereflenen, Haz. Vahşî'yi, ömrü boyunca bir kerre görmek ve sohbetlerine mazhar olmak şerefine ermesine rağmen, O'nu, sahâbe'den sonra bütün ümmetin, Tâbi'î'nin en faziletlisi sayılan Haz. Üves el-Karnî'den faziletli kılandır. Abdullah bin Mübâreke sorarlar, Tabi'î'nin en faziletli şahsiyetlerinden birisi olan, Emevî hükumdarlarından Ömer bin Abdülazîz mi faziletlidir, yoksa Hazret-i Muaviye (r.a) mı?
Abdullah bin Mübârek cevaplandırır, "Allah'a yemin ederim ki, Resûlüllâh salla'llâhu aleyhi ve sellem Efendimizle beraber çıktğı muharebelerden birisinde, atının burnuna giren tozlar, Ömer bin Abdülaziz'den daha faziletlidir" buyurur.
Ashab-ı Kiram'ı, bir bütün olarak Peygamberlerden sonra insanlığın en hayırlısı, en şereflisi kılan şey, çok ibâdet etmeleri, çok zikretmeleri, çok çok nafile ibadetlerde, sadaka ve infakta bulunmaları değildir. Namaz farz kılındıktan sonra bir yıl, altı ay gibi kısa süre ibadet ettikten sonra şehid olanlar vardır. Ömründe bir kerre olsun farz olan Ramazan ayı orucunu tutamadan ahirete intikal edenler vardır.
Öyleyse, ashabı, kendilerinden sonra gelen tabiîn, Teba-i Tâbiîn, nihayette bile nâil olamayacakları yüksek mertebelere, henüz başlangıçta ulaştıran şey, sır, Sevgili Peygamberimizin asrında yaşamış olmak, bununla birlikte kendisini görmek, bir def'a bile olsa sohbetlerine mazhar olmaktır. Nîce insanlar da vardır ki, Kâinatın Efendisine muasır oldukları halde, kimisi iman etmemiş, iman etmiş olsalar bile ba'zıları da, (Üveys el-Karnî gibi) sohbet etme şerefine nâil olamadıkları için ashabın mertebesine asla yükselememişlerdir.
Tasavvuf, Mâverâü'ş-Şerîa'dır (Şerîat ötesi), yânî şer'i Şerif'in bütün emirlerini, yasaklarını mehmâ imkân, yerine getirdikten sonra, nefis terbiyesi bakımından, riyazâtı veya Ruh-i Melekî'yi takviye ederek nefsi alçaltma yoludur.
Riyâzât ile nefis terbiyesine kalkışmak, elinde hiçbir engelleyici âlet ve edevât olmadan kral kobra ile mücadele etmeye benzer ki, bu cidden zor bir iştir.
Kral kobra, daha ziyâde Hindistan'da yaşayan çok zehirli bir yılan çeşididir, çok sıkıştırıldığında beş-altı metre mesafeden bir insanı, hatta bir fili anında öldürebilecek miktarda zehir tükürmektedir. Kurtuluşun tek çâresi, böyle bir zehirli yılanla aslâ karşı karşıya gelmemek, imkânlar dahilinde uzak kalmaktır. Ancak, Nefs-i Emmâre (bizlere şiddetle kötülükleri emreden) nefsimiz, içimizde derunumuzda, özümüzdedir. Onun şerrinden tek başımıza korunmamız, tek başımıza onunla mücadele edebilmemiz neredeyse imkânsız gibidir.
Sevgili Peygamberimiz bir dualarında: "Allah'ım beni nefsime göz açıp yumuncaya kadar, hatta ondan daha az bir zaman için bile bırakma," buyurmuştur. Tasavvufta nefis terbiyesi, bir mürşid-i Kâmil ve Mükemmil'in eteğine yapışmadan, bir müceddidi kendisine vesîle yapmadan, yalnız başına, riyâzât ile, zikir ve tesbih ile aslâ mümkün değildir.
Tasavvufta, mürîdler vardır, sâlikler vardır, Seyr-i Sülûk vardır. Tabiî ki, bir de murâd vardır. Gerçek manâda murad olanı bulamayan mürid ve sâliklerin gayretleri ve çabaları ne nisbette olursa olsun, bu vadide terakkî etmeleri imkânsızdır.
Mürîd, sâlik, Allah'ın lütfu, keremi ve fazlıyla ve de ezelî nasibiyle bir hakîkî murad, mürşid-i Kâmil ve mükemmil bulmuş ve onun eteklerinden yapışmış kendisine vesîle kılmışsa, bağlılığı, sadakati ve ihlası nisbetinde füyûzât-ı İlâhî'den, Nur-u Muhammedî'den azamî derecede istifade eder. Tekâmül (olgunlaşma) râbıta ve zikr-i Kalbî ile husula gelse de, murad'ın Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil'in, ya da müridlerden ehil olanların sohbetleri bu tekâmülü hızlandırır ve tamamlar.
İrşâd'a ehil ve salahiyeti olmayanların sohbetleri ise tekâmül şöyle dursun, tekâmüle istidadı olan müridleri bile maalesef geriye götürür.
İmam-ı Rabbânî Müceddid-i Elf-i Sânî Hazretleri, Mektubat'ında, sık sık irşada ehil olmayan, aslında kendisi irşada muhtaç olanların sohbetlerinin "Semmi Kâtil" (öldürücü zehir) olduğunu tekrarlar.
Uzun yıllar önceydi, kendisi bizzat Nefs-i Emmâre'nin heykelleşmiş bir timsali olan bir zat şeyhlik iddiasındaydı, yâni gerçek manada şeyh'lik şöyle dursun, mürid olma vasfında bile olamayan bir müteşeyh, (şeyh taslağı) İstanbul'un tarihî camiîlerinden birisinde müridlerine sohbet ediyormuş, kıramadığımız birisi, falanca hoca, Bayezid Camiî'nde öğleden sonra ihvana sohbette bulunuyor, önemli bir işiniz yoksa beraberce kısa bir müddet de olsa bu sohbete katılabilir miyiz?, dedi. Dostumuzu kıramadım, Bayezid Camiî'nin yolunu tuttuk. Hocaefendi, 8-10 kişilik bir grupla sohbet ediyordu. Fakat o da ne! Hem hocaefendi, hem müridler kahkaha ile gülüyorlardı. Hocaefendi müridlerle sohbetinde sık sık, belden aşağı konuşuyordu. Sözlerinden zaman zaman, hanım müridelerle de sohbet ettiği anlaşılıyordu. Dedi ki, "Geçenlerde hanımlarla sohbet esnasında, cennet nîmetlerinden bahsederken, Cenab-ı Hakk'ın, cennette erkeklere bilmem şu kadar huri ihsan edilecek, dediğimde, sohbette bulunan hanımlardan birisi, 'Pekiyi! Bizler ne yapacağız,' demez mi? Şaşırdım kaldım ve kendisine, 'elbette sizinle de alakadar olan birisi bulunur' dedim" diyordu. Tabiî ki, bunları ifade ederken yazdığım gibi normal nezih ifadeler kullanmıyordu.
Tasavvuf adına, nefis terbiyesi adına böylesi sohbetler, İmam-ı Rabbânî Hazretlerinin ifâde buyurdukları gibi, "Semm-i Katil" (öldürücü zehirdir.)
Sohbet edeceklerin, mevzularına hâkim, tecrübe sahibi, görmüş geçirmiş kimseler olması önemlidir. Başkalarının daha önceki sohbetler sırasında kendi idrâk kabiliyetlerine göre zaptettikleri notları okuyarak, herhangi bir mukâyese ve muhakemede bulunmadan yapılan sohbetlerden mürid ve sâlikler ne kadar faydalanabilirler?
Kültür, okunanların, öğrenilenlerin unutulmasıyla geriye kalan tortulardır. Genel kültürü olmayanların, tortusu bulunmayanların, taklid ederek, ezberleyerek, rol çalarak yaptıkları sohbetlerin bir faydası yoktur.
Sevgili Peygamberimiz, "İnsanlara idrakleri ölçüsünde konuşunuz," buyurur. Şer'î emirlerde ve nehiylerde noksanı olanlar için, henüz namazları ta'dil-i Erkân ile kılmaktan bile aciz olanlara tasavvufî sohbetin bir faydası dokunmaz...
Yorumlar