MİLLÎ VE MEDENÎ KÜLTÜR HAZİNEMİZE EMSALSİZ KATKILAR SUNMUŞ BİR SANATKÂR:

ÂŞIK ALESKER

Prof. Dr. Alaaddin ALLAHVERDIYEV

Gah çıkarım gökyüzüne, seyrederim âlemi,

Gah inerim yeryüzüne, seyreder âlem beni…

Nesimî 

2021yılında Azerbaycan halk edebiyatının önemli temsilcisi, büyük söz üstadı Âşık Alesker’in doğumunun 200. Yılı nedeniyle düzenlenen anma töreni hakkında Azerbaycan Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanlığının ilanında şöyle deniyor:

Âşık Alesker yüzyılları aşan bir geçmişe sahip olan aşıklık geleneğine en yüksek estetik ölçütlerle yeni içerikler kazandırmış, halk ruhuyla bütünleşen eserleriyle Azerbaycan’ın medenî servetler hazinesine emsalsiz katkılar sunmuştur.  Sanatkarın insan ruhuna aşk ve vatanseverlik duygularını birlikte aşılayan, ana dilimizin saflığını, anlatım gücünü ve sınırsız ifade imkanlarını üzerinde toplayan yaratıcılığı Azerbaycan edebiyatının parlak sayfalarındandır. (… ) Azerbaycan aşık sanatının UNESCO İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Miras Listesine alınması da Âşık Alesker’in sanatına verilen değerin tezahürüdür.

Gerçekten de Dede Alesker mucizelerle dolu sanatçılığının derinliğine, rengarenk tonuna, poetik değerine göre Azerbaycan-Türk edebi kültür mirasında, İslam ve Tasavvuf dünyasında Mevlana, Yunus Emre gibi dehâlarla yan yana duran, haklı olarak aşık şiirinin zirvesi sayılan dünya çapında dinî, felsefî ve poetik bir dehadır. Aşık Alesker’in şahsiyetine ve sanatçılığına verilen değerlerin onun incelenmesiyle meşgul olan bütün halkbilimcilerimiz, Alesker uzmanlarımız tarafından kesin olarak tasdik ve kabul edilmesi; bu sanatı seven, anlayan, özellikle onun tasavvufî mahiyetini derinden hisseden herkes için şüphe doğurmayan, su götürmez bir hakikattir!

Sevgili okuyucu! Mucizeli, sırlı, derin anlamlar barındıran Âşık Alesker sanatını tahlil etmek, ona profesyonelce kıymet vermek, elbette, edebiyat araştırmacılarının, ilk başta Alesker uzmanlarının üzerine düşüyor. Ben ise Dede Alesker mucizesine bağlanan, bütün eserlerini seven, onu daima, tekrar tekrar hayranlıkla inceleyerek her defasında kendine yeni bir sır keşfeden hevesli bir okuyucu olarak bazı düşüncelerimi sizinle paylaşmak istedim.

Esasen, Dede Alesker sözü, şiiri alnına Tanrı’nın mühür vurduğu kâmil insan tahayyülünün, tefekkürünün ifade edebileceği sırlı, güzellikle, nurla, hikmetle, bilgelikle nefes alan mucizeli bir şiir dünyasıdır. Hayatında Âşık Alesker’in hiç değilse bir koşmasını okumuş, yüreği şiir aşkıyla çarpan her insanın bu hazineye kayıtsız kalmayıp onun derinliklerine açılmaya can atacağına eminim. Çünkü Aşık Alesker sanatı; güzellikle (lafın gelişi değil, tam anlamıyla), bilgelikle, insan idrakinin kâmilliğiyle çalkalanan derin, sırlı, muammalı, mucizeli, tılsımlı bir ummandır! Bu ummanın derinliklerine ilerledikçe şiiri az çok bilen, onu seven insan Alesker dehasının düşünce, fikir tazının poetik-felsefi ifadesini tamamıyla anlamak karşısında aciz kalır. Geçen yüzyılın ilk yarısında doğup bugüne kadar gelen Dede Alesker fenomeninin, sırlarla dolu yaratıcılığının sihrini açmaya, tahlil ve tetkik etmeye yönelen Aleskercilik; önde gelen edebiyat bilimcilerimiz H. Alizade, M.H. Tahmasib, H. Araslı, A. Ahundov, Y. Karayev, İ. Alesker, H. İsmayılov ve birçok başka ismin ciddi araştırmalarına rağmen hâlâ bu azametli hazinenin muammalarını, sırlarını tamamıyla açıklığa kavuşturamamıştır.

Dede Alesker dehası baştan aşağı sözle ilgili olduğu için yaratıcılığının bütün sırları, muammaları, mucizeleri sözle ifade edildiği için, ruhu ilahî sözle yoğrulmuş, goncası ilahî mekanında verilmiş, kaderi ilahî kalemiyle yazılmış üstün bir sanatçı olduğu için Azerbaycan’ın edebî söz dünyasında, poetik düşünce nehrinde kendine özgü bir yerde zirve tuttuğu için yazımı söze ait fikirlerle devam ettirmek isterim:

Dâhi Nizami Gencevî diyordu: 

Dünyaya sözdü şeref, gör ki, nedir kıymeti,

Konuşmakla, yazmakla yitmez kıymeti!

Söz; yalnız seslerin, harflerin oluşturduğu bir kelime olarak değil, ilahî varlığın verdiği vahiylerin sırlı bir kelâmı, anlamı olarak insanları kemâle, bilgeliğe çağıran bir hikmettir. Söz; insanın niyetlerinin, düşünce ve davranışlarının göstergesidir. Söz; söyleyenin, okuyanın ve duyanın kalbinin derinliğinin en hassas noktasından süzülür, kalplere hâkim olur, düşüncelerin ebedî sahibine döner. En büyük kutsallarımızdan başlayarak onların verdiği ilahî kudrete sahip olan dâhilerimizin, aydınlarımızın, sanatçılarımızın bizlere bıraktığı “söz” mirası gibi… O söz ki, bütün dönemlerde halkın diline hâkim bir tercüman, onun yol göstericisi olmuştur.

Evet, estetik söze hâkim olan Âşık Alesker “poetik düşünce nehri”nin “ilahî suyu”ndan içip “Tanrı’nın söz vergisini almış, varlığını ebediyet ummanında eriten” nadir “söz” yazarlarındandır.

Göyçe âşık okuluna, Göyçe folkloruna, Dede Alesker yaratıcılığına zaman zaman verilen kıymetler, tahliller, derin, ciddi araştırmalar; Aşık Alesker’in “Dede” unvanına kelimenin tam anlamıyla layık olduğunu, onu “Hak Aşığı, Sufi Mürşit, Evliya” gibi, mensup olduğu yüksel tasavvufi mertebenin göstergesi olarak imlemeyi, tasavvufi bakış çerçevesinden yaklaşmayı gerekli görürler ve onun şiirindeki hikmetleri, kökleri ile Türk Tanrıcılığına bağlanan ve ondan kaynaklanan Türk sufizmiyle İslâm ve onun kutsal kitabı Kur’an-ı Kerim bütünlüğünde aramayı önerirler.

Araştırmalar, aşığın Tanrı vergisi olan şiir yeteneğinin özelliklerini, peygamberlere verilen “ilahî vahiy”, evliyalara verilen “keramet” ve şairlere verilen “ilham” yollarında aramanın gerekli olduğunu gösteriyor. Birçok araştırmacı isabetli bir şekilde, Aşık Alesker’i şairlikten bir adım önde, 12. Yüzyılın meşhur düşünür ve şairi, Türk dilinde tasavvufî edebiyatın ilk sanatçılarından olan Ahmet Yesevi âlimliğiyle, ölmez Türk-tasavvuf şairi, filozof Yunus Emre şairliğini birleştiren ve felsefe ile şiiri, fikir ile sanatı, dinle tarikatı şahsında bütünleştiren bir “kutsal şahsiyet”, evliya olarak görüyor.

İrfan ilminde, Allah’ı tanımak ve ona ermek ülküsünün kökü dört tasavvufi evreye dayanır: Şeriat, Tarikat, Marifet, Hakikat.

Değerli okur, örnek için sizi bu evrelerin, insanın manevî-ruhî saflaşmasını sağlayan “tasavvufi makamlar”ın Âşık Alesker’in “Gerekti” redifli nasihatnamesinin iki bendindeki mısralarında nasıl yer aldığını incelemeye davet ediyorum:

Halka hakikatten matlap kandıra,

 Şeytanı öldüre, nefsin yandıra,

 El içinde pak otura, pak dura,

Arkasınca hoş sedalı gerekti.

Arif ola, ima ile söz kana,

Namahremden şerm eyleye, utana,

Saat gibi meyli Hakk’a dolana,

Doğru kalbi, doğru yolu gerekti.

Dikkatli bir gözle incelersek 1. bendin ilk, “Halka hakikatten matlap kandıra” ve 2. bendin üçüncü “Saat gibi meyli Hakk’a dolana” mısralarının “hakikat”; 1. bendin ikinci, “Şeytanı öldüre, nefsin yandıra”, 2. bendin dördüncü, “Doğru kalbi, doğru yolu gerekti” mısralarının “tarikat”; 1. bendin üçüncü, “El içinde pak otura, pak dura”, 2. bendin ikinci, “Namahremden şerm eyleye, utana” mısralarının “şeriat”; ve nihayet, 1. bendin dördüncü, “Arkasınca hoş sedalı gerekti” ve 2. bendin birinci, “Arif ola, ima ile söz kana” mısralarının “marifet” evrelerine işaret ettiğini görürüz.

Âşık Alesker sanatı, hikmetle nefes alan bilgelik hazinesidir. Onun bugün elimizde “İster” redifli hikmetle nefes alan bir gazeli var. Aruz uzmanları, edebiyat bilimciler bu gazelin seslendirilmediği muteber bir irfan meclisinin olmadığını söylüyor. Bu gazel öyle muhteşem bir şiirdir ki, şiirsel gücüyle gazelciliğin zirvesi olan Fuzuli’nin gazelleri seviyesine çıkmıştır. Bu gazelin beyitlerinde felsefe, din, lirizm, tarihimiz, gelenek ve göreneklerimiz, güzel, tatlı, akıcı dilimiz, ilim irfan var. Onun her beytinin açıklanması, çözümlenmesi bir hayli emek ister. Gazelin bir beytinde zahide, insanlara, Allah, Peygamber ve Kur’an-ı Kerim adına yol gösteren din adamına hitaben:

Deme zahit, benim âlim, okurum ente sübhanı,

Sırattan isteyen geçmek, Hüda’dan perr ü bâl ister.

diyerek, cennetle cehennem arasında kıldan ince, kılıçtan keskin olan Sırat köprüsünden geçmek için, Kur’an-ı Kerim’i okumak, ezbere bilmek, onun kelamlarını insanlara anlatmanın yetmediğini, , yalnız senin bu dünyada gördüğün hayırlı işlerin, amellerin sana kol kanat verip o köprü üzerinden geçirebileceğini ifade eder.

Âşık Alesker güzelliğin aşığı, şairiydi. O, güzelliğe Tanrının bahşettiği ilahî, mukaddes bir varlık, saflık, samimilik, temizlik, sözün manevi anlamında yücelik mefhumu olarak yaklaşırdı. Aşığın ilk şiirlerinden olan “Gömleğine” redifli koşmasında söylediği: 

Sinen Kâbe, gömlek Kâbe örtüsü,

İzin versen, süreyim yüz gömleğine.

mısraları bahsettiğim düşünsel şiirselliği bariz bir şekilde gösterir.

Güzellik âşığı olan Âşık Alesker bütün şiirlerinde kadın güzelliğini tasvir ederken halkımızın millî ahlâkına ve gelenek göreneklerine sadık kalarak, hiçbir zaman onlara ters düşecek sıfatlara başvurmamıştır. Onun meşhur “Çarşamba gününde, çeşme başında” dizesiyle başlayan koşmasında bir güzele vurulan âşık, onun nişanlı olduğunu bilirken “Sındı kol kanadım yanıma düştü” diyerek ağır olsa da atalarımızdan miras kalmış âdetimize uygun davranarak kararından vazgeçmiştir. 

Âşık Alesker’in estetik, imgesel düşünme tarzı, şiirsel hayal gücü onun şiirinde daha belirgin şekilde kendini gösterir. Kadın güzelliğini tasvir ederken bazen klasik benzetmelerden yararlansa da özgün düşünme tarzı, ona kadar şiirde işlenmeyen yeni benzetmeler bulup başarıyla o güzellikleri kendi şiirsel zirvesine yükseltmesine imkân vermiştir. Aşığın Hacer Hanım’ı tasvir ettiği “Düşer mi” redifli koşmasındaki benzersiz benzetmeler gibi:

Hacer Hanım, kaşın, gözün tehrinde

Hat yazsam, Kur’an’da ayet düşer mi?

Götürsem nikâbı mâh cemalinden, 

Hüsnün nur-i tecelliye düşer mi?

Kâmetin melekti, hüsnün periydi,

Gönül gözlerine çok müşteriydi,

Cemâlin şevkinden cismim eridi,

Zülfünden üstüme saya düşer mi?

Bu tür benzetmeler içinden birini özellikle belirtmek isterim. Halkımızın çok sevdiği Nevruz Bayramıyla ilgili onun mensup olduğu mart ayında icra edilen gelenek ve göreneklerimizin, dört mukaddes çarşambanın insanların kalbinde uyandırdığı hoşça vakit geçirme ve manevî duygu güzelliğini duyan Dede Alesker’e Tanrı, “Getme Amandı” koşmasının bir bendinde şunları yazmayı nasip etmiş: 

Cemâlin güzeldi bayram ayından,

Gören doymaz kametinden, boyundan.

Layık değil kurban keseyim koyundan

Sana kurban canım, gitme, amandı.

Böyle bir ilahî mısrayı söyleme imtiyazı Aşık Alesker’e nasip olmuştur: “Cemâlin güzeldi bayram ayından!

Zengin şiir dünyamızda güzellikle ilgili birçok değerli eserin varlığını dikkate alarak, bayram ayının güzelliklerini görmüş ve hissetmiş bir insan olarak tam bir cesaret ve sorumlulukla diyebilirim ki ne Dede Alesker’e kadar, ne de ondan sonra edebiyatımızda kadın güzelliğini tasvir eden böyle güçlü bir benzetme kurulmuştur!

Bu güzellik tasvirini Âşık Alesker “Dolanır” redifli koşmasında başka şekilde ifade eder: “Cemâlleri benzer bayram ayına.

Dede Alesker şiirinin yalnız bir dizesinde hangi hikmetler, duygular, hisler, sırlı güzellikler gizlendiğinin, o dehânın hangi mucizevi güce sahip olduğunun şahidi oluruz!

Bununla beraber, Âşık Alesker asıl insan güzelliğini ilk aşamada onun manevî dünyasında arar. Manevî güzellikle fizikî güzelliğin birliğinden, uyumundan memnun olan, esinlenen Âşık “Güzele” muhammesinde:

Güzelliği cem vermişti

Halik-i süphan güzele!

der.

Âşık Alesker kadın güzelliklerini tasvir ederken öyle estetik imgeler yaratmayı başarır ki, sanki ressamın ilhamla çizdiği bir manzara karşısında durup onu hayranlıkla seyredersin. “Sarı Gömlek” redifli koşmasında:

Yel vurdu, peçeyi attı yüzünden,

Öyle sandım doğdu ay, sarı gömlek!”

mısralarında bu olağanüstü manzarayı yaratan imge gücü çok başarılı ve oldukça şiirseldir.

Genellikle Alesker şiirinin her birinde mecazlar, benzetmeler, ifadeler ve imgeler, estetik buluşlar onun şiir gücünü ve düşün dünyasını gösterir. Birkaç örnek verelim. Aşığın “Eylemişim” redifli koşmasının bir bendinde: 

Ela gözlüm, senden ayrı düşeli,

Hicranın gamıyla keyif eylemişim.

Ah vah ile günüm geçmiş dünyada,

Gam satıp, dert alıp kazanç eylemişim.

kullandığı “hicranın gamıyla keyif eylemek”, “gam alıp dert satmak” gibi imgesel ve aynı zamanda zıtlık içeren alışılmamış bağdaştırmalar ayrılığın insan kalbinde yarattığı gamlı, kederli hislerin, duyguların etki gücünü yüksek bir şiir zirvesine taşır.

Âşık Alesker için sevgi, aşk mukaddes hislerdir. Sağlığında aşkının varlığından zevk alan, asil duygular hisseden, ona itaat eden âşık; Tanrı dergahında da sevgisinin hayali dokunuşuyla tatmin olur, ruhu şad olur:

Alesker’im yandım aşk ateşinde,

Gözüm kaldı kirpiğinde, kaşında.

Kazdır mezarımı çeşme başında,

Sal sinem üstünden yol, incinmem.

Okuma yazma bilmemesine rağmen, güçlü hafızası ve yeni şeyler öğrenmeye olan ilgisi, Âşık Alesker’in ilim hazinesinden bilgi edinmesini sağladı. Dönemin aydınları ve dini şahsiyetleriyle konuşur, okuryazar olan hısım akrabalarına, mollalara tarihî, estetik ve dinî kitaplar, özellikle de Kur’an-ı Kerim okutturup saatlerce onları dinlermiş. Âşık Alesker’in şiirlerinde rast geldiğimiz “Şanına destan yazarım, Rüstem’in destanı gibi”, “Yüreğim Bir Kerem’e, bir Şeyh San’an’a yanar”, “Cömertlikle misli Hatem, güçte İskender gibiydi”, “Kalpten yas tutarım Mecnun’a, Ferhat’a bugün”, “Güzellikte Yusuf, kemâlde Lokman gibiydi”, “Her yere kağıt dağıldı, Süleyman fermanı gibi”, “Bin yaşasın İsmail’i, narası Haydar gibiydi”, “Koçlar yan yana kesildi, Mina’nın kurbanı gibi” mısralarındaki göndermeler, değişik şiirlerinde “Firdevsî, Nizamî, Nesimî, Fuzulî, Hâfız” gibi şairlerden bahsetmesi, “Onların da yazdığı, hey, bendedir” dizesi bunun kanıtıdır. 

Âşık Alesker’in meclislerinde bulunmuş çağdaşlarının dediklerine göre, onun Tanrı vergisi olarak gelen doğal yeteneği dinleme yoluyla elde ettiği bilgiler ve güçlü hafızası, onun meclislerde irticalen şiir söylemesine, onları aklında tutmasına ve öğrencilerine öğretmesine, atışmalar esnasında hiçbir söz karşısında zayıf kalmamasına, bu atışmalarda bütün rakiplerine üstün gelmesine imkân vermiştir. Hakkında yazılan ve söylenen anılardan, destan ve rivayetlerden âşığın sohbet ettiği insanların aklından geçenleri okuduğu ve birçok olayı önceden uykuda görme yeteneği olduğu anlaşılıyor. Şiirlerinden birinde Âşık Alesker’in bu tür mucizevî özelliklerinin itirafı olarak görebileceğimiz aşağıdaki dizeler vardır:

Okurum inna fetehna,

Murat alırım uykuda.

Şah-ı Merdan uşağıyım,

Dersimi pinhan verir.

Âşıklık sanatına büyük bir sorumlulukla yaklaşan Dede Alesker arkasında büyük bir âşıklık ekolü bırakmıştır. Göyçe’de adları belli olan 170’den fazla âşığın çoğu Âşık Alesker kolunun üyeleridir. Oldukça mütevazı olan âşık, düzenlediği meclislerde hiçbir zaman kendini öne çıkarmaz; Kurbanî’den, Abbas Tufarkanlı’dan, Hasta Kasım’dan, Ak Âşık’tan, üstadı Âşık Ali’den ve başka âşıkların şiirlerinden okurmuş. Kendi şiirlerini ise yalnız meclis ehlinin ricası ve ısrarı ile icra edermiş. Bu davranışıyla da dâhi sanatkâr, mütevazılık örneği göstererek, aşıklık sanatının geleneğini, “nizamnamesini”, aşıklık sanatının olmazsa olmazlarını aşağıdaki “Gerekli” redifli şiirinde söyleyerek bu ölçütlere ilk olarak kendisi riayet eder, öğrencilere iyi örnek olarak yol gösterir, onları “söylediği sözün kıymetini bilmeye”, “arif olmaya”, “namahremden utanmaya”, “Hakk’a yönelmeye”, “doğruluğa” yöneltir. 

Âşık olup diyar diyar gezenin,

Evvel aklı başında gerekti

Oturup kalkmakta edebiyle,

Marifet ilminde dolu gerekti.

Halka hakikatten murat anlata,

Şeytanı öldüre, nefsini yaka,

El içinde pak otura, pak kalka,

Arkasınca hoş sedalı gerekti.

Dinimizin kurallarına her zaman riayet eden, hakikati, tarikatı, şeriatı, marifeti önceleyen, her zaman Tanrı’ya kulluk eden âşık, halkının her bir ferdini İslâm kurallarına uygun bir şekilde Müslüman olarak görmek istiyordu. Âşık Alesker için Müslüman; en soylu, maneviyatı yüksek, Kur’an-ı Kerim’in buyurduğu niteliklere ve amellere uygun yaşayan insandır:

Ben isterim âlim, mümin yüz ola,

Meyli Hakk’a doğru, yolu düz ola,

Diliyle zebanı yüz yüze ola,

Alesker yolunda can kurban eyler.

Kabe kıblem, dinim Muhammed dini” diyerek Müslüman olmasıyla övünen Dede Alesker bütün dinlere karşı saygı beslemiştir. Kur’an’ı iyi bilmekle, ona riayet ve itaat etmekle beraber İncil, Zebur ve Tevrat’a da kutsal kitaplar olarak saygı göstermiştir. 

Belirttiğimiz gibi Âşık Alesker çok güçlü bir hafızaya, gözlem yeteneğine sahip bir sanatçı olduğu için çevresinde baş gösteren olaylara, insanların düşünce ve davranışlarına sanki yazımızın epigrafındaki gibi “gökyüzünden” bakar, gözler, inceler, bu izlenimden şiiri için veriler elde ederdi. Yeryüzünde ise o kendi mucizevî, Allah vergisi yeteneğiyle sırlı, muammalı, hikmetli sözü ve şiiriyle sazı ve sanatıyla insanları kendine hayran bırakırdı.

Elest’ten “beli” diyen süphana baş eğer,

Muhammed’e tâbi olan Kur’an’a baş eğer.

Özü birdi, adı binbir, Vahdehu la şerike,

Ehl-i mü’min göremez, pinhana baş eğer.

Ölmeyince bu sevdadan zor döneyim, usanayım,

Hakikatten ders almışım, şeriatten söz anlayayım,

Şah-ı merdan sayesinde ilim içinde ummanım,

Deryaların kaidesiydi, ummana baş eğer.

Âşık Alesker’in eserlerinde namus, gayret, mertlik, dostluk, saflık, doğruluk gibi yüksek insanî değerler önemli yer tutar. Âşık, “Dost dosttan incinir, kalbinde dönmez”, “Dost odur ki, dosta yalan satmasın” diyerek, gerçek dostluğun derin, güçlü, saf köklere bağlı olduğunu vurgular. Dostlukta bir kutsallık gören Aşık Alesker “Olacaktır” redifli koşmasında:

Ya dost olma, ya zahmetten incinme,

Dost yolunda boran, kar olacaktır.”

diyerek dostluğun fırtınalı karlı, inişli yokuşlu yolları olduğunu, bu yollarda çekilen çileden çekinmemek gerektiğini anlatır.

“Sinisin” tecnisinde ise mertle namerdi karşılaştırarak merdin cömertliğini, hayırseverliğini, nezaketini över. Namerdin ise “merdin sinisinin dibini yalayan” birisi olduğunu tiksinerek ifade eder:

Dost bağında bülbül konmuş a dala,

Nazlı dilber zülfün dökmüş a dala(arkaya).

Mert ister ki çörek vere ad ala,

Namert gözler mert yiğidin sinisin.

Âşık Alesker, Azerbaycan klasik edebiyatı ve âşıklık sanatının bütün türlerinde yüksek edebî değerde şiir örnekleri yazmış yegane şiir dehâsıdır. Onun yarattığı dildönmez tarzında yazdığı “Bak Bak” redifli şiiri ise edebiyatımızda belki de yegâne örnektir. Lebdeğmez ve tecnisleri ise aşık şiirinin zirvesindedir. Dilimizi iyi bilen, onun imkanlarından yararlanmayı başaran Dede Alesker, şiirin en zor tarzlarından biri olan tecnislerde de başarılı şiirler ortaya koymuştur. Dâhi sanatkâr bütün tecnislerinde cinaslarla fikrin, mana ile mazmunun bağıntılanması hususunda büyük başarılar göstermiştir. İddiamızın tasdiki için “Neydi Adı” redifli lebdeğmez tecnisine bakalım:

Şeriatla tarikatı seçenler,

Tarikatla hakikatın neydi adı?

Hangi şah Hakk ile ılgar eyledi,

Ne incindi, ne ah çekti, ne dadı?

İstiyorsan seyredesin Sina’nı(-yı belirtme eki)

Şer işlerden sakın, sakla sineni,

Sedat gitti sini içinde si nanı,

Dilde kaldı ne lezzeti, ne dadı!

Alesker de aşk içinde kal’aydı,

Şirin canın ateşine kaladı.

Er yiğidin canı gitse, kala adı,

Alçakların dünya içinde neydi adı!

Önde gelen yazarlarımız, Dede Alesker mirasının yüksek felsefî, ahlâkî, irfanî tutum ve içeriğinin önemini büyük bir sevgi ve saygıyla belirtmişlerdir. Bu miras onu, değerli yazarımız Mirza İbrahimov’un dediği gibi “Azerbaycan ve dünya edebiyatının klasik şahsiyetleri ile yan yana duran dâhi söz ustası” seviyesine yükseltmiştir. Halkımızın şairi Samed Vurgun ise “Hangi mevzuya el atsam, hangi taşı kaldırsam, altında Dede Alesker’den bir iz görürüm” diyerek kendisinden sonra âşık edebiyatının bütün türlerinde ne derece geniş, rengarenk sanat örnekleri bırakıp gittiğini vurgulamıştır. Bahtiyar Vahapzade’nin “Alesker şiirinin hikmetine, derinliğine secde ederim.”, Memmed Araz’ın “Sözün kudretini en uç noktaya çıkararak kendi yüzyılına oradan bakmıştır.” sözleri bu iki önemli şairimizin de Alesker okulundan öğrendikleri karşısında minnet borcunun delilidir.

Dede Alesker mirası, sırları hâlâ tam olarak keşfedilmemiş mucize dolu bir şiir ummanı olarak araştırmacıların, Alesker uzmanlarının önünde sonsuz ufuklar açmakta, şair ve yazarlara ilham kaynağı olmaktadır. Alesker’in izini süren araştırmacılara ve onun izinde yürümek isteyen şairlere bu çetin aynı zamanda da şerefli yolda başarılar diliyorum! Ne mutlu bu işe baş koyan, bu uğurda çalışmaya ömrünü adayan insanlara!

Doğumunun 150. Yılı nedeniyle Ulu Önder Haydar Aliyev’in öncülüğünde Dede Alesker’in Göyçe’de, doğduğu Ağkilse köyünde anıt mezarı yapılmıştı. Bu görkemli büst, soydaşlarımız ata topraklarından sürüldükten sonra Ermeni vandalları tarafından tahrip edilse de millî ve kültürel varlığımızın ayrılmaz bir parçasına dönüşen Âşık Alesker mirası silinmez tarihî bir sembol olarak sonsuza dek yaşayacaktır.

Allah Dede Alesker’e rahmet eylesin. Ruhu şad, mekânı cennet olsun!