Türkiye son aylarda akıllar durgunluk veren hayat pahalılığı ile karşı karşıya kaldı. Zamlardan nasibini almamış hiçbir ürün bırakılmadı. Üzerine ‘yerli üretim’ damgası vurulan ürünlerde bile, ‘dövize endeksli olduğu savunulan’ anormal fiyat artışları gözlendi. İşin trajikomik tarafı, alınan tedbirler neticesinde döviz önemli ölçüde seviye kaybetse de, mıh gibi çakılan zamlar raflardaki yerini koruyor. Geçen hafta bazı şehirlerin Sebze Meyve Hali’nde yapılan denetimlerde yüzde 800’e varan fahiş fiyatlar uygulandığının tespit edilmesi kadar, denetim ekiplerine görevini yaptırmakta direnilmesi, hatta darp edilmeleri işin vahametini ortaya döküyordu.

**

40 yıl önce fiyat uygulamasında esnaf bu kadar özgür değildi ve gaddar olma cesaretini gösteremiyordu. Her ürünün etiketinde alış ve satış fiyatının belirtilmesi zorunluluktu. Buna rağmen pazar yerlerinde zabıta ekipleri tezgâhları teker teker dolaşıp etiketlerde hile olup olmadığını kontrol eder, gerekli gördüğü hallerde satıcıdan hal faturasını isteyerek incelemeye tabi tutardı. Aynı hassasiyet dükkânlar için de geçerliydi ve ürün giriş faturası ile satış fiyatı arasındaki fark, kanunla belirtilen miktarın üzerinde olamazdı.

Bir de devletin doğrudan kontrolünde olan sektörler vardı. Örneğin, Belediyelerin tevzi istasyonlarında kömür satılırdı. Memlekette kıtlık had safhada olduğundan kuyruk çilesi buralarda da yaşanıyor, fakat fiyatları kimsenin maniple etme imkânı bulunmuyordu. Özel sektör her ne kadar tevziden pahalı satsa da uçurum mesabesinde fiyatlar oluşmazdı.

1980’li yılların ortalarında ekonomi alanında devrim niteliğinde kararlar alınmaya başlandı. Özelleştirme ve serbest piyasa ekonomisi söylemleri parlatıldı, toplumda kabul görmesi sağlandı. Genç bir muhabir olarak o sıralarda Konya esnafını teker teker dolaşarak serbest piyasa ekonomisine dair görüşlerini almıştık. İleri yaşta bir kasap amcanın söyledikleri bugün gibi aklımızdadır:

-Serbest piyasa çok iyi bir şey efendim. Şimdi biz devletin belirlediği fiyatlardan satış yapmak zorundayız. Bunun altına inemiyor, üstüne çıkamıyoruz. Fakat serbest piyasa olursa fiyatları kendimiz belirleriz. O zaman ne olur; bak karşıda da kasap var, ben daha çok satmak için fiyatı indiririm. O da bakar ki müşteri kaybediyor, benden çok satmak için daha çok indirir ve vatandaş kârlı çıkar.   

Bu cevap üzerine şunu sormuştuk:

-Peki esnaf birlik oluşturup taban fiyat belirler ve ‘Bundan aşağı satılmayacak’ derse, bundan vatandaşın kârı ne olacak?

-Yok kuzum biz öyle şey yapamayız. Olur mu hiç!

Oldu, yaptılar; esnaf odaları ‘En az şu fiyattan satılacak’ dedi ve kimsenin de gıkı çıkmadı. Hatta geçenlerde yolu Konya’ya düşen bir misafirimiz, kendince ‘garabet olarak nitelediği’ bir durumu bakın nasıl dile getirdi:

-Peynir 15-20 lira aralığında, kırmızı et fiyatı ise 30 liradan başlıyor. İkisi arasında en az yüzde elli fiyat farkı var. Buna rağmen Konya’da etliekmek ile peynir böreği aynı fiyattan satılıyor. Bu haksız kazanç değil mi?

O kadar içselleştirmiştik ki, biz hiç düşünmemiş, sormamıştık.

**

Serbest piyasayla birlikte fiyatlar devlet denetiminin dışına çıkarıldı. Pazardan sokaktan fiyat denetleyicisi zabıtalar çekildi. Buna ilave olarak, piyasanın hararetini dengede tutan devlet teşekkülü yatırımlar özel sektöre, hatta yabancı veya yabancı ortaklı şirketlerin eline teslim edildi.

**

Bugün bakıyoruz; yılardır milliliği, yerliliğiyle kıvanç duyduğumuz markalar, ürünlerinin üzerine ‘yerli üretim logosu” koymalarına rağmen, döviz cinsi fiyat belirliyor. Geçen yaz tereyağındaki fahiş fiyat artışını konuştuğumuz bir mandıracı “Bakanlık dondurmacılara kaymak kullanma zorunluluğu getirdiği için piyasada kaymak sıkıntısı var” bahanesini öne sürmüştü. Fakat kış kapıya dayanıp dondurma dolaplarının fişi çekildikten sonra da tereklerdeki yağın fiyatı döviz bürolarına endeksli olmaya devam etti. Demek ki fiyatları yuları çeken dondurma sektörü değildi. 

35 sene önce ihtiyar kasaptan tam olarak alamadığımız sorunun cevabını bugün piyasalar koru halinde veriyor. 

**

Bir de ambalaj ve gramaj meselesi var. 900 gramlı ürünlere bilinç altında 1 kilo muamelesine alışalı yıllar olmuştu. Piyasalardaki etkin dalgalanmalarla birlikte bugüne dek hiç görülmemiş 4.5 litrelik tenekeler, 850 hatta 800 gramlık ürünler rafları doldurmaya başlarken klasikleşmiş 500 gram, 1000 gram ürünler azalmaya yüz tuttu. Kimi ürünler mukayese edildiğinde 4 litrelik ürünün aslında, muadili diğer 5 litrelik ürünle eşdeğer fiyata satıldığı görülebiliyor. Fakat bilinçaltı size o ambalajı eşit olarak gösterip sahte fiyatın cazibesine yönlendiriyor.

Adına hırsızlık, yolsuzluk, uyanıklık, yahut fırsatçılık, ne dersiniz bilemeyiz. Fakat paranın sahte lezzeti para sahiplerinin ruhuna öylesine tesir ediyor ki cezaların onlar üzerinde pek etkin olacağı görünmüyor. 

**

2000’li yılların sonunda İstanbul’da ziyaret ettiğimiz bir muhatabımız bazı makro ölçekli alışveriş merkezlerini işaret ederek, “Bunlar Türkiye’nin yumuşak karnıdır. Tekel olup piyasayı yönetiyorlar. Üstelik cirolarını her gün anormal yollarla yurt dışına götürüyorlar. Hükümetin ya bundan haberi yok ya da engel olamıyor. Bir gün bunlar ekonomiyi titretirlerse şaşırmayın” demişti.

Bir de örtülü fonlar meselesi var. Muhtelif yabancı vakıfların tamamen örtülü şekilde ve yerli görünümünde yatırımlar yaptırdığı, fakat finanse ettiği kişilerin kontrolünü elinde tutup istediğinde istediği hamleyi yaptırdığı FETÖ’nün yayın organı Zaman’da ‘Hükümeti tehdit mahiyetinde’ yıllar önce yazılmıştı.

Patates, soğan, patlıcan havuç fiyatlarıyla savaş mı olur diyenlerin anlayacağı şeyler değil gibi görünse de, ‘Venezuela’da sırtına bağlı ipin oynatılmasıyla kendini hükümet ilan eden muhalefet misali’ biz de de bu işlerden anlayanlar mutlaka vardır!

Devletin geçici değil; piyasaların nabzını daima vatan ve vatandaşın lehinde tutacak kalıcı tedbirler alması, müesseseler oluşturması gerekiyor. 40 yıllık serbest piyasada görüldü ki özel sektör dış maniplasyondan çok kolay etkileniyor. Oysa 1990’lı yılların başında piyasada ateş yükselmeye başlayınca Halil Ürün Başkanlığındaki Refah Partili Konya Büyükşehir Belediyesi kısa adı USAM olan Uygun Satış Mağazalarını açmıştı. Konya’nın ilk marketler zinciriydi ve Konya’nın ‘ucuz şehir’ olarak anılmasının vesilesi olmuştu. 

Elbette dış dünyaya kapanmak yanlıştır fakat dış dünyanın olumsuz tesirlerinden kurtulmanın önlemleri alınmalıdır.