Bunu duyduğumda nedenini bildiğim bir keder aktı damarlarımdan… Bana acıları tanıdık geldi bu çocukların... Geçenlerde haberlerde izledim, o masum yüzlerine keder eklenmiş, bakışlarında mutsuzluk... Neden? Niye? Bizim suçumuz ne diyerek haykıran bir sürü sorular dökülüyor yüzlerinden... Bunun için konuşmalarına gerek yok. Tanıdık bir görüntü... Hem de çok tanıdık...
Ben Azerbaycan’da doğdum, büyüdüm... Onlar gibi benim de çocukluğum bazen sabahları, bazen de akşamları silah sesleriyle açıldı...
Neler yaşadı, neler gördü benim memleketim. Önceleri kardeş ülke deyip, sarıldığımız Ermenistan’ın sırtımızdan vurduğu darbeler çok ağır geldi bize... Yaramız daha çok taze, hep de öyle kalacak. Çünkü kaybettiklerimiz çok... çok... Şehitler verdi benim vatanım, vatan sağ olsun deyip. Bir avuç toprağımızı düşmanlara kaptırmamak için kanlar akıttık...
Tarihte zaman zaman Ermenilerin, Azerbaycanlılara yaşattıklarını anlatmaya kalksam buna günler lazım, onun için sadece 1992 yılının 26 Şubat’ına götüreceğim sizleri. Hocalı Katliamı... Karabağ Savaşı, Azerbaycan Cumhuriyeti’nin Dağlık Karabağ bölgesindeki Hocalı kasabasında yaşayan Azeri sivillerin Ermenistan’a bağlı kuvvetler tarafından toplu şekilde katledilmesi olayı... Resmi rakamlara göre katliam sırasında 613 kişiyi katletmişlerdir. Katledilenlerin 83’ü çocuk, 106’sı kadın ve 7’den fazlası ise yaşlıydı. Normalde en şiddetli savaşlarda dahi savaş dışında tutulan, dokunulmayan bu kesimi, Ermeniler, yaşlı, kadın ve çocuk demeden acımasız işkenceler yaparak katletmiştir. Bu katliamdan toplam 487 kişi ağır yaralı olarak kurtulmuştur. 1275 kişi rehin alınmış, 150 kişi ise kaybolmuştur. Cesetler üzerinde yapılan incelemelerde cesetlerin birçoğunun yakıldığı, gözlerinin oyulduğu, kulakları, burunları ve kafaları ile vücutlarının çeşitli uzuvlarının kesildiği görülmüştür. Aynı vahşetten hamile kadınlar ve çocuklar bile nasibini almıştır. Başkası değil Hocalı Katliamı’na tanık olan ve daha sonra Beyrut’a yerleşen Ermeni gazeteci Daud Kheyriyan, ‘For the Sake of Cross’ (Haçın Hatırı İçin) isimli kitabında vahşeti şöyle anlatıyor: “...Gaflan denen ve ölülerin yakılmasıyla görevli Ermeni grup, Hocalı’nın batısında bir yere 2 Mart günü 100 Azeri ölüsünü getirip yığdı. Son kamyonda 10 yaşında bir kız çocuğu gördüm. Başından ve elinden yaralıydı. Yüzü morarmıştı. Soğuğa, açlığa ve yaralarına rağmen hala yaşıyordu. Çok az nefes alabiliyordu. Gözlerini ölüm korkusu sarmıştı. O sırada Tigranyan isimli bir asker onu tuttuğu gibi öteki cesetlerin üstüne fırlattı. Sonra tüm cesetleri yaktılar. Bana, sanki yanmakta olan ölü bedenler arasından bir çığlık işittim gibi geldi. Yapabileceğim bir şey yoktu. Ben Şuşa’ya döndüm. Onlar savaşa devam ettiler.”
Beni en çok etkileyen de hiçbir suçu günahı olmayan çocukların savaşlarda telafisi mümkün olmayan zararlara uğramasıydı… Kimileri daha dünyayı tanımadan hayatını kaybetti, kimileri kirli savaşların izlerini yaşamları boyunca bedenlerinde taşımak zorunda kaldı. Kimileri de acımasız savaş ortamından sağ kurtuldu, ama ailesini kaybettiği için sevinemedi.
Ben de savaşın çocuğuyum. Bu olaylar döneminde ben 5-6 yaşındaydım. Kendimi tanıdım tanıyalı hep siyah harflerle yazılan tarihlerde şehid ruhlarını andık... Önce okulda, sonra üniversitede... Sonrada çalıştığım işte. Dünyada bu şartlarda yaşayan yüz binlerce günahsız çocuk var... Savaşın çocukları. Maalesef... Maalesef...