Biraz büyüdüm, biraz değiştim... Biraz... Neden mi??? Çünkü artık aylardır İstanbul’dayım. Hatta bir kaç ay sonra 1 yılın dopdolu geçen günlerinden oluşan bir kitabı kapatma zamanı gelecek. Kapatmak bir az veda gibi seslenebilir, ama benimki bundan farklı... İkinci bir yıl için yeni bir sayfa açmak zamanı geldi... Yani hayat devam ediyor...
Sürekli yollarda, bir şekilde mücadele eden, daima kendi ile savaşan, kendine kızdığında çevresinden kimseyi görmeyen, hatta nerede olduğunu -metroda, otobüsde, minibüsde, yolda yürürken, gözlerinden yaşlar akan, bazende hep gülen, bazen hiç kimsenin umursamadığı ve kimseni umursamayan biri olarak çıktım aynanın önüne... Zaman zaman.... Ama şükürler olsun kendimi hep gördüm... İyi, kötü... Şükretmeyi bilen biri olarak barıştım kaderimle... Yapılacak birşey yok.... Ben memnunun halimde... Zor telafuz etsem de, bu kelimeyi çok seviyorum... Ve sık sık kullanıyorum desem yalan olmaz.... Bunları anlatmamın nedeni var... En iyisi uzatmadan konuya geçeyim... Geçen hafta yolum Konya- Hazreti Mevlana’nın vatanından geçti... Amacım oradaki ünlü bir firmayla röportaj yapmak ve en önemlisi Hz. MEVLANA’yı ziyaret etmekti... Evet... Saat 7’de artık Konya’da havalanında... Benimle aynı uçakta onlarca insan gelse de çıkışta ortam çok sakin... Buradaki havalanı çok küçük ve sessiz... Hava yağmurluydu.... Toprak kokuyordu... Mis gibi... Gözlerimi zorla açmama rağmen farklı bir şehirde olduğumu biliyordum, burda her şey başkadır diye sessiz sessiz kendi kendime söyleniyordum... Ne ise.... Havalanından bindiyim taksi beni Konya’nın merkezine götürdü... Yol boyu sağa sola bakıyor, sürekli değişen insana farklı mutluluk veren manzarayı izliyor ve nedensiz gülümsüyordum...
Burası Mevlana’nın ziyaret edildiği mekan, ama şimdilik uzaktan görüyorum... Konya’nın her taşının tarih kokan bir yer olduğunu söylemek çok basit olurdu, çünkü bu şehrin Türkiye için önemli bir yapı ve önemli bir yer olduğunu herkes bilmese de en azından Türkiye’de yaşayan kitle çok iyi biliyordu.... Nedenini bilmiyorum ama Konya, İstanbul’a geldiğimden beri hep ziyaret etmek istediğim şehirdir desem yalan olmaz...
Her şey yolunda gidiyor, bu arada unutmadan birşeyi de yazayım hatırlamışken, havalanında çıkışta bir bayanla kısa muhabbet ettik... Hollanda’dan geliyordu, ama ailesi Konya’da oturuyormuş, neden geldin buraya? sorusuna cevap aldıkdan sonra elindeki tesbihini bana uzattı, bir az da dua etti.... Böylece yazmaya başladım kısa ama dolu Konya günlüğümü... Biraz merkez sokakları dolaştıktan sonra kahvaltı yapdım... Burada herşey çok farklıydı, hala aynı düşüncedeyim... Sıcak insanlar, gülen yüzler bulmak için İstanbul’daki gibi saatler eksik kalır günlerce dolaşmana gerek yok... Hele birde yabancı olduğunu anlarlarsa misafir muhabbetinin tadı daha güzel oluyor... Akşama kalacak yer bulmak amacıyla “Öğretmenevi”ni araştırmaya başladım, yine çok sakin ve güler yüzlü Konyalılar beni gece kalacağım yere yönlendirdiler. Giriş kapısında oturan bayan beni dinledikden sonra “Şu an yerimiz yok ama akşama doğru gelin muhakkak olacak” deyip, başka birisiyle ilgilenmeye başladı.... Telefonum çaldı ve röportaj yapacağım şirketin halkla ilişkiler sorumlusunun sesini duydum, nerdesiniz??? Az sonra sizi alacaklar.... Evet 2 saat dolaştım ve sözünü ettiğim firmadayım... Sanki biraz Konya’dan koptum şirkete ayak basar basmaz... Burada da çoğunluk samimi gülüyor, bazıları gülmeye çalışıyor, bazıları zorlanmadan gülmeye çalışıyor... Bazıları da hiç umursamıyor... Ortam yarı Konya, yarı İstanbul... Az sonra başkan geliyor... Şimdi sanki herkes gülüyor... Onların sözüyle tasvir etmeye çalışıyorum... Başkanımız çok samimi, olacaklar veya olanlar işçileri tarafından söyleniyor... Başkanımızla röportaja başlıyoruz… Ve son… başkanımızla çay içiyoruz, vedalaşıyoruz....  Başkanımızın “atı hastaymış”, onun için şirkette çalışan birilerinin  benimle ilgilenmesini söylüyor...
Evet yorgunum ama yalnız biraz zor ve sıkıcı olur, onun için ne mutlu bana Konya’yı gezdirecek biri var yanımda.... Konya pidesi ve özel Konya çayını çok beğendim... Veeee özel sunumla sofraya verilen Konya kahvesine ise bayıldım...
Çok yorgun halde kendimi “Öğretmenevi”nin önünde buluyorum... Kalacak yerim de var artık... Odaya çıkıp dinleniyorum... Gece saatleri, yağmurlu hava, lambalarla ışıklanan yollar, dili olmasa bile konuşan caddeler.... Konya’yı böyle görmenin tadı bir başka... İyileşiyorum... Ruhum tedavide.... Gecenin bitmesini istemesem de sabah oluyor... Buranın sabahları çok farklı... Yine de sıcak ortam “Öğretmenevi”nin sakinleri ile kahvaltı keyfi...
Daha sonra uzun zamandır kavuşmak arzusunda olduğum Mevlana Hazretlerinin ziyaretindeyim... Yine içten dualar, yine gizlemeye çalıştığım gözyaşlarım....
Sıraya dizilmiş yüzlerce insan... Mutluluk, huzur, sevgi... Güzel olan ne varsa, burada.... Sadece izlemekle bitmiyor, burada herşey insanla konuşuyor... Anlatıyorsun... Anlatıyorsun... Hüzün buluyosun, güzelliğe kavuşuyorsun... Anlatmakla bitmez ki... Hiç kayıp olmasın bu güzellik, hiç azalmasın bu dualar, hiç kapanması açılan bu eller... Bundan fazlası anlatılmaz görmek gerek...
Senin iç dünyan bir misafirhane gibidir. 
Sevinçler de, kederler de gelip geçicidir.
Ne sevinçlere aldan, ne de gamları kendine dert edin.! 
Gamlar sürûruna mani olursa üzülme;
Çünkü o gamlar, sabredersen senin için sevinç ve neşe hazırlamaktadır.
Hz. MEVLANA
Bu mutluluğu tekrar yaşamak için tekrar döneceğim... Söz veriyorum...
P.S: “Bunu günlüğümden bir parça olarak kabul edelim”