Varken yokluk, yokken varlık özlenilir derler…
Bazen özlemeyi özler insan. Ben de  çok özlüyorum ailemi... Özellikle de annemi, arkadaşlarımı ve en çok da sevimli yatağımı. 2 aydır nefesim kadar bana yakın olan her şeyden uzaktayım, çok uzakta... İstanbul’da... Beni memleketimden 2.659 km mesafe ayırıyor…
Artık sadece geçmiş sırasına eklenen hatırlarımdan bahsetmekle avutacağım kendimi.
Ben Bakü’de iken kayıp insanların arandığı bir programda “Seni Axtarıram”da editör olarak çalışıyordum. Her Cuma günü program çekimimiz, Salı günü program yayın günümüz oluyordu. Her gün onlarca kişi sözü edilen programda birilerini aramak için başvuruya geliyordu. Artık 2 yıdır gördüyüm manzara soğukkanlı olmama neden olmuştu. Benim için sıradan gelmeye başlamıştı, elinde resim ve aradığı kişilerin bilgileriyle çalıştığım programın odasında gözyaşlarıyla bekleyen insanlar... 30 yıl, 40 yıl umudunu kaybetmeden oğlunu, kızını bekleyen anneler, kardeşini bekleyen ağabeyler, ablalar, babasını, annesini arayan daha hayatın bembeyaz sayfasında yürüyen çocuklar... Elinde resim kapıda sıra alıp, programda sadece oturmak için saatlerce bekliyordu bu insanlar.  Bakışlarında, yüzlerinde ayrılığı anlatan ne ararsan bulabilirdin bu zavallı çaresizlerin. Ne yazık ki, bu hayatın acı bir gerçeğiydi... Niye, neden geldikleri belli değil, nerede olduklarına dair ise koskoca bir soru işareti var...
Bazen programın aracılığıyla bulunan insanların onu aramaya çıkmış birilerine karşı “sizi istemiyorum” diyecek kadar basit davranışı bile bana sıradan gelmeye başlamıştı. Çünkü sıkça rastladığım bir durum idi bahsetdiklerim... 
Neden arıyorsun ki, seni aramayan birini, o isterse çekip gitmezdi,o isterse seni arardı, gerek var mı onun için gözyaşı akıtmaya?... Malesef...Malesef.. Bazen bu kadar basit yanaşıyordum bu konuya.... Kalbini kırdıklarım bile olmuştu bu insanların arasında olanlardan. Sonradan gizli gizli ağladıklarını görmüştüm herhalde söylediğim kelimelerden dolayı.
2 aylık ayrılık ve sevdiklerimden çok uzaklarda...
Şimdi anlamaya başlıyorum ayrılığın ne demek olduğunu... 
Hani derler ya insanoğlu, sevdiklerinden uzaklaştığında ya da kaybettiğinde anlar onların değerini. Hayatta varlığına o kadar alıştığın şeyler olur ki, değerini kaybedince anlıyorsun. Ama bu durumda bile  şükürler olsun ben o insanlardan çok farklıyım... En azından sevdiklerimi, aradıklarımın nerede olduklarını biliyorum. Bazen onların özlemini dakikalarca telefonda konuşarak gidermeye çalışıyorum. 
Bunun için çok mutluyum, ama içimde bir pişmanlık duygusu var geçmiş düşüncelerim konusunda. Benim bunları anlamak için uzaklaşmam mı lazımdı sevdiklerimden? Ama cevabımda ‘Evet’... Ne yazık ki bu hayatın kuralıymış...
Şimdi orada olsam o zavallı insanların yüzüne baksam kendimi tutamam, ağlamaya başlarım ve bundan çok eminim. Ara sıra programımızın fragmanlarını izliyorum ve gözyaşlarımı zor tutuyorum, halbuki o fragmanları ben hazırlıyordum... Çok sakin, hissiyatsız biri gibi... Böyle olmalıymış, böyledir diye... Şimdi çok değerli, benim için hayatımın sokağının her köşesinde küçüçük bir yeri olan birileri bile... Çok değerlisiniz benim için... Kaybetmeyeceğim hiç bir zaman... İyi ki, geç olmadan anladım bunları...
Bahsettiğim programın sonunda her defasında çok sevimli sunucumun (Xoşqedem Hidayetqızının) dediyi şu sözler hala kulağımda çınlıyor. Sevdiklerinizin elinden sıkı sıkı tutun, sevdiklerinizi sıkı sıkı sarılın ki, bir gün onların yokluğu canınızı acıtmasın ve bir gün onları arıyorum deyip yola çıkmayasınız...