Geçtiğimiz haftalarda gazetelerin haber verdiğine göre Tekirdağ İl'imizin Şarköy İlçe'sinde, AKP'den Belediye Resi seçilen zat'ın öncülüğünde Şarköy'de bir "ŞARAP FESTİVALİ" tertip edilmesi çalışmaları başlatılmıştır. Bunun üzerine İlçe Müftüsü, Ruşen Özkan "Niçin üzüm Festivali değil de şarap festivali oluyor? Şarap dinimizde haram olan bir içkidir." diyerek eleştiride bulunmuştur.  

Cum'a namazından önce İlçe camilerinde içkinin haram olduğu, Cemiyetimize nasıl zararlı olduğu hususundaki va'z'ının, kimi İstanbul gazetelerinde alaycı bir uslupla haber yapılması üzerine müteakıp hafta cum'a va'z'ında bir kerre bir önceki konuşmasını haber yapan gazeteler ve gazeteciler hakkında" haberler yüzünden Şarköy'deki kurumlar arasında kavga varmış gibi yorumlar yapılıyor. Sanki Şarköy'deki kurumlar arasında kavga varmış gibi gösteren kalp gözü görmeyenler, gzöleri uzakları görmeyenlerden bahsediyorum. Allah Celle Celâlühû bu gibi kişileri ıslah eylesin! Fitne fesat yapan hiç kimse Allah tarafından mükâfalandırılmaz. Böyle kişiler cezalandırılmıştır. Bu gibi insanlar cenneti hiç bir zaman göremezler. Her şeyin bir sonu vardır, bunların da sonu cehennemdir." şeklinde konuşmuştur.  

Vak'ayı ve Müftü Efendi'nin birer hafta arayla yaptığı iki konuşmayı tahlile tabi tutmak gerekirse:  

Peygamberinin dilinden "İçki bütün kötülüklerin anasıdır. (kaynağıdır.)" diye vasıflandırılan içkiye karşı olmak, içkinin sevimli gösterilmesi çalışmalarına karşı durmak Müftü Efendi'nin hakkıdır, vazifesidir. Diyanet İşleri Başkanlığı'mız ve taşra Teşkilatında vazifeli bulunan müezzin, İmam, vaiz ve Müftü hepisinin vazifesi Müslümanları i'tikat ve ibadet mevzuunda tenvir etmektir.  

Bu bakımdan Müftü Efendi'nin "ŞARAP FESTİVAL"ine karşı çıkması ve va'z'larında bu konuda müslümanları aydınlatması hem vazifesi hem de hakkıdır.  

Haklı olduğu bir mevzuda vazifesini ifa ettiği için, istihza ile karışık tenkide maruz kalmıştır. Bir kimse uhdesindeki vazifeyi ifa ettiği için tenkide maruz kalmamalıdır, istihzaya asla!...  

Ne varki, Türk Basını'nın habercilik anlayışı ve neşriyat politikaları bu! Türkiye'de Gazetecilik programlarının uygulandığı mekteplerde ilk derslerden birisinde söylenen "Gazetecilikte önemli olan haberi okutmaktır, bir şekilde haberi cazip hale getirmeniz gerekir. Mesela, bir köpeğin adamı ısırması haberdir, fakat cazip bir haber değildir. Adamın köpeği ısırması cazip haberdir. Müftü'nün keçisinin çalınması bir haberdir, ama asıl cazip olan haber, Müftü'nün keçi çalmasıdır."  

Ma'alesef, yarım asırdır, Türkiye'mizde Müftü'nün keçisi ne vakit çalınmışsa gazeteciler haberleri tersyüz edip Müftü'ye keçi çaldırmışlardır.  

Müftü Efendi'nin bunu bilmesi lazımdı. Kaldıki muhatap aldığı insanların çoğu Ataist'dirler. Allah ile cennet-cehennem ile bunların bir alakaları yoktur. Müftü Efendi bunları muhatap almamalıydı.  

Bu tartışma bizi 40 Yıl öncelere götürdü. 1960'lı yılların başında İstanbul'un Çatalca İlçe'sinde vazife yaptığımız yıllarda:  

İlçe nüfusu 4.500 civarındaydı. Halkının ekserisi, Yunanistan Muhaciri Patriyotlardan oluşmaktaydı. İleri yaşlarda buraya gelmiş olanlar Türkçe'yi bile öğrenememişler, kendi aralarında hâlâ Yunanca konuşurlardı. İlçe'de içkisiz Lokanta ve Aşevi yoktu, misafiriniz geldiğinde "Arnavutların börekçi dükkanından başka bir yerlerde ağırlayamazdınız. İlçe'de üç cami olmasına rağmen (Ferhatpaşa Alipaşa, Kaleiçi) namaz kılan cemaat'in sayısı bir elin parmakları kadardı. Rize'li, Fırıncı Osman Efendi, yanında çalışan İrfan Efendi, Manifaturacı Ali Taşkın Bey, Bakkal Rauf Efendi, Marangaz İlhami Bey, camilerin İmam ve müezzinlerinden ibaretti.  

Yapılan istatistiklere göre Çatalca nüfusu itibariyle memleketimizin en fazla içki satılan yeriydi. Çatalca'nın ileri gelenlerinden Manifaturacı Ali Taşkın Bey'in gayretleriyle Türkiye Yeşilay Cemiyeti'nin bir şubesi burada açılmıştı. Fakat fazla bir te'siri olmamıştı.  

Cum'a günleri Gebze'de va'z ediyordum, yetişebilmek için çok erken saatlerde kalkıyor, bazen Ezan okunmadan önce Sabah namazını kılıp öyle yola çıkıyordum. Yine böyle bir günde, Meyhanelerin çevirdiği küçük, havuzlu meydanda Otobüs'ün hareketini beklerken, Çatalca Müftüsü, Merhum Lütfü Davran (Lutfü Ağabey), Sabah Ezanı'nı okumaya başladı.  

Aman Allahım! O ne yanık ses; o ne güzel okuyuş! bir an öyle hissetim ki, Kainatta herşey, kuşlar, kurtlar, böcekler herkes susmuş bu lâhûtî sedayı dinlemeye koyulmuş!... Sabah'ın sükûnetinde Ferhatpaşa Cami'inin fazla yüksek olmayan Minaresinden yükselen bu ilahi ses, tepede yankılanıyor, tüm Çatalca ovasında duyuluyor, sanki Melekler Ezan-ı Muhammedi'yi tekrarlıyorlar.  

Meyhanede sabahlamış bir Çatalca'lı meyhaneden çıkıyor, yalpalayarak küçük Meydandaki havuzun başına geliyor, duruyor, Ezan-ı Muhammedi'yi sonuna kadar dinliyor, Ezan bittikten sonra "Abe Yav! Bu adam, insanı zorla cami'ye getirecek." diyor.  

Çatalca'da vazife yaptığımız yıllarda sık sık, bütün Trakya'yı kapsayan seyahatlarımız olurdu. Bu seyahatlarımızda hususiyle Tekirdağ İl'imizin bazı ilçelerinde, Muratlı, Hayrabolu ve Şarköy gibi yerlerde çok içki içildiğine, pek çok yerleşim yerinde kendi üretimleri olduğu için Şarab'ı, pekmez, sirke gibi bolca kullandıklarına şahid olmuştuk. Büyüyünce güzelleşmeleri için kız çocuklarına özellikle şarap verildiği bize ifade edilmişti.  

O yıllarda Hayrabolu'da bir müddet Müftülük yapan Merhum Bekir Öztürk Hoca Efendi, duruma muttalî olunca Hayrabolu'nun Merkez Cami'inde Cum'a va'z'ında "Şarabın da diğer sarhoşluk veren maddeler gibi kat'î olarak haram olduğunu, kendiniz ürettiği ve kolayca ulaşabildiğiniz için şarabı pekmez, sirke gibi kullanmayınız, Allah şarabı Mü'minlere haram kılmıştır." demiş!...  

Hayrabolu'da Cum'a namazından sonra İnsanlar birbirlerine "duydun mu be yav! Müftü Efendi şaraba haram diyesiymiş?.. diye seslenirlermiş. Anlattıklarım 40 yıl öncesinin hikayeleridir, günümüzde istatistikler ne gösteriyor bilmiyoruz. Ama bildiğimiz bir şey varsa Memleketimizde en muhafazakar İl'lerimizde bile mesela Hazret-i Mevlana ile birlikte anılan Konya'mızda bile içki kullanılmasında rekor seviyede artışlar olduğu bilinmektedir. Turistik mahaller her halde bu istatistiklerin dışında tutuluyordur.  

Oysa Anayasa Devletimizi, vatandaşların beden ve ruh sağlığını korumak için tedbir almakla vazifelendirmiştir.  

Not: Bilindiği gibi "KURAN-I KERİM MEALLERİ ÜZERİNE DÜŞÜNCELER" başlıklı seri yazıların 6. sı geçen hafta bu köşede yayınlandı. Meal, tercüm ve tefsir mes'lesini tarihi perspektif'ten ele alınca bu köşenin formatını aşmıştır. Bu sebeble İnşa Allah! yeni açacağımız bir "SERİ YAZILAR" köşesinde devamını bulacaksınız. Saygılarımla. M.A.