Geçen yazımda sansürden biraz bahsetmiştim, özellikle Didem Madak’a yapılan sansürden. Bu konuyu biraz daha irdelemek istiyorum. Umarım sansüre uğramam! Her zamanki gibi TDK sözlüğüne şöyle bir göz attım. Fransızca kökenli bir kelime olan sansür; her türlü yayının, sinema ve tiyatro eserinin hükümetçe önceden denetlenmesi işi, sıkı denetim anlamına gelmektedir. Bir de Wikipedia’da geçen bir ifadeyi paylaşmak istiyorum: Sansüre uğrayan şeyler tek bir kelimeden başlı başına bir kavrama kadar değişebilir ve değer sisteminden, ahlâkî yargılardan etkilenebilir.
En temelde insan baz alınırsa… İnsanın kendi içinde hoşuna gitmeyen şeyleri engellemek ve yok etmek gibi bir dürtü olduğu kanaatindeyim. Etrafa, çevreye şöyle bir baktığımızda birbirine tahammülsüz insan yığınları görmemek oldukça zordur. Bir kişinin karşısındakine tahammül etme gibi bir zorunluluğu da yoktur zaten. Asıl ipin koptuğu yer tahammülsüzlüğün başladığı noktada, tahammül edemeyen kişinin çekip gitmemesi ya da gidememesidir. Çekip gitse ya da karşınsındakini saygıyla anlamaya çalışabilse gitmesine de gerek kalmayacaktır.
Türk tarihinin ilk sansür kararı 1876 yılının Mayıs ayında çıkartılan ‘Âli Kararnamesi’ ile verilmiştir. Bu karar ile gazetelerde çıkacak yazıların kontrol edilmeden yayımlanmamasını emredildi. Gazetelerde bu kararnameden sonra sansürlenen kimi yazıların yeri boş bırakıldı, kimi tamamen sansür edilen gazetelerin, ilanlarına bakıldığında makinelerin bozulduğundan yayım yapılmayacağı duyuruluyordu. Bu ve buna benzer kararnameler, uygulamalar, baskıcı politikalar olagelmiştir. Peki, günümüzde durum ne? Aslında pek de farklı sayılmaz. Aynı tas, aynı hamam, aynı sansür! Birleşmiş Milletler Demokrasi Fonu, dünyanın her bölgesinden toplamda 37 ülkenin internet özgürlüğünü araştırdığı sansür raporunu yayımladı. Rapora göre 2009 yılında Türkiye’nin sansür puanı 42, yani kısmen özgür. 2011’e bakıldığında 45 yine kısmen özgür fakat değişime bakıldığında bir gerileme söz konusu.
Özellikle bu sansür babında o kadar çok yazı var ki… Dikkate alan yok maalesef. Güç varsa, para varsa, iktidar varsa, üstünlük sağlanmışsa sansür de olasıdır. Özetle: Benim dediğim olacak! Okuyanlar hatırlayacaktır, Susuz Yaz adlı yazımda Necati Cumalı’nın eserinin ne hallere sokulduğunu anlatmıştım. Buna sebep de kitaptan uyarlanan filmin Türkiye’de sansüre uğraması!
Bırakın dünyayı, bırakın Türkiye’yi sansür denen o meşum şey, evimizin içinde dahi olabiliyor. Siz fark etseniz de etmeseniz de bir şekilde ucundan bucağından dahil oluveriyorsunuz sansüre. Ama sansürleyen ama sansürlenen olarak... Ataerkil bir toplum olduğumuzdan ötürü aile, baba etrafında şekillenmek zorunda bırakılır. İstisnalar da vardır elbet fakat genelde böyledir. Bunun yüzündendir ki birçok baba, aile fertleri üzerinde kısıtlama hakkının bulunduğunu zanneder. Yani aslında sansürün kaynağı devlet değil ailedir. Sansür ailede başlar…