“Görüş, etki ve temas alanımız ne kadar darsa, o kadar mutluyuzdur: Bunlar ne kadar genişse, o kadar ıstırap çeker, ürkeriz. Çünkü bu alanla birlikte kaygılar, arzular ve korkular da çoğalır ve büyür. Bu yüzden körler bile bize ilk başta göründüğü kadar mutsuz değildir…”
Arthur Schopenhauer’ın Yaşam Bilgeliği Üzerine Aforizmalar adlı kitabında kapak yapılan bu kısım beni bir hayli düşündürdü. Salt olarak bilgiyi ele alırsam suje ile obje arasındaki etkileşim diyebilirim fakat yukarıdaki kısımda mutluluk kavramı her şeyi en baştan düşünmeye sevk ediyor. 
 Kitabı okumayı sürdürdüğümde bilmek, bilmemek ve mutluluk üçgeninin daha kolektif bir yapı içinde bir bütün olduğunu fark ettim. Şöyle ki bilmek insanı mutlu edebilir; tabi bu, insanın neyi bildiğiyle doğrudan ilintilidir. Bilmemek de insanı mutlu edebilir, tabi bu da diğeri gibi, insanın neyi bilmediğiyle ilgilidir. Dolayısıyla birçok kişiyi, nesneyi kısacası bütün evreni içine alan dev bir üçgen çıkıyor ortaya.
Marguerite Duras belki de bu çelişki içinde yol gösterebilir bize. “Bir kitap nedir, bilmiyorum. Kimse de bilemez. Ama elinize bir kitap aldığınızda biliyorsunuz. Elinizde hiçbir şey yoksa, yalnızca var olduğunuz kadarını bildiğiniz gibi, henüz ölmediğinizi bildiğiniz gibi biliyorsunuz.” (Yazmak S.33)  Bilmek, yalnızca ölmediğimizin farkında olmakla sınırlı olsaydı keşke. Duras’a göre ortada bir kitap var fakat bilmiyoruz, belki okumayı, belki de kitabın ne olduğunu. Kitabın varlığı bile bize, ölmediğimizin farkına varmamızı sağlayıp bizi huzursuz edebiliyorsa varlığından emin olamadığımız (ki şu an var olduğu varsayımından yola çıkarak bu cümleyi kuruyorum) kitabı okuyunca zihnimize hücum edecek ıstırabın ne raddede olacağını düşünmek dahi istemiyorum. Zebur’da geçen bir kısım, bu ıstırabın kaynağına şöyle iner:
“Kendimi bilgi ve bilgeliği deliliği ve akılsızlığı anlamaya adadım. Gördüm ki, bu da yalnızca rüzgârı kovalamakmış. Çünkü çok bilgelik çok keder doğurur, bilgi arttıkça acı da artar.” (Vaiz 16–17)
Aslında bildiğimiz şeylerin varlığı, bilmediğimiz şeylerin yokluğunu tamamlıyorsa kendimizi mutlu sayabiliriz. Bahsettiğim şey size acı veren yaraya pansuman yapmak gibi bir durum. Fakat şuna şüphe yok ki: “Mutluluk kolay iş değildir; onu içimizde bulmak zor, başka yerde bulmaksa imkânsızdır.”(Chamfort)