Ah Haydarpaşa ah…
İki ‘ah’ arasına koca evren sığıverir de yaşanmışlıkların biriktirdiği paha biçilmez ‘an’lar sığmaz, sığdırılamaz ve taşar istemsizce kelimelerle. Hele de inşa edildiğinden bu yana milyonlarca insanın iki ‘ah’ arasına sığdıramadığı ‘an’larını bir tren garının duvarları arasına sığdırabildiği geldikçe aklıma, ağzımdan tutamadığım ‘ah’lar silsilesi yükseliyor. Kim bilir, belki herkesin kıyısından köşesinden bir anısı vardır Haydarpaşa’yla.
Dışarıdan baktığımda zihnimde hep bir Nazi binası silueti bıraksa da, o haşmetli yapının içindeki sıcaklığı yakalamam çok sürmemişti. TCDD’nin kanatlı metal amblemi de nedense bana hep gamalı haçı hatırlatır. Ne de olsa II. Abdülhamit zamanında Anadolu istikametinde Bağdat demiryolunun Alman sermayesiyle gelişmesi sonucunda Haydarpaşa Garı’nın yapımına başlandı.  Mimar Otto Ritter ile Helmuth Cuno’nun projesiyle ortaya görkemli bir gar çıktı. Prusya neo-Rönesans üslubu garın, her köşesinde göze çarpar. Haydarpaşa’nın yapımı 1908 yılında tamamlanmıştır.
Ah Haydarpaşa ah…
Geçen sene… Nisan ayıydı. Unutamadığım bir ‘an’a şahit oldum Haydarpaşa’nın bilet gişelerinde. O gün aldığım bileti hala saklarım, o ‘an’ın nişanesi olarak. Tam olarak 14:08:32’de almışım bileti 2 numaralı gişeden, tarih: 20/04/11. Fatih Ekspresi 3. vagon, 48 numaralı koltuk. Küçücük bir kâğıt parçasının koca, paha biçilmez bir ‘an’ı nasıl kucakladığını anlatayım.
Bilet almak için gişeye doğru yöneldiğimde önümde yaşlıca bir amcanın olduğunu fark ettim. Gişe memuruyla fısıltıyla, sıkıla çekine konuşuyordu. Önce pek bir şey anlamadım. Gişe memuru, amcaya biletini getireceğini ve biraz kenarda beklemesini söyledi. Sıra bana geldiğinde, gişe memuru telefonun ahizesini yavaşça kaldırdı ve bir numara çevirdi. Konuşmalarından anladığıma göre amcanın bilet parası yokmuş, gişe memuru bu konuda bir şey yapılıp yapılamayacağını soruyordu karşısındakine. Büyük ihtimalle amiriyle konuşuyordu. Daha sonra amcanın bilet işini hallettiğini anladım. İçimde sebepsiz bir mutluluk hissetmiştim. Yüzümde alışık olmadığım bir tebessüm belirmişti.
İşte bu ve bunun gibi sayısız ‘an’lar vardır Haydarpaşa’da. Dışı ürkütse de içi hakiki sıcak bir yuva gibidir. Ya da gibiydi mi demeliyim? Peki ya şimdi? Haydarpaşa artık yok, sessiz ve bir o kadar da soğuk. Yanlış hatırlamıyorsam iki yıl tadilatta olacak. Peki sonra? Büyük ihtimalle (umarım bu hiçbir zaman olmaz)  özelleştirilecek. Neden? Basit. Çünkü para konuşur!
Ah Haydarpaşa ah…