Yeryüzündeki Müslümanların Halifesi, Türk’lerin Hâkân’ı, Osmanlı Devlet-i Aliyye’sinin başı, devrinde dünya’nın en siyâsî, en müdebbir, en merhametli devlet adamı, Ulu Hâkân, Sultan 2. Abdülhamîd Han’ı, devletin başından uzaklaştırmak, Devlet-i Aliyye’yi tarihten ve dünyadan, coğrafyadan silmek için Said-i Kürdî’nin kimlerle ittifak ettiğini tebârüz ettirebilmek için, İttihad ve Terakkî Cemiyeti’ni, Jön Türk’leri, Rumeli’de dağa çıkan, Kolağası Niyâzi ve arkadaşlarını, Yıldız Camiî’nde, Cum’a Selâmlığı sırasında bomba patlatan Ermeni Komitacıları, Düvel-i Muazzama’nın baskısı ile yeniden ilân ettirilen 2. Meşrûtiyeti, Meşrûtiyet çerçevesinde yapılan Meclis-i Meb’usân seçimlerini, Selânik’ten İstanbul’a hareket eden Hareket Ordusunu, Hareket Ordusu’nun Selânik’ten hareketinden önce aşağı rütbeli subaylara ve neferlere, “İstanbul’da Müslümanların Halifesi, Türk’lerin Hâkânı, Devlet-i Aliyye’mizin başı tehlikededir, Pâdişahımızı, Devletimizi korumak için İstanbul’a hareket ediyoruz.” denildiği halde, İstanbul’a gelince, Sultan 2. Abdülhamid Hanı taht’dan indirmek için Hareket Ordusunun baskı unsuru olarak kullanıldığını, Meclis-i Meb’usan’da azınlık mensuplarının nasıl çoğunluk oluşturduğunu, çok iyi bilmemiz lazımdır. Lâzımdır ki, Said-i Kürdî’nin kimlerle işbirliği içerisinde çalıştığını anlayalım. Anlayalım da, günümüzde bir müceddid, bir kurtarıcı olarak lanse edilmeye çalışılan bu zât’ın kim olduğunu yakından tanıyalım...
Bu serî’nin bundan önceki bölümlerinde, Ermeni Komitacılarını, 31 Mart tertibini kısaca anlatmaya çalıştık...
Serî’nin bundan sonraki bölümlerinde de, Siyonist’lerin Osmanlı Devlet-i Aliyye’sini parçalama plânları, Manastır’da, Selânik’te mayalanan İttihad ve Terakkî Cemiyetini, Paris’te Jön Türk’leri, Meclis-i Meb’usan seçimlerini, hâl fetvasını ve Abdülhamid Han’ın tah’t’dan indirilmesini yazmaya gayret edeceğiz...
Siyonizm: Avrupa’nın muhtelif ülkelerinde alevlenen Yahûdî düşmanlığının korkunç boyutlara ulaşmasına bir tepki olarak doğan siyonizm, önce bir felsefe daha sonra örgütlenmiş bir hareket olarak dünya tarihi sahnesine çıkmış, emelleri dünya’daki bütün Yahûdi’lerin Filistin’de bir devlet kurmaktı. Siyonizm’in ortaya çıkışı, Filistin’in Osmanlı Devlet-i Aliyye hâkimiyetinde olduğu bir zamana rastlar.
Filistin’de bir Yahûdi devleti kurmak isteyen siyonistler faaliyete geçince, Filistinli Müslüman Arap’lar, durumu telgrafla İstanbul’a bildirmişler.
Osmanlı tah’t’ında bulunan Sultan Hamid Hân durumu kavramış, “Eğer Filistin’de Müslüman Arap unsurlarının fâikiyetinin (üstünlüğünün) muhafazasını istiyorsak, Filistin’e Yahûdi’lerin yerleştirilmeleri fikrinden vazgeçmeliyiz. Aksi takdirde yerleştirildikleri yerde kısa zamanda bütün kudreti elde edeceklerinden orada bulunan dindaşlarımızın ölüm fermanını imzalamış oluruz,” demişti.
Bunun üzerine siyonist lider Herzl başkanlığında bir Yahûdi Hey’eti, Filistin’e 50.000 Yahûdi muhâcirinin yerleştirilmesi talebiyle İstanbul’a gelmiş, mes’eleyi Sultan Abdülhamid ile müzâkere etmiştir. Hey’et, binbir rica ve minnet’den sonra, Filistin’de az bir miktar toprak karşılığında, bütün Osmanlı borçlarının ödenmesini, bütün Avrupa’daki Osmanlı ve Abdülhamid aleyhinde yapılan neşriyatın durdurulmasını teklif etmişlerdir.
Sultan 2. Abdülhamid Han, “Bütün dünya’nın servetini önüme serseniz, bir karış dahî olsa size toprak satmam, zirâ bu vatan, bu topraklar bana ait değil, milletime aittir. Benim Suriye ve Filistin alaylarımın ferd’leri bir bir Plevne’de şehîd düşmüşlerdir bir kişi dahî geri dönmemiştir, hepsi de muharebe meydanlarında kalmışlardır.” diyerek, siyonist hey’eti huzurundan kovmuştur. Abdülhamid bununla da yetinmemiş, siyonistlerin Filistin’e sızmalarını önlemek maksadıyla bir hükûmet programı hazırlanmasını Bâb-ı Âlî’ye tebliğ etmiş, Osmanlı Hükûmeti derhal mes’eleye eğilmiş, Yahûdi’lerin Filistin’e girmelerini ve Filistin’e yerleştirilmelerini yasaklayan bir seri tedbirler almıştır.
Abdülhamid’den ümidi kesen Yahûdî’ler, diğer Abdülhamid ve Devlet-i Aliyye düşmanları ile ittifak etmişler, önce Abdülhamid’i tah’t’dan indirmişler, sonra da Devlet-i Aliyye’yi parçalamışlardır. Abdülhamid düşmanlığı’nda ve Devlet-i Aliyye yıkıcılığında, Said-i Kürdî’nin en büyük müttefiklerinden birisi de siyonistler ve Yahûdî’lerdi.
Nitekim, Sultan 2. Abdülhamid tah’t’dan indirildikten sonra, Devlet-i Aliyye parçalanmış, pek çok Memâlik-i Osmaniye gibi, Filistin de 400 yıl aradan sonra düşmanların eline geçmiş (1917), siyonist’lerin 20. asrın Siyon Dağı’nda yaptıkları toplantıda, 50 yıl içerisinde Filistin topraklarında, mutlakâ bir İsrail Devleti kurulması hayali gerçekleşmiş, 1948 yılında maalesef Filistin topraklarında bugünkü İsrail Devleti kurulmuştur.
Siyonist’lerin, Siyon Dağı’ndaki toplantılarındaki asıl karar şöyleydi:
“İlk yarım asır zarfında, Filistin’de bir İsrail devleti, ikinci yarım asırda da Nil’den Fırat’a büyük İsrail Devleti’nin kurulması.” Birincisi gerçekleştirilmiş ise de, 20. asrın sonlarında ve 21. asrın ilk çeyreğinde bulunduğumuz bu zamana kadar ikinci emelleri henüz gerçekleştirilememiştir. İnşâ Allah! İkinci emelleri hiçbir zaman gerçekleşmez, dünya’nın çıban başı olan ilk devletleri de en kısa zamanda hâk ile yeksân olur...
Devlet-i Aliyye’yi Osmaniyye-i tarih sahnesinden silmek için gayret sarfeden Düvel-i Muazzama, öncelikle devletin başındaki Pâdişah’ın devletten uzaklaştırılması gerektiğini düşünüyordu. Bunun için öncelikle Meşrûtiyet ilân edilmeliydi. Dışarıdan gelen tahrikler, içimizdeki beyinsizlerin teşvikleriyle 23 Temmuz 1908 (1324) tarihinde davul-zurna ile Meşrutiyet ilân edildi.
1. Meşrûtiyetin de, ikinci meşrûtiyetin de ilân edilmesi, esâsında Devlet-i Aliyye’mizin yıkılması için oluşturulan pekçok sebeplerden birisi olduğu âşikâr idi.
Sultan 2.Abdülhamid’in taht’a çıkışından çok kısa bir müddet sonra, Düvel-i Muazzama’nın ve içimizdeki beyinsizlerin baskısıyla Meşrûtiyeti ilân etmesi ve buna bağlı olarak Meclis-i Meb’usân seçimleri, seçimler neticesi Meclis-i Meb’usânın tarz-ı terekkübü yukarıdaki iddiamızın ne kadar geçerli olduğunu göstermektedir. 13 Şubat 1878’de süresiz olarak Sultan 2. Abdülhamid tarafından kapatılan Meclis-i Meb’usân’ın seçilme usûlü ve tarz-ı terkibi dikkatle incelenmelidir.
Şöyle ki, Düveli Muazzama’ya jet olsun diye seçim kanunu Devlet-i Aliyye’nin Gayr-i Müslim teba’sının lehine işleyecek bir tarz’da ayarlanmış, Devlet-i Aliyye’nin Avrupa Kıt’asındaki eyâletleri, Asya Kıt’asına nisbetle daha fazla meb’us çıkarmak hakkını elde etmişti. Filhakîka, Meclis-i Me’busandaki sandalye sayısı, 44 Hıristiyan ve 4 Yahûdî meb’usa karşı, 77 Müslüman tarafından işgal edilmişti. Ama bu Müslüman ekseriyet sadece Türk’lerden müteşekkil değildi. Aralarında, Araplar, Arnavutlar ve Kürt’ler vardı.
Meclis-i Me’busan’a seçilen ve Türk olmayan Müslüman temsilciler de aynı çatı altındaki gayr-i Müslim grupların te’sirinde kalarak onlar gibi kendi milletlerinin menfaatlerini dile getiriyorlardı.
İkinci Meşrûtiyyetin ilânından sonra yapılan seçimler de aynı kanun ve usuller müvâcehesinde yapılmış, ikinci Meclis-i Me’busan da aynı terkib tarzı ile teşekkül etmişti.
YORUMLARA CEVAPLAR:
“Sanal ve Çizgi Film Müceddidi!... (4)” serlevhalı yazımıza, “Misâfir” rumuzuyla yorum yazan muhterem kardeşimiz, buyuruyorlar ki; “Durup dururken nereden çıktı böyle bir yazı yazmak. Mustafa Akkoca Beyefendiye yakıştıramadım. Cemaatler arasına fitne ve tefrika sokmaya çalışmak faydalı netice vermez.” İmam-ı Rabbânî, Müceddid-i Elf-i Sânî Hazretleri’nin mektubat’ında, zikrettiği İbn-i Hacrü’l-Mekkî’nin Savâ-ikî’de Câmiü’l-Hatb-i el-Bağdâdî izâfeten zikrettiği bir Hadis-i Şerif’te, Resûl-i Zâşân Efendimiz şöyle buyuruyor: “Fitneler zuhur ettiğinde, ya da bid’at’lar söylenilmeye, benim Ashabım’a sövülmeye başlanıldığında, benim ümmetimin âlimleri ilimlerini ızhâr etsinler (açığa çıkarsınlar). Ümmetimden her kim bunu yapmazsa, Allah’ın, Melek’lerin ve bütün insanların la’neti onun üzerine olup, Cenab-ı Hakk, aslâ o’nların farz ve tevbe’lerini kabul etmez.”
Kendisini, “İstibdadın Garîbüz’Zamanı, Meşrûtiyetin Bediu’z-Zamanı, şimdikinin de Bid’atü’z-Zamanı olarak tavsif eden bir bid’at’ın fıskını izhâr etmek, her türlü bid’atlarla mücadele etmek bizim ihmal edilemez vazifemizdir. Böyle biline!...
“BİLÂL” rumuzuyla yorum yapan pek muhterem kardeşime!
İltifatınıza teşekkür ederim. Süleyman Efendi Hazretleri’nin Rahle-i Tedrisinde bulunan, bizzat kendisinden ders okuyan ağabeylerimiz, artık Ekall-i Kalil’dir. Hayatta olanlara, sağlıklı uzun ömürler temenni ederken, âhirete intikâl edenlere Rabbimin vâsî rahmetini niyaz ederim. İmkânlar ölçüsünde, sütunlarımızda teker teker veya topluca, resimleri arşivimizden mevcut olanların resimleriyle yayınlamayı düşünüyoruz.
Hatırat Mes’elesine gelince, edebî eserler arasında en zor olanı, “Hatırat” yazmaktır. Bizde günbegün not tutma itiyadı bulunmadığından, aradan geçen uzun yıllarda “Hâfıza-i Beşer, Nisyânla Ma’lûl’dür,” fahvasınca unutmalar neticesi, kırk-elli sene öncesindeki bir hâtıra’da, fâhiş-maddî hatalar meydana gelebiliyor. Bahsettiğiniz Merhûm Mehmed Emre Hocamızın “HÂTIRATI” mevzi’i, Eskişehir, Kütahya, Balıkesir, kısmen de Manisa ile alakalıdır..
Ali Erol Ağabey’in “HATIRATIM” adını verdiği notları, 1943-1945 yılları arasına ait notlardır. Ancak, günbegün tutulmuş notlar olmayıp, 50 sene sonra hatırlanılmaya çalışılmış notlardır. Böyle olunca da ba’zı maddî hatalara düşülmüştür. Meselâ, “HATIRATIMIN” 19. sahifesinde “okumak için İstanbul’a geldiğimizde Kemâl Ağabey’in evlenmek için kiraladığı, henüz inşaatı yeni bitmiş, öylesini ilk def’a gördüğümüz dâiresinde bir müddet kaldık.” denilmektedir.
Beyağabeyimiz, Sultan Ablamızla 05.01.1944’de evlenmiş olup, devrin en zenginlerinden, Merhûm Halil Kacar Bey’in, devrin en mu’tenâ semti Lâleli’deki Lâleli Camiî’nin karşısında bulunan aileye ait, Güneş Apartmanı’nın, ailenin en büyük oğlu olması hasabiyle en güzel dairesine taşınmıştır. Güneş Apartmanı, devrinin en lüks yapılarından birisi olup, elektriği, terkos su şebekesi, asansörü, kaloriferi bulunan bir apartmandı –ki o yıllarda İstanbul’da bulunan binaların %90’ında elektrik, su, kalorifer, asansör bulunmazdı. Beyağabeyimiz, çocukluğunda, gençliğinde, irtihâline kadar hayatının hiçbir safhasında aslâ maddî bir sıkıntı içerisinde olmamıştır. Elbette, Sultan Ablamız, Hadice Bedîa Sultan da...