22 Nisan 1909 günü Âyan Reisi, eski Sadrazam’ların Said Paşa’nın başkanlığında Meclis-i Umûmî ve Meclis-i Millî adıyla gizli bir toplantı yapıldı. Hareket Ordusu hakkında, lehinde bir beyânnâme neşredildi. Abdülhamid Han’ın hal’ine burada karar verilmişse de karar gizli tutuldu. Bu arada, Pâdişah, Sadrazam Tevfik Paşa’ya “Saltanatı bırakabileceğini, ancak bir komisyon kurularak 31 Mart Vak’asında dahlinin olup-olmadığının ortaya çıkarılmasını” istedi. Tevfik Paşa bu hususu Said Paşa’ya anlattığında, Said Paşa, “Eğer Sultan Hamid bu komisyonun tahkikinden sonra temize çıkarsa bizim halimiz nice olur,” diyerek karşı çıktı. Tevfik Paşa da, Said Paşa da ve diğer bütün yetkililer de, Sultan Abdülhamid’in 31 Mart Vak’asında dahlinin olmadığını adları gibi biliyorlardı.
Bu arada, Sultan 2. Abdülhamid Hân Hazretleri, Topçu Feriği Hurşid Paşa ile Dersvekili Hâlis Efendi’yi Hareket Ordusuna göndererek, meşrûtiyetin muhafaza edildiğini Ordu Kumandanlarına da Hareket Ordusuna karşı koymamaları hususunda askere yemin ettirilmesini talep ettiğini bildirdi.
Bunun üzerine, Hareket Ordusu kısa süre zarfında İstanbul’a hâkim oldu. Ordunun Kumandanı Mahmud Şevket Paşa Örfî İdare ilân ederek, Divân-ı Harp ve darağaçları kurdurdu. Suçluların yanında pek çok ma’sum da idâm edildi.
İstanbul’da asayiş te’min edildikten sonra Âyan ve Meb’usân’dan müteşekkil Meclis-i Millî âza’ları bu kerre 27 Nisan 1909’da İstanbul’da Ayasofya civarındaki Meclis-i Millî binasında, Meclis-i Umûm-i Millî adı altında toplandı. Meclis-i Millî Umûmî, 240 Meb’us, otuz dört Âyan olmak üzere toplam 274 kişiydi.
Meclis-i Millî Umûmî Reisi Said Paşa, mâbeyn kâtipliğinden başlayarak muhtelif hizmetlerinde ve yedi def’a Sadrazamlığı’nda bulunduğu Abdülhamid Han’ın otuz üç yıllık icraatından en az onun kadar mes’ul olduğunu unutarak, sayısız ni’metlerine mazhar olduğu Pâdişah’a karşı cephe almış bulunuyordu. Meclis’te, Pâdişah’a taht’dan çekilme teklifinde bulunulması kararını oylamadan, ayağa kalkarak Sultan 2. Abdülhamid’in hilâfet ve saltanat’tan hal’ine dâir kararı oya sundu. Meb’uslar ellerini kaldırarak hal’i kararına katıldıklarını belirttiler. Oylamaya i’tiraz eden ba’zı meb’uslar da baskı yapılarak susturuldu. Zor ve baskıyla da olsa, sonunda Abdülhamid’in hal’ine karar verilmiş oldu.
Hazindir! Meclis-i Millî Umûmî, aza’ları, Âyân ve Meb’uslar’dan, Sarıklı din bilginleri de dâhil, hemen hemen hepsi “hal’i, hal’i, hal’i” diye tempo tutup yırtınırcasına bağırırken sadece bir tek insaflı ses! Bir tek mert bir adam! Âyan aza’larından, Rum temsilcisi Yogiyadis Efendi, ağlayarak “Yapmayınız Efendiler, Abdülhamid ma’sumdur, hem Osmanlı’nın Pâdişahı, Türk’lerin Hâkânı, yeryüzündeki Müslümanların Halifesine, hem de Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye’ye yazık ediyorsunuz, günahtır,” diye haykırıyordu.
Tarihler bu insaf sahibi zâtı elbette takdirle ve saygıyla karşılayacaktır.
Pekiyi! Hal kararını Pâdişah Sultan 2. Abdülhamid Hân Hazretleri’ne kim veya kimler tebliğ edecekti?
Meclis-i Millî Umûmî adına, Osmanlı’nın Pâdişahı, Türk’lerin Hâkânı ve yeryüzündeki Müslümanların halifesi, Sultan 2. Abdülhâmid Han’a hal kararını tebliğe me’mur edilen hey’eti dikkatle ve basîretle tetkik etmenizi ve değerlendirmenizi buna göre yapmanızı ehemmiyetle rica edeceğim.
Meclis’in hal kararını Pâşidah’a tebliğ etmek üzere seçilen hey’et, âyan’dan Ermeni Aram Efendi, Bahriye Feriği Lâz Arif Hikmet, Selânik Meb’usu, Yahûdî Emanuel Karasu, Draç Meb’usu Esad Toptânî’den oluşmaktaydı.
Hey’et arasında bulunan Selânik Meb’usu, Emanuel Karasu’nun, İtalyan Teb’asından ve Türk Fermasonlarının başı olduğunu tebârüz ettirmek isterim.
Halk kararının Yıldız Sarayı’ndaki tebliği sırasında, Arnavut Esad Toptânî Sultan Abdülhamid’e; “Millet seni azletti,” diyor. Herşeye rağmen i’tidalini muhafaza eden Sultan 2. Abdülhamid Han, “Hayır! Yanlış! Zirâ, azl değil, hal olacak,” diyor. Elbette azl ile hal mahiyetleri i’tibariyle birbirinden çok farklı şeylerdir. Azl ile hal arasındaki muazzam farkı fark edemeyecek kadar kaba-saba bir adamı hal kararını tebliğe me’mur etmişler...
Hal kararını ve bu kararın müstenidi sözümona fetvayı derin bir huzur ve sükûnet içerisinde dinleyen Pâdişah, “Bu fetva asla benim için verilmiş bir fetva olamaz. Fetva’da ve halk kararında tarafıma isnad olunan hâdise ve vak’alardan hiçbirisi tarafımdan işlenmemiştir.”
Fevkâlâde müşkil durumda kalan hey’et azaları, Umûmî Meclis’in kararı olduğunu söylemeleri üzerine, “Zâlike Takdîru’l-Aziz’i-L-Âlîm” (Bu azîz ve alîm olan Allah’ın takdiridir) meâlindeki âyet-i Kerimeyi okumuştur...
Rivâyetler odur ki, tam o anda, Yıldız Sarayı civarında hafif bir zelzele meydana gelmiş, saray sâkinleri ve o civarda oturanlar bu hafi sarsıntıyı hissetmişlerdir.
Sultan 2. Abdülhamid Han, artık Osmanlı’nın Pâdişahı, Türk’lerin Hâkânı ve de yeryüzündeki Müslümanların Hâkanı, halifesi değildir.
Yerine, Veliaht Reşad Efendi, “Sultan 5. Mehmed Hân” unvanıyla Osmanlı tahtına oturtuldu. Sultan Mehmed Reşad’ın sıhhat bozukluğu yanında aklî müvâzenesinin de yerinde olmadığını duymayan kalmamıştı. Hal ve cülüsun, (Abdülhamid’in hal’i ile Sultan Reşad’ın taht’a oturtulmasının asıl sebebi de bu olsa gerektir.)
Taht’dan hal edildikleri halde, katlolunmayan ilk Pâdişah 5. Murad –ki, 5.Murad’ı hal edildikten sonra katlettirmeyen, normal eceliyle ölmesini te’min eden Sultan İkinci Abdülhamid Han idi.- İkincisi ise Sultan 2. Abdülhamid Han’dır.
Sultan 2. Abdülhamid Han hal edildikten sonra, katledilmelidir, diye ısrarla taraftar arayan, Ahmed Rıza Bey’e en büyük muhalfeti-bizzat Pâdişah Sultan Mehmed Reşad göstermişti. Çırağan Sarayı’nda ikâmetine müsaade edilmesi hususundaki Meclis-i Millî’ye yaptığı müracaat, Hareket Ordusunun, artık bir diktatör gibi davranan Kumandanı Mehmed Şevket Paşa’nın aceleciliğiyle, şahsî eşyasını bile toplamasına izin verilmeden, gece yarısı Yıldız Sarayı’ndan çıkarılmış, Abdülhamid, aile ve mâiyet efradından olan otuz sekiz kişi ile birlikte Sirkeci Garı’ndan, husûsî bir trenle Selânik’e gönderilmiş, Binbaşı Fethi Bey (Okyar) kırk kadar Selânik jandarmasıyla muhafızlığına ta’yin edilmişti.
Sultan 2. Abdülhamid Han Osmanlı taht’ından indirildikten sonra Devlet-i Aliyye bütün cephelerde geriledi, Balkanlar, Kuzey Afrika, bütün Ortadoğu’dan çekilmek zorunda kaldı. Bulgarlar, Yunanlılar, Sırplar ve Karadağlıların ittifakı üzerine tehlike Selânik yakınlarına uzandığında, Sultan 2. Abdülhamid Han Hazretleri, Muhafızı Fethi Bey’e, -kendisine “Fethi Bey Oğlum,” derdi- “Fethi Bey oğlum! Öyle anlaşılıyor ki, tehlike Selânik varoşlarına dayanmıştır. Benim için bundan sonra hiçbir şeyin kıymet-i harbiyyesi yoktur. Düşman Alâtinî Köşküne dayanırsa, elime şeyşana’yı alır (nisbetden uzun namlulu tüfek) şehid edilinceye kadar savaşırım. Fakat, mahlû da olsam ben şimdi Türklerin Hakânıyım. Esir düşmem durumunda devletimiz çok müşkil durumlara düşebilir. Bunu iyi düşünmek lazımdır,” der. Bunun üzerine Fethi Bey, durumu İttihatçılara anlatır, hayretler içerisinde karşılarlar.
“Gazete-mecmua okutturmuyoruz, radyo dinletmiyoruz, aşağı katlardaki aile ferdleriyle bile görüştürmüyoruz. Yalnız, Fethi Bey ile aralarında geçen muhavere ile hâlâ bizden daha müstakîm düşünmektedir,” i’tirafında bulunmuşlardır.
İstanbul’a döndürülmesi kararlaştırılan Sultan Abdülhamid, İstanbul’a gündüz çıkmak şartıyla Selânik’ten ayrılmayı kabul etti, İstanbul’dan gönderilen Alman Serafetine ait, Loreley savaş gemisiyle 01 Kasım 1912’de İstanbul’a getirilerek Beylerbeyi Sarayı’na yerleştirildi. Hayatının son yıllarını Beylerbeyi Sarayı’nda mahpus olarak geçirdi.
1. Dünya Savaşı’nın en buhranlı günlerinde hükûmetin en nüfuzlu şahsiyetleri Cemal, Tal’at ve Enver Paşa’lar, İshak Paşa’yı Beylerbeyi Sarayı’na göndererek Abdülhamid’in tecrübelerinden faydalanmak istediler. Mahlû Pâdişah, artık verebileceği hiçbir fikir ve tavsiye edebileceği hiçbir tedbir kalmadığını, devletin daha savaşa girdiği gün yıkıldığını belirterek, “Dünya denizlerine hâkim olan devletlere karşı, kara devleti Almanya ve Avusturya yanında savaşa girilmiş olması zâten başlı başına bir felâketti.”
Sultan 2. Abdülhamid’in kıymeti bu dönemde daha da iyi anlaşıldı. Saltanatı döneminde aleyhinde olan pekçok kişi lehinde medhiyeler düzdüler, sitayişkâr yazılar yazdılar şiir inşad ettiler.
Cennetmekân Sultan İkinci Abdülhamîd Hân Hazretleri 10 Şubat 1918’de bir Pazar günü İrtihâl-i Dâr-ı Bekâ eylemiş olup, mübârek naaşı, Topkapı Sarayı’na nakledilmiş olup, teçhiz ve tekfîn işleri burada tamamlandıktan sonra Sultan Mehmed Reşad’ın iradesiyle vefatının ertesi günü, Pâdişah’lara mahsus muazzam bir merâsimle, Divanyolu’ndaki 2. Mahmud Türbesine defnedilmişti.
(Gelecek yazı, İstanbul’un gördüğü en kalabalık cenaze merasimi)