SAİD NURSÎ İÇİN ŞAKİRD’LERİN BEYAN’LARININ TAHLİLİ: 
“İlmü’l-Evvelîn ve’l-Âhirîn’e vâkıf olmak,” 
Bu iddia, esas i’tibariyle, Şîa’nın İmâmiye Fırkasına aittir. Şöyle ki, Hıristiyanlık’ta, Katolik’liği, Antakya’lı bir Yahûdî olan (Saind Paul) Pavlus dizayn etmiş ise, Şîa’yı da, bir başka Yahûdî Sana’lı, Abdullah İbn-i Sebe’ dizayn etmiştir. 
Abdullah İbn-i Sebe’, “Allah Kur’ân’dan ayrı olarak, Hazret-i Peygamber’e bir kitap daha göndermişti. Bu kitap âyet âyet, sûre sûre değil, toptan Cefr’e (oğlak derisine) yazılmış bir bütün olarak gönderilmişti. –Said Nursî’nin Risâlelerinden sık sık, bahsettiği telaffuz hatasıyla tekrar ettiği “Cifir”in kaynağı işte bu “Cefr”dir. 
Abdullah İbn-i Sebe’ye göre, Kur’ân’ın aksine Haz.Peygamber bu kitabı açıp okumadı, ashabı’na ve Ümmetine tebliğ etmedi, kapağı bile açmadan, Haz.Alî Efendimize (radiya’llahu anh’a) teslim etti. Haz.Ali Efendimizden sonra on iki imama dâhil, bütün imamlar, İmam-ı Muhammed Ca’fer-i Sâdık’a kadar hepsi de bu emâneti-Cefr kitabını okumadan, kapağını açmadan kendilerinden sonra gelen imamlara teslim ettiler. 
Tâ ki, bu kitap, İmam-ı Muhammed Ca’fer-i Sâdık’a intikâl edinceye kadar. Kitap kendisine intikâl edince, İmam-ı Muhammed Ca’fer-i Sâdık, kitabı açtı, okudu ve birden İlmü’l-Evvelîn ve’l-Âhirin’e vâkıf oldu. Ondan sonra gelen ve 12 imama dâhil, diğer imamlar da, aynen İmam-ı Muhammed Ca’fer-i Sâdık gibi, evvelîn ve âhirîn’in ilmine vâkıf oldular. 
Gaybûbet-i Kübrâ’da kaybolan, 12.İmam, İmam-ı Muhammed Ma’sûm el-Muntazar, (beklenen ve kıyâmete doğru, yeniden gelecek olan, Şîî inancına göre, -ki, böylesine bir inanç, reenkarnasyon’dur.-) adına vazife gören, imamlar ve dinî liderler de, tıpkı, on iki imamlar gibi, İlmü’l-Evvelîn ve’l-Âhirîn’e vâkıftırlar. 
Şimdi, burada, Said Nursî’nin şâkird’leri de aynen, Şîa’nın inancında olduğu gibi, üstad’larının, İlmü’l-Evvelîn ve’l-Âhirîn’e vâkıf olduğunu söylediklerine göre, bu serî yazıların serlevhasında (başlığında) sorulan sorunun cevabını kolayca bulursunuz. 
Şîa’nın ve dolayısiyle Said Nursî’nin şâkird’lerinin böylesine bir inancı, Kitab’a, (Kur’ân-ı Kerim’e ve sünnet’e, Peygamber’imizin hadislerine ve ehl-i Sünnet’in temel inançlarına aykırıdır; Şöyle ki: “Ben size, göklerde ve yerde görülmeyenleri (oralardaki sırları) ancak ben bilirim. Bundan da öte, gizli ve açık yapmakta olduklarınızı da ancak ben bilirim, dememiş miydim?” (Bakara 2/33). 
“De ki, ben size Allah’ın hazineleri benim yanımdadır, demiyorum. Ben gaybı da bilmem. Size ben bir meleğim de demiyorum. Ben, sadece bana vahyolunana uyarım.” (En’am 6/50) 
“Gaybın anahtarları Allah’ın yanındadır. O’nları, O’ndan başkası bilmez O karada ve denizde ne varsa bilir. Onun ilmi dışında bir yaprak bile düşmez, O yerin karanlıkları içindeki tek bir tâneyi dahî bilir. Yaş ve kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptır.” (En’am 6/59). 
“Gizli (gayb) ve açığı bilen yalnız O’dur. O, hikmet sahibidir, her şeyden haberdardır.” (En’am 6/73) 
“Ona (Muhammed’e) Rabbinden bir mu’cize indirilse ya! diyorlar. De ki, Gayb ancak Allah’ındır. Bekleyin (bakalım) ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim.” (Yûnus 10/20). 
“Ben size; “Allah’ın hazineleri benim yanımdadır” demiyorum, gaybı da bilmem. “Ben meleğim”de demiyorum, sizin gözlerinizin hor gördüğü kimseler için, “Allah onlara asla bir hayır vermeyecektir” diyemem. Onların kalplerinde olanı, Allah daha iyi bilir, onları kovduğum takdirde ben gerçekten zâlimlerden olurum.” (Hûd 11/31). 
“Göklerin ve yerin gaybı (sırrı) yalnız, Allah’a aittir. Her iş O’na döndürülür. Öyleyse O’na kulluk et ve O’na dayan! Rabbin yaptıklarınızdan gâfil değildir.” (Yûnus 11/123). 
“O, görüleni de görülmeyeni de (gaybı) bilir, çok büyüktür, yücedir.” (Ra’d 13/9). 
“Göklerin ve yerin gaybı Allah’a aittir. Kıyâmetin kopması ise göz açıp kapama gibi veya daha az bir zamandan ibârettir. Şüphesiz Allah, her şeye kadirdir.” (Nahl 16/77). 
“De ki, Ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir. Göklerin ve yerin gizli bilgisi O’na aittir. O’nun görmesi de işitmesi de şâyânı hayrettir. Onların (göklerde ve yerde olanların) O’ndan başka bir yöneticisi yoktur. O, kendi hükümranlığına kimseyi ortak etmez.” (Kehf 18/26). 
“Allah, gaybı da şehâdeti de bilendir. O, müşriklerin ortak koştukları şeylerden çok yüce ve münezzehtir.” (Mü’minûn 23/92) 
“De ki; Göklerde ve yerde, Allah’tan başka kimse gaybı bilmez. Ve onlar ne zaman diriltileceklerini de bilmezler.” (Neml 27/65). 
“İşte, görülmeyeni de (gaybı) görüleni de bilen, mutlâk galip ve merhamet sahibi O’dur.” (Secde 32/6).. 
“İnkârcılar; kıyâmet bize gelmeyecek, dediler. De ki; Hayır! Gaybı bilen Rabbim hakkı için o, muhakkak size gelecektir. Göklerde ve yerde zerre miktarı bir şey bile O’ndan gizli kalmaz. Bundan daha küçük ve daha büyüğü de şüphesiz, apaçık kitaptadır (yazılıdır) (Sebe’ 34/3).. 
“Allah, göklerin ve yerin gaybını bilir. O, kalplerin içinde ne varsa onu da hakkıyla bilir.” (Fâtır 35/38) 
“De ki; Ey gökleri ve yeri yaratan, gizliyi de âşikarı da bilen Allah! Kullarının arasında ayrılığa düştükleri şeyin hükmünü ancak sen vereceksin.” (Zümer 39/46). 
“Şüphesiz, Allah, göklerin ve yerin gizliliklerini bilir. Allah yaptıklarınızı görendir.” (Hucurât 49/18). 
“O, öyle Allah’tır ki, O’ndan başka ilah yoktur. Görülmeyeni (gaybı) ve görüleni bilendir. O, esirgeyendir, bağışlayandır.” (Haşr 59/22) 
“Görülmeyeni (gaybı) ve görüleni bilendir. Üstündür, hikmet sahibidir.” (Teğâbün 64/18). 
“Yahut gaybın bilgisi onların nezdinde de, onlar mı (istedikleri gibi) yazıyorlar.” (Kalem 68/47). 
“Ve nihâyet, bütün müfessir’lerin ve hadis şârih’lerinin ittifakla “Mugayyebât-i Hamse” dedikleri, “beş bilinmeyen gayb”, münhasıran ve yalnız Allah’ın bildiği Allah’tan başka hiçbir varlığın aslâ muttalî olamayacağı beş gayb. 
“Kıyâmet vakti hakkındaki bilgi, ancak Allah’ın katındadır. Yağmuru O yağdırır, rahimlerde olanları O bilir (ana rahmine düşen Nutfe’den erkek mi, kız mı doğacak ancak Allah bilir.) Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez. Yine hiç kimse nerede öleceğini bilemez. Şüphesiz Allah, her şeyi bilendir, her şeyden haberdardır.” (Lokman 31/34) 
Yukarıya Kur’ân-ı Kerim’den, 21 âyet-i Kerime’nin yüce meâl-i Âlî’lerini aldım. Bu âyet-i Kerime’lerin nüzûl sebepleri ve bağlamları farklı, fakat hepsinin de bir müşterek tarafı, (Görünmeyenleri de (gaybı), görünenleri de) ancak ve ancak Allah’ın bilmesidir. Başkaca hiç bir varlığın, Nebîler, velî’ler, melekler ve cinler’in) bilemeyeceklerini nâtık olmasıdır. Gelecek bölümlerde bütün tafsilatıyla izah edileceği gibi, Allah’ın izniyle, bildirmesiyle ba’zı Resûllerin (Peygamber’lerin) mu’cize olarak ve bu Peygamber’lerin ümmetinden, sâlih-velî kişilerin keramet olarak muttalî oldukları ba’zı gaybî bilgileri bilmeleri ve bunları haber vermeleri, bu bilgileri gaybî bilgi olmaktan çıkarmaz. Allah’ın, Peygamber’lerinin elinde izhâr buyurduğu, hâriku’l-âde oluşumları, mu’cize, ümmetinin salih ve velî kullarının elinde izhar buyurduğuna kerâmet denilir. 
Şîa, gerçekten Kur’ân-ı Kerim’e inanmadığı ve “Takiyye” olarak dışarıya karşı inanıyor göründüğü, hattâ, daha da ileri giderek, Emevî’ler döneminde, Kur’ân-ı Kerim’den üçyüz kadar âyetin silindiği, onların yerine üçyüz kadar uydurma âyet yerleştirildiği küstahlığını gösterir. Daha da ileri gider, Kur’ân’daki âyet’lerin “Nas” (hüküm çıkarılacak delil) keyfiyeti kazanabilmesi için, imam’ın, dinî lideri’nin bu nassı tasdîk etmesi gerekir,” diyorlar. 
Şiî’ler, Allah’ın kadîm Kelâmı Kur’ân-ı Kerim’e bu nazarla bakarken, Said Nursî, şâkird’lerine, “Bu Risâle’ler doğrudan Arş-u Âlâ’dan indirilmiştir. Kur’ân-ı Kerim’in lafzını (Nazmı’nı) da, ma’nasını da, ihtiva etmektedir. Kur’ân’ın en büyük tefsiridir. Risâle’leri yazanların, okuyanların ayrıca Kur’ân ile meşgul olmalarına lüzum yoktur,” diyor. Onun için, yukarıya aldığımız âyetler bunlar için bir şey ifade etmiyor olabilir. Kimler Allah’ın izniyle ba’zı gaybî bilgilere muttalî olabilir?