“İnsanın türlü dalâletleri var:

                      Putunu kendi yapar, kendi tapar!”

     Diyor şair. Gerçekten de, insan öyle yanlış yollara sapar;

     İnsan öyle alışkanlıklar elde eder;

     İnsan öyle yersiz, çirkin ve zararlı şeylere; 

     Sarılır, yapışır ve bağlanır ki,

     Başlangıçta o bunların peşinde koşmuş;

     Onlara erişmiş, onları kendine râm etmiştir.

     Bunu; istediğini yapmanın, iradesini yerine getirmenin

     Birer zaferi sayar! Mağrurlaşır!

     Meğer ben neymişim yahu? Der.

     Tuzak düşüncelerle mest olur. Kendinden geçer.

     Geçer ama artık irade, 

     Yavaş yavaş elden gider.

     Yaptıkları, ettikleri alışkanlık hâlini alır. 

     Müptelâ olur. Alışkanlık kazanır.

     Yapmadan edemez. Almadan geri kalamaz.

     Çünkü elinde sandığı ihtiyar ve iradeyi;

     Kaybetmiştir artık.

     Nefsine esir düşer. Nefsinin tutsağı olur!

     Artık aklı istediği için değil;

     Nefsi istediği için yapar, eder.

     İdaresinde olması gereken bedenin,

     Yazık ki, buyruğuna girer.

     Şahken geda, Beyken uşak olur.

     Emir verirken, emir alan olur.

     Alışkanlıkların her birinin

     Zavallı birer tutsağı olur.

     Âdeta alıştığı her şey;

     Bir çeşit Rablık taslar ona!

     Böylece ömrünü, nefsinin istekleri yolunda

     Harcamaya başlar.

     Kalıcı değil, geçici şeyler peşinde koşar.

     Çok defa boş şeyler uğrunda

     Kendini, özünü ve ruhunu feda eder.

     Böylece sayısız sahte Rabler,

     Sayısız tapılacak putlar edinir.

     İşte “Bir kısmınız, Allahı bırakıp da, 

     Bir kısmınızı ilâhlaştırmasın.

     Onları Rabler edinmesin!” (Âl-i İmran: 64)

     Âyeti kerîmesi bizleri, 

     Bu şekilde düşündürmeli.

     Aklımız başımıza gelmeli.

     Neyin; niçin, nasıl peşinden gitmek gerektiğinin

     İyice ayırdına varmalı. Farkında olmalıyız. 

     Ki zaten gerçek insan; farkına varan,

     Farkedendir be dostlar!