Benim tek sahip olduğum; bağıra çağıra giden bir hayatta, nefes almamı sağlayan, çamurlu elleri, toprağa bulanmış çocukluğunu unutmadan, derinlere dalmamı becerebilmemdir.

Bazen bu dalmalarımda; yaşam korosunda fonu yürek dağlayan sesinin oluşturduğu bir yatak odasında, güzellik denen fahişeden arta kalan yalnızlığımı düşünürüm. 

      

Yalnızlığımı; boylu boyunca uzatarak sarıldığımı ve yakınlaştıkça ateşe daldığımı bile bile “emanet” aldığım ak tene dokunarak üşürüm. 

     

Üşürken hissizleşirim.

“Sahipsizlik ilmiğimi “ak boynuna geçirerek, öldürmeye çalıştığım sende ki benim

Gerçeğim ve düşümsün.

     

Katillik değil bu; yaşam denen okyanusta yüzme bilmeyenlerin çırpınışı ve hayatta kalanların yüreklerinde sakladıkları cevherin hikmeti maalesef

Umudumun avucunda” kalan tek şey” sahipsizlik ilmiğidir.” 

     

Ve bu “umudu hikmetin zekâtı” olan bende ki emanetsin. 

Senden sonra ne kalır yanımda bilmiyorum

“Yaşadıklarımın” zekâtı olarak verdiğim sahte gülücük kabul edilebilir mi? Bilmiyorum.

Oysa bizim aldığımız her nefesin, her mutluluğu yaşatan anın, bir zekâtı olmalı. 

“Mutluluk bulutları” sinerji oluşturarak, dairesel şekilde dağılmalı.

“Soluğun soluğa karışarak” bencillikten kurtulup paylaşmayı öğrenmelisin. 

Aşkla karışık aldığın soluk ile beraber “mutsuzluğunu” on sekiz yaşındaki ergen sivilcesi oynayan çocuk gibi, yolunu bulana kadar huzursuz olacak ve sonra da patlatacaksın.

Mutlu olacaksın.

Kıvranacaksın! 

Neyin var neyin yoksa hesaba çekeceksin kendini giderayak.  

Bir tarafın yaşamdan isteyerek gidecektir.

Diğer tarafın şeytanın yoğurduğu kibir balçığında çakılır kalır. 

Kendi değerini tartacak ve “zekatını” verecek bir şeyin olmadığını görünce, yokluk balçığında, sahteliklere teslim olacaksındır.

Nafile “aşksızsın” o bataklıktan kurtulmazsın.

Ta ki; birine aşkının zekatını vermek isteyen “aşık” seni görünceye kadar.        Bileceksin ki elde avuçta kalanın “zekâtı”, ona bakmak olduğunu bileceksin.

Ateşten çıkmış parmaklarınla; kızgın şişin suya girmesinde ki sesi çıkararak, tutacaksın sana “zekat”diye uzatılan eli sıkı sıkıya.

Ellerinden başlayarak yabancı dağlardan bir esinti saracak vücudunu, çarşı pazar dolaşan züğürt satıcı gibi “yamalı hayaller “edineceksiniz. 

Yamalı bir geçmişe sahip olanda mutluluk; “ütülü bir pantolon” giymiş sıska kimsesiz bir çocukta durduğu gibi, hep iğreti duracak ama sen, yaşam denen sahnede “kalabalık seni uyuşturduğu “için yalnız kaldığında hissedersin. 

Çünkü “sahipsizlik ilmiğine” sahip olduğun için “tutuğun el “sana verilen bir “zekâttır.”

Sahipsizlik ilmiğine” takılan son gül olman dileği ile…

SAYGIYLA