Patrik Birinci Bartholomeos ve Patrikhane’nin, Patriğin, Papa, Patrikhanenin Vatikan statüsüne kavuşabilmesi için dört aşamalı bir plânı ortaya koyduğu anlaşılmaktadır. BİRİNCİ AŞAMA: Patrikhâne’yi, Türkiye Cumhuriyeti Kanunlarının vesâyetinden ve engellemelerinden kurtarmak. Bilindiği gibi Fener Rum Patrikhânesi, Lozan Anlaşmalarına göre “Azınlık Statüsünde”dir. Dolaysiyle, Patrik ve kendisine bağlı 12 metropolit ancak Türk vatandaşı olan rahipler arasından seçilebilir. T.C. Hükûmeti’nin uygun görmeyeceği, onaylamayacağı herhangi bir ruhâni bu vazifeler için aday bile gösterilemez. Bunun için Fener Rum Patrikhanesi’ne Vatikan Statüsü vermek fikrinde olanlar ilk etap olarak T.C.’nin kanunlarının vesâyetinden kurtulmalarının lüzûmuna inanmaktadırlar. Bunun için de Patrikhâne’ye “ÖKÜMENİKLİK” vasfını kazandırmak kafidir. Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti bunu tanıdığı andan itibaren artık Patrikhâne’yi hiç bir şekilde kontrol edemeyecektir. İKİNCİ AŞAMA: İstanbul’un Suriçi’nin, Patrikhâne’nin “ÖKÜMENİKLİK” damgası altında eski Kostantinople olarak ihyası. Patrikhâne Türk (azınlık mensubu) ve Rum işadamlarının satın alıp “Azınlık” vakıflarına, azınlık vakıflarının da Patrikhâne’ye bağışladıkları gayrimenkullerle, bu düşüncenin altyapısını önemli ölçüde gerçekleştirmiştir. Muhtelif menzillerde İstanbul’un Türk-İslâm sembolleri yok sayılarak Bizans motifleri öne çıkarılıyor, İstanbul’un fetih öncesi kültürel ve dinî çehresi öne çıkarılmaya çalışılıyor. Bütün bunlar, Vatikan’a giden yolda önemli bir mer’haledir. BM, AB ve Dünya Kiliseler Birliği gibi dünya çapındaki kuruluşlardan te’min edilecek mâlî yardımlarla İstanbul’un eski Bizans ve Hıristiyan kültürü ön plâna çıkarılacak, daha önce mülkiyetine sahip olduğu Patrikhâne’nin etrafı ikamete kapatılarak tamâmen Patrikhâne’nin kontrolüne geçirilmeye çalışılacaktır. ÜÇÜNCÜ AŞAMA: Hıristiyan Ortodoks ülkelerinin İstanbul’da, Patrikhâne civarında dini ateşe’liklerin açılması. Türkiye ile diplomatik anlaşması bulunan tüm Hıristiyan ülkeler, İstanbul’da Patrikhâne civarında birer “Dinî Ateşelik” açacaklardır. Tabî bunlar bir müddet sonra da Vatikanlaşacak Patrikhane’nin büyükelçileri olacaktır!.. DÖRDÜNCÜ AŞAMA: Yukarıda özetlemeye çalıştığımız üç aşama gerçekleştikten sonra, Türkiye artık bundan sonraki gelişmelerin önüne geçemeyecektir. MB başta olmak üzere, ABD, Unasco, Dünya Kiliseler Birliği vb. pek çok uluslararası kurum ve kuruluş, tarihî Konstantinople’nin yeniden ihyası için daha çok katkı verecekler, yapılan çalışmalar neticesinde, İstanbul’un Bizantinist ve Hıristiyan karakteri ön plâna çıkarılacak, bu haliyle İstanbul dünyaya açık bir ortak metropol haline getirilecektir. Şimdilik sembolik de olsa, 300 milyonluk Ortodoks aleminin kalbi ve kıblesi haline getirmektir. Dört aşamalık bu plânlar gerçekleştirildiğinde, artık “ÖKÜMENİK” Patrik idaresinde, Doğu Roma, Bizans ihya edilmiş olacaktır. Canım Efendim! “ÖKÜMENİKLİK” ruhânî bir sıfattır, Patriğin, “ÖKÜMENİK” Patrik, Patrikhâne’nin “ÖKÜMENİKLİK”i Türk Hükûmeti tarafından kabul edilse bundan ne çıkar? Hem, dünyanın dört bir tarafındaki Ortodoksların gözlerinin İstanbul’a, Patrikhâne’ye kıble nazarıyla bakmaları memleketimizin tanınması ve propagandası için faydalı değil midir? Ve mes’eleye bu nazarla bakanlar da azınlıkta değildir. Avusturya doğumlu tarihçimiz, Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü, (pardon Başkanı, ne demekse) İlber Ortaylı da Fener Rum Patrikhânesi Patrikleri tarih boyunca zâten “ÖKÜMENİK” Patriktirler, Türk Hükûmeti’nin Patriğin “ÖKÜMENİKLİĞİ”ni günümüzde de tanımasının ne zararı olabilir,” diyenlerden... Patrikhâne ile alakalı mes’eleleri Yunanistan’dan ayrı, Yunanistan te’siri altındaki ABD’den ayrı düşünmek pek çok noktada bizi hatalara düşürür. Osmanlı Devlet-i Aliyye’mizin inkıraz döneminde, Yunanistan topraklarının Devlet-i Aliyye hudutlarının dışına çıkarılması, Yunanistan’ın bağımsızlığını kazanmasında Patrikhâne’nin rolü unutulmamalıdır. Yunanistan’ın bağımsızlığını kazanmasından sonra Yunan-Patrikhâne münasebetlerine de dikkat etmek gerekir. Devlet-i Aliyye’mizin 1. Dünya Savaşı’ndan mağlup ayrılması ve mütareke döneminin başlamasıyla birlikte Patrikhâne Bizansı ihyâ ve Türk topraklarının bir bölümünün Yunanistan’a ilhaki hayallerine kapılmış, bu hayalleri gerçekleştirmek için faaliyet gösteren ETNİKİ ETERYA, MAVRİ MİRA gibi cemiyetlerle Patrikhâne’yi bir merkez olarak kullanmışlardır. Yunan isyanları, Girit ve Mora adalarının elimizden çıkması sırasında Patrikhâne’nin Yunanistan’a verdiği destek unutulmamalıdır. İstanbul’un 16 Mart 1920’de İtilaf devletleri tarafından işgali üzerine Patrikhâne’ye Bizans’ın çift başlı Kartal bayrağı çekilmiştir. (Filhakîka, Patrikhâne bu çift başlı Kartallı bayrağı günümüzde de kullanmaktadır.) Lozan Antlaşması’nın imzalanması, Patrikhâne-Yunanistan münasebetlerine yeni bir veçhe kazandırmıştır. Bu anlaşma ile Patrikhâne Osmanlı Devlet-i Aliyye dönemindeki imtiyazlarından çoğunu kaybetmiştir. Böylece, Patrikhâne-Yunanistan münasebetleri bir durgunluk devresine girmiş, Yunanistan’ın Patrikhâne üzerindeki nüfuzu belli ölçüde kırılmıştı. FENER RUM PATRİKHÂNESİ’NİN STATÜSÜ: Lozan Antlaşmasının 37-45. Maddelerinde Türkiye’de “Azınlık” kabul edilen Hıristiyanlar, Ermeniler ve Yahûdîlerin “Azınlık” hakları sayılmış, Patrikhâne mes’elesi de detaylı olarak görüşülmüş olmasına rağmen bir Türk Müessesesi (Kurumu) olarak kabul edildiğinden, Patrikhâne mevzuunda Lozan Antlaşması’nda herhangi bir düzenlemeye yer verilmemiştir. Daha doğrusu, Cumhuriyet’in Bânisi, yeni kurulan Millî Devlette, Türkiye Cumhuriyeti Devletinde Patrikhâne gibi kurumlara yer vermeyi düşünmüyordu. “Uğursuzluk ve felâket simgesi olan Rum Patrikhânesi’ni artık topraklarımızda barındırmayız. Bu tehlikeli örgütü ülkemizde tutmamız için ne gibi nedenler ileri sürülebilir? Bu fesât yuvasının gerçek yeri Yunanistan değil midir?” Cumhuriyet’in Bânisi’nin gerçek düşüncelerini aksettiriyor. İngiltere ve Yunanistan’ın ortak taahhütleri ile Patrikhâne’nin Türkiye’de, İstanbul’da kalmasına izin verilmiş, verilmesine verilmiş de, müzâkereler sırasında, Fener Rum Ortodoks Kilisesinin reisi olan Patriğin, T.C. Hükûmetleri tarafından atanan bir me’mur statüsünde, Patrikhâne’nin de yalnız dinî bir müessese olarak İstanbul’da kalması benimsenmiştir. Dolaysiyle Fener Rum Patrikhânesi’nin, siyâsî ve idârî görev ve imtiyazı bulunmamaktadır. “ÖKÜMENİKLİK” Cihanşümûl (Evrensel) dünya çapında, dünyadaki tüm Ortodoksların dînî-ruhânî önderliğini ifade eden, Hıristiyanlığı dünya çapında yayma maksadına müteveccih kiliseler arası bir mefhumu ifade etmektedir. Oysa, Fener Rum Patrikhânesi’nin hukûkî varlığı ve günümüzdeki faaliyetleri Lozan Antlaşmasına dayanmaktadır. Bu anlaşmaya göre, Patriğin, Patrik’leri seçen Sen Sinod Meclisi’nin üyeleri ve Patrikhâne’nin diğer çalışanlarının Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmaları şarttır. Fener Rum Patrikhânesi, hâlen faaliyetlerini İstanbul Fener’de bulunan Ayayorgi Kilisesi ve Manastırı Vakfına ait binalarda devam ettirmektedir. Patriğin Statüsü, mütekabiliyyet esasına göre, Batı Trakya’daki Gümülcine ve İskeçe müftülerinin statüsüyle eş değerdedir. Gümülcine ve İskeçe müftüleri, Lozan Antlaşmasına göre, bulundukları yerlerin en yüksek mülkî âmirlerine bağlıdırlar. Fener Rum Patrikhânesi Patriğinin idârî olarak bağlı bulunduğu, muhatabı bulunduğu yerin en yüksek mülkî âmiri olan Fatih Kaymakamlığı’dır. Ruhânî olarak günümüzde sayıları 1200-1500 arası sayılara kadar düşmüş Rum Azınlığın dînî lideridir, o kadar!... Gerek Devlet-i Aliyye’mizde ve gerekse Cumhuriyeti’mizde cemaatleri veya ruhânî meclisleri tarafından seçilen Patrikler, Devletimiz tarafından uygun bulunmuş, onay verilmiştir. Buna mukabil Yunanistan hükûmetleri Batı Trakyalı, Türk Azınlığın seçtiği müftüleri, müftü olarak seçmemiş, onay vermemiştir. Cemaati tarafından müftü olarak seçilmiş bulunan Merhum Mehmed Emin Aga, Yunan Hükûmeti tarafından ta’yin edilmemiş, hattâ ta’yin edilmediği halde müftülük yaptığı, yetki gaspı işlediği gerekçesiyle 3,5 yıl hapse mahkûm edilmişti.
***
Not: İşbu yazı 01.02.2010 tarihinde gazetemizde çıkmış olan yazının tekrarıdır.