Bu hafta çok tanıdığınız bir ismi size getiriyorum; Reha Özcan. Şu aralar onu televizyonda Bizim Hikaye’nin Fikri’si olarak izliyoruz. Aynı zamanda Şubat’ta ‘Terk’ adlı oyunuyla tiyatro sahnesinde onu Öykü Karayel ile birlikte izleyeceğiz. Reha Özcan’a Fikri’yi sorduğumda, belki de herkesin televizyondan yargılarken göremediği bir şeyi söyledi; Fikri gibi olmak. Reha Özcan’ın gözünden Fikri’yi dinledim, Bizim Hikaye setini dinledim, oyunculuğun onun için nerede başladığını dinledim. Bu çok özel sohbetin her satırını zevk alarak okuyacağınızdan eminim. Özellikle Bizim Hikaye fanları:)

RÖPORTAJ: GİZEM YILDIZ

Merhaba Reha Bey, sizi şuan Bizim Hikaye dizisinde ‘Fikri’ karakterinde izliyoruz. Aynı zamanda tiyatro sahnelerinde de hem oyun yönetiyor hem oyun oynuyorsunuz. Çok yoğun bir temponuz var. bu tempo içinde 24 saatiniz nasıl geçiyor?

- Şu sıralarda çok yoğun değil tempom. Daha yoğun tempolarda çalıştım. 24 saat yetiyor. Araya spor da sıkıştırıyorsunuz, arkadaşlarınızla buluşacak zaman da ayırabiliyorsunuz. Aktivitelere gidebilecek şeyler de yapabiliyorsunuz. Yani, bir gün 24 saatten oluşmuyor zamanımız. Projeler çıkana kadar ki zaman dilimine bölüyoruz. Ya da bir projenin içindeki zaman dilimini bölüyoruz. Dizide haftada 5 gün çalışıyorum, ki her zaman öyle olmuyor. 3 gün veya 4 gün olduğu zamanlarda oluyor. Günde 12 saat anlaşmam var. Diğer iki gün benim. O iki günde de tiyatro varsa tiyatroyla, dersim varsa derse ya da bir tiyatro kampanisinin yardıma ihtiyacı varsa onlarla geçiriyorum. Zaman bol, zamandan kimse şikayet etmiyor.

Naciyeyi kim sevmez dizisinden beri ekranlardasınız. Ekranlarda olmayı seviyor musunuz?

- Naciye’yi Kim Sevmez’den önce Dağlar dizisi vardı. Orada oynadım. Suskunlar dizisine kadar ekranlarda olmayı sevmiyordum aslında. Suskunlar’da yaptığım işin önemli olduğunu düşündüm, çünkü bazı karakterleri seyirciyle buluşturmak o kadar kolay değil ve buluşturduğun anda da karakterin amacı yerine geliyor. Ondan beridir yaptığım işin önemli olduğunu düşünüyorum ve çok seviyorum. Tiyatroyu sevme nedenim; çok özel antrenmanlarla bir şey çıkartıyor olmak. Dizinin anatomisi de başka, orada yapmış olduğunuz işle bir gecede milyonlara ulaşabiliyorsunuz. O anlamda televizyonun çok değerli olduğunu düşünüyorum ve aynı zamanda dünyanın her tarafına ulaşabiliyor oluşunu seviyorum.

Ailenizdeki tek oyuncu siz değilsiniz. Abiniz Serhat Özcan’da çok bilindik bir isim. Sizin oyunculuğa olan iştahınızı kabartan, küçük Reha’ya rol model olan Serhat Özcan diyebilir miyiz?

- Elbette! Benim ilk disiplinim abimden geliyor, ondan aldım. Aslında ikimizde Balıkesir’de devlet tiyatronun çok eski makyörlerinden Cahit Albayrak’ın ilkeleriyle yetiştik. Çok önemli bir isimdir. Biz hala o maddeler üzerinde hayatımızı idare ettiriyoruz. Fakat dünyaya açıldıkça – o ilk devlet tiyatrosunun açıldığı zamanlarda yaşamış bir isim- onun söylediklerinin dünyada hala korunduğunu görüyorum. O yüzden de muyluyum öyle bir ekolden geldiğim için. Tabi ki bunu uygulamam da ilk ustam Serhat Özcan’dır. Yanlış da yapsam ilk defa kızacak olan Serhat abimdir. Şuan o iki kişilik bir oyun oynuyor. Oyunun provasına gittim. Ona yardımcı oldum. Ve şimdi sahnede çok güzel oynuyorlar. Birbirimize her zaman destek oluyoruz. Ben prova yaptığım zaman o da gelir. Bu zaten çok büyük bir daire, arkadaşlarımız, dostlarımız tiyatro yapılan her yerde severek yardıma koşarlar.

Reha Özcan’da bir aile babası...

- Evet, zaten öncelikle aile babasıyım sonra oyuncuyum.

Ve şu anda canlandırdığınız Fikri karakteri de bir aile babası. Ama ekranda biraz bilinçli bir aile babası izlemiyoruz. Bize biraz Reha’nın gözünden Fikri’yi anlatır mısınız?

- Ben, Reha olarak Fikri’yi oynayan adamım. Fikri’yi oynayan adam olarak da Fikri’yi yargılamıyorum. Fikri’yi yargısız inceliyorum ve çok beğeniyorum. Hayatta hepimizin yaptığı tercihler var, o tercihler doğrultusunda hayatta var oluyoruz. Hiç birimiz kendi seçimlerimiz üzerinden başkalarının seçimlerini yargılama hakkına sahip değiliz. Ve onlarla kontak kurabiliriz, empati yapabiliriz, ama onları kabul etmek zorunda değiliz, onlarla birlikte yaşamak zorunda değiliz. Fikri gibi karakterler sokaklarda yaşıyor, evimizde yaşıyor, çevremizde yaşıyor ve kimse o Fikri’nin yaşam alanını kabul etmiyor, ama o yaşam alanlarını kendileri de kullanıyor. Fikri Bey’in ki, zaman zaman asalak, ama bütün bunları yok oluş içerisinde yapan bir düzen. Hayata bir şekilde tutunuyor. Brecht’in bir lafı vardır ‘Eğer para yoksa ahlak yoktur. Ekmek yoksa ahlak yoktur’. Bu tür insanlar yokluktan geliyor. Yokluktan gelen adamın hayatına evinde televizyon izlerken, çayını yudumlarken, kekini yerken yapacağı bütün yargılar faydasızlıktan öteye gitmez bence. O yüzden ben Fikri’yi seviyorum, Fikri’yi oynamayı daha çok seviyorum.

Peki, Fikri’nin iyi bir aile babası olamamasının nedeni nedir?

- İyi aile babasından kastınız nedir?

Ekranda izlediğimiz rol model babalar gibi biraz da... Büyük ablanın başına çocuklarını atmayan...

- Büyük ablanın neresi doğru?

O anne- babalığı üstlenmiş kardeşlerine karşı...

- Zaman zaman birilerinin yapacağı şey; sorumluluk, disiplin...

- Fikri için sorumluluk eksikliği diyebiliriz belki...

- Fikri’de hepsi eksik. Kim de net ama? Hayatımızda, çevremizde gördüğümüz kim de, ne tamam? Tamam olan ne? Fikri kadar yaşama sevincine sahip kaç kişi tanıyorsun? Fikri kadar aşka tapan kaç kişi tanıyorsun? Fikri kadar ‘Evet ben faydasızın’ diyen kaç kişi tanıyorsun? Fikri çok dürüst yapıyor her şeyi...

- Bunu dizideki Fikri için mi söylüyorsunuz (gülerek)?

- Bunu Fikri olarak değil, Fikri’yi yorumlayan adam olarak söylüyorum.

- Herkesin hayatlara bakış açısı farklı...

- Evet, evet farklı. Bir yalanın arkasına sığınıp bir sürü şey söylemektense böyle insanları tercih ederim hayatımda.

Fikri’den öğrendiğiniz motive veya de-motive şeyler oldu mu?

- Bilmiyorum, hiç o taraftan bakmadım. Biz, oyuncular bazı konularda edilgeniz. Senarist yazar biz oynarız. Biz bir karakter canlandırmaya çalışırız, ama bir dizi uzun maraton. 50 bölüm dizi çekiyorsun. 50 bölümlük dizinin 5 bölümü senin alanındır, senin aksındır. Geri kalanında figürsündür. O figür içinde yapmış olduğun şeyler bazen yeterli olmuyor. Sadece buz dağının tepesini görüyorsunuzdur. Ama benim içimde Fikri’ye dair büyüttüğüm şeyler çok daha fazla. Bunu da ekip olarak yaptık. Fikri’yi ekip olarak yarattık. Günlerce biz sokaklarda, parklarda Fikri’yi çalıştık. Fikri karakterinin gücüne inanıyoruz.

Bizim Hikaye bir uyarlama dizisi. Shameless’ı dizinin orijinalini dizi teklifi gelmeden önce de izliyor muydunuz?

- Daha önce orijinalinden William Macy için bir teklif almıştım ama (gülerek)... İstiyordum, hatta ben büyük bir hayranıydım, ama daha diziyi seyrederken eşim ‘Türkiye’de yapılırsa bu teklif sana gelir inşallah’ diyordu. Ben de Fikri’yi görüyordu.  Daha önce de teklif gelmişti ama üç sene önce Türkiye’de Shameless’in yapılamayacağını düşünüyordum. O yüzden sıcak bakmamıştım. Sonra, kader işte tekrar dönüp dolaşıp bana geldi.

- Siz de bunda bir hayır vardır dediniz.

- Rol oyuncusunu bulur. Ben öyle düşünüyorum. Fikri de beni buldu.

Oynamaktan zevk aldığınız türler daha çok hangi tür üzerinde ağırlıklı oluyor? Komedi, aksiyon, dram...

- Komedi, dram diye ayırmıyorum ben. Sahne üzerinde ya da dizide sadece sesiyle anılmayı sevmiyorum. Biz sonuçta konservatuar eğitimi alıyoruz. Üç aşağı beş yukarı sesin nasıl kullanılacağı üzerine bir eğitim veriliyor ve bunu çok iyi yapıyoruz. Ama ben 35 yaşında bu eğitimin dışında bir dünyaya açıldım ve bedenin sesi sahiplenmesi ile gelen bir eğitim almaya başladım. Bu dünyanın çeşitli yerlerinde izlediğim oyunlarda ve çalıştığım oyunlarda uygulanıyor. Sonrasında 2001 rahmetli yönetmen Mehmet Ulusoy’la çalıştım. Ve Mehmet usta bütün dünyamı değiştirdi. Bir duygudan ibaret olmayan rolleri seviyorum, bir doğrudan, doğru ve yanlış üzerinden giden, hatalarıyla birlikte kendini savunan karakterleri oynamak istiyorum. Bir cümle içerisinde üç duygu araştırması yapabileceğim rollere bayılıyorum. Fikri gibi...

Siz bugüne kadar birçok role girdiniz çıktınız, birçok hikaye okudunuz, yönettiniz. Belki yazdınız... (Gülümseyerek) Yazdınız mı bilmiyoruz?

- Yazıyorum, ama siliyorum. Yazım çok farklı bir iş, farklı bir dünya. Yönetmenlik çok farklı bir iş, farklı bir dünya... Yazdıklarımı yok ediyorum, çünkü oynanır bulmuyorum. Aslında birçok yazarın yazdıklarını da oynanır bulmuyorum.

Hayatınızın içinde her zaman bir karaktere bürünmeye hazır olan bir Reha var.

- Hayatımın içindeki değil, işimin içinde. Hayatımın içindeki Reha çok net.

Daha mı renkli, daha mı olağan...

- Benim çok küçük bir hayatım var. Yani, çok büyük bir hayatım yok. İşim var, evim var ve çalışma alanım var. Yılda iki kere tatil yapmayı seviyorum. On gün deniz tatili yapmayı, kışın da üç gün kayak tatili yapmayı severim. Onun dışında da hep çalışmakla beslenirim. Ailem de öyle, eşim de öyle. Birbirimize bağlıyız. İşimden dolayı yoğum olduğum zamanlar çocuklarımla zaman geçirmeyi çok özlüyorum ve onlarla zaman geçirmeyi çok seviyorum. Alışılmış sloganlar vardır ya; oyuncular içerler, sarhoş olurlar, gezerler filan... Ben öyle bir insan değilim. Herhangi bir bağımlılığım yok, spor bağımlılığım dışında. Bir de Beşiktaş bağımlılığım vardır (gülerek).

Kendisine ve ailesine vakit ayırmayı seven bir Reha var diyorsunuz...

- Normal insanlar gibi... Öyle yaşıyorum. Biraz da para kazandığım zaman onu harcama yöntemlerim farklı. Yatırım yapmak için değil, daha fazla yaşam keyfi ve iyi şeyler seyretmek için sık sık yurtdışına giderim. Kendime göre hayır planlarım var. Bunu kimseyle paylaşmayı sevmiyorum.

Anlıyorum. Tecrübeli bir oyuncu olarak sizce her isteyen oyuncu olabilir mi? Sadece şevk veya sadece istek yeterli mi?

- Herkes iyi bir cerrah olabilir mi? Herkes iyi bir patron olabilir mi? Herkes iyi bir fabrikatör olabilir mi? Yetenek dediğiniz şey nedir? – Temel olarak oyunculuk yapabilme potansiyeline sahip olma durumudur. Mesela, 100 metreyi 1 saniyenin altında koşan kişi futbolcu olamaz ya da ayak bilekleriyle o topa yön verebilecek insanlar değillerse futbol oynayamazlar ya da belirli bir fiziksel koşulu yoksa basketbolcu olamaz... Bütün bunları ekşiten şey, çalışmak ve yaşamaktır. Bana sorarsan herkes oyuncu olabilir, ama hiç kimse olamaz, çünkü oyuncu olunan bir şey değil, oyuncu çalışılan bir şeydir. Sadece oyuncunun yapmış olduğu, işine saygı ve disiplin bize umut vaat eder ve biz deriz ki ‘Şu oyuncu varsa biz gidip seyredelim’ ama oyunculuk başlayıp, biten bir süreç değildir. Her oyunda sıfırdan başlarsın. O yüzden benim yaşıma geldiğinizde oyun seçmek biraz daha zorlaşıyor.

Maral dizisinde de, şimdi bizim hikaye dizisinde de Hazal Kaya ile beraber rol aldınız ve almaya devam ediyorsunuz. Enerjiniz projeler için birbirini çekiyor diyebiliriz o zaman?

- Öncelikle Hazal Kaya ile çalışmak çok keyifli ve çok seviyorum. Benim kızım gibidir, birbirimizi çok severiz. Her sabah sete geldiğimizde birbirimizi sarılıp öperiz, akşam ayrılırken de yine birbirimize sarılıp öyle veda ederiz. Kaç gün çalışırsak çalışalım bu böyledir ve öyle de olacak. Ama bizim birbirimizle uyumumuzdan ziyade -biliyorsunuz dizide bizim dışımızda bir sürü etmen var. Yapımcısı, koordinatörü, direktörü, menajerlik ofisleri...- biz Hazal’la denk geliyoruz diyelim. Öyle ilginç insanlar vardır birbirimizle denk geldiğimiz. Banu Fotocan’la da denk geliriz. Cast direktörleri bizi yakıştırıyor demek ki. Hazal ile çalışmak benim için çok büyük bir şans. Bazen de böyle çalışmaktan keyif almadığınız insanlarla üst üste gelirsin -özellikle kurumsal yapılarda bu çok sık yaşanır- çok şükür ben de öyle bir şeye denk gelmedim.

Hem sinema hem televizyon hem de tiyatro oyuncususunuz. Üç lezzetin de tadına bakmış birisi oluyorsunuz. Aynı zamanda oyun yöneterek reji koltuğuna da oturmuş birisiniz. Bu üç lezzeti nasıl tanımlarsınız?

- Farklı disiplinlerle sahip dört farklı meslekle de çalıştım. Dördü de birbirinden farklı disiplinler. Yönetmenlik başka bir dünya. Yönetmen olmak için çok fazla, daha fazla okumanız lazım. Daha fazla araştırmanız, daha fazla gözlem yapmanız lazım. Dünyaya söyleyecek bir sözünüzün olması lazım.

Tiyatro araçtır. Tiyatroyu araç yaparken de tiyatronun bütün etmenleri ve bilimin ürettiği her enstrümanla da ilişkiler halinde olmanız gerekir. Dünyanın neresinde olursa olsun çıkan tiyatro akımlarından haberdar olmak zorunasınızdır ve onlarla bir hesabınız olması lazım ki, yapacağınız her oyunda onlarla ilgili bir yolculuk yapabilesiniz. Oyuncuyu motive etmenin bütün tekniklerini bilmelisiniz -benim bir 30 ayrı yöntemim var-. Bunların hepsini ve en doğrusunu oyuncuya göre belirlemeniz gerekiyor ve gitmek istediğiniz yola göre oyuncuyu şekillendirmek zorundasınız. Çok zor yönetmenlik. Ben sadece yönetmenlik görevi yaptım, yönetmen değilim. Türkiye’de de bir iki tane yönetmen dışında yönetmen tanımıyorum. Çok iyi iş yapan arkadaşlar var. Onlar reji görevi yapıyor, rejisör değil. Oyunculukta tek antrenman yapabileceğiniz yer tiyatro sahnesidir. Tiyatro da İki aya yakın bir süre beş aylık bir antrenman sürecidir. Siz kendinizi yeniden orada keşfedebilirsiniz. Dizide size asla kimse böyle bir şey için izin vermez. Sizde var olanı ister, hazıra konar, çünkü popüler kültürdür. Siz kendinizi yenilemek zorundasınız, çünkü popüler kültür beş sene içerisinde kimde ne varsa alıp götürür, ama kendisini yenileyen insanları yiyemez popüler kültür. Dolayısıyla oyunculuk hayatta kalma mücadelesidir. Hayatta kalabilmek için sürekli kendinle ilgili araştırmalar yapmak zorundasınızdır. Dünyada çıkan her şeyi takip etmek zorundasınız.

Sinema bizim dışımızdaki bir dünyadır. Sinemanın sadece bir parçası olabiliriz. O yüzden görüntü yönetmenine ve yapımcıya gerçekten inanmalıyız ve onların da bir hedefi olmalı. Çünkü sizden sonra da yaşayacak olan tek şey sinemadır. Sizden sonra diziler yaşamaz, tiyatro yaşamaz, ama sinema yaşayacak. O yüzden sinemaya çok dikkat edilmesi gerekiyor. Mesela, diziye sette ya da sizi sete alıp götüren arabada başlarsınız, ama sinemada role sabah kalkıp başlarsınız. Aydaki Adam Jim Carrey’in bir belgeseli var. Onu oyuncu olmak isteyen herkesin izlemesini tavsiye ederim.

Televizyon izleyici için de yapımcı için de oyuncu için de en büyük handikaplardan biri, reyting. Günün sonunda Bizim Hikaye’nin aldığı reytingler yüzleri güldürüyor mu?

- Bilmiyorum ki, devam ediyor dizi. Benim için senaryoyu aldığım andan sete çıktığım ve dizi bitene kadar süreçte sette yapacağım performans beni ilgilendiriyor. Ben bunlarla ilgilenemem, çünkü benim zamanımı bunlar alamaz, çünkü benim işim çok zor. Bir de bunlarla uğraşamam. 54 yaşındayım ve uğraşacağım çok daha önemli şeyler var. Reyting, benim için önemli, çünkü işin devam etmesi reytinge bağlı. Ama inan bununla uğraşacak zamanım yok. Çok samimi söylüyorum. Cuma günü param yatıyor mu ona bakıyorum. Param yatmışsa demek ki işimi iyi yapıyorum.

Peki, bu soruyu sormazsam Barış ve Filiz hayranlarına çok ayıp etmiş olurum.

- Yapma sakın böyle bir saygısızlık (gülerek).

- Barış ve Filiz’in aşkı ne zaman mutlu sonla vuku bulacak?

- Son bölümde (gülerek). Ben bu soruyu es geçeyim.

Bu keyifli sohbet için teşekkür ediyorum. Kendinizi anlatan son bir cümle alabilir miyim?

- Çehov demiş ki ‘Bizi çalışmak kurtarır’. Hayatımı galiba bunun üzerine kurdum. Babam da hep bunu anlatırdı. Öncelikle çalışmak. Nazım Hikmet bir şiirinde şunu der ‘Onların taş atmaya hakkı var, bizim ah demeye hakkımız yoktur’  sanırım bizim jenerasyon ‘Ah!’ demeden çalışmaya devam edecek. Teşekkür ederim.