Gün geçmiyor ki bir İlâhiyatçı Hocamız gazete sütunlarında veya televizyon ekranlarına çıkıp yeni bir içtihad yumurtlamasın! Hani zaman zaman "İÇTİHAD" kapısının kapandığını filan söyleyenler var ya! Hiç doğru değilmiş, "İÇTİHAD" kapısı arkasına kadar açıkmış ve meğer ne kadar da müçtehid(!) varmış! Zihniyyet, "İmam-ı Âzam da, İmam-ı Şâfi'î de, İmam-ı Mâlik de, İmam-ı Hanbelî de birer imamdı, biz de birer imamız, dolayısiyle aramızda bir fark yok, onlar nasıl günün meselesine içtihad yoluyla çâreler üretmişseler, bizler de günümüz meselelerine içtihad yoluyla çâreler üreteceğiz," olunca günümüz müçtehid taslaklarının ortaya çıkmasını normal karşılamak gerekir. Gazete sahifelerine intikâl ettiği kadarıyla bunlardan birisi, Ridde-İrtidad hususunu ele almış "dönmek-din'den dönmek" olarak kullanılan "Ridde-İrtidad" ve dinden dönenler demek olan "Mürted" üzerine fikirler serdetmiş, Kur'ân-ı Kerim Nisa Suresi, 137. âyet-i kerimelerini misâl göstererek, İslâm dininde mürted hakkında herhangi bir tedbir öngörülmediğini iddia etmiştir. Bu âyetin meâli şudur: "İmam edip sonra inkar edenleri, sonra yine iman edip tekrar inkar edenleri sonra da inkarlarını artıranları Allah ne bağışlayacak ne de onları doğru yola iletecektir. (Bunlar gönüllerinde bir türlü iman yer etmeyen, kararsızlık içinde inkâr ile iman arasında ömür geçiren, sonunda da inkârda karar kılan kâfirler ve münâfıklardır.) Ridde: Dönüş, İrtidad: Dönmek, Mürted: Dönmüş olan demek ise de ıstılahta Ridde, İrtidad, dinden, imandan inkara, dinsizliğe dönmek, Mürted de dinden, imandan küfre, inkâra dönmüş olan kimseler kasdedilmiştir. DİN DEĞİŞTİRME: Ridde, İrtidad sözkonusu olduğunda kimileri bunu "din değiştirmek", hâşâ! sanki pek çok din varmış da, bâzıları "şu dinden bu dine, geçmiş," gibi gösterilmesi çok yanlıştır. Öncelikle din nedir? Suâlinin cevabı, "Din, akıl sahiplerini hür iradeleriyle bizâtihî uhrevî ve dünyevî saadete götüren, Allah tarafından konulan hükümler manzûmesidir," denilir. Öyleyse, Allah tarafından konulmayan, insanlar tarafından dizayn edilmiş inanç sistemlerine aslâ "Din" denilmez. Bu bakımdan irtidad, ridde vak'alarında mesele "din değiştirme, şu dinden bu dine geçme değil, dinden çıkma, imandan inkâra dönme" vak'asıdır. İslâm tarihinde, irtidat vak'aları, ferdî ve cemaat-kabile, bir mürted'in arkasından gidenler olarak görülmüştür. Asr-ı Saâdette irtidat vak'aları vardır, Asr-ı Saâdet'den sonra irtidat vak'aları vardır. İslâm dinini kabul edip, inanç zaafiyetinden dolayı küfre, inkâra dönenler vardır, aslında gerçekten inanmadığı halde, kalbinde gönlünde küfrünü gizleyerek inanmış gibi görünen münâfıkların nifaktan vazgeçip asıl inancına sahip çıkma vak'aları da zâhiren ridde-irtidad gibi görünse de aslında bunlar ridde-irtidad değildir. İslâm tarihinden, Ehl-i Ridde-İrtidad edenler incelendiğinde on bir ayrı fırkanın İslâm dininden döndüğü kaydedilir. Fakat bu fırkalardan bâzılarının zâten küfrünü belli bir süre gizlemiş, Müslümanmış gibi görünmüş münafıklar oldukları bilinmektedir. Asr-ı Saâdet'de vukua gelen önemli irtidad hâdiseleri ve fırkalar şunlardır: Benî Medleç kabilesi, reisleri Esvedü'L-Ansî, Yemen'de kâhinlik yapıyordu. (Kehânet gelecekten haber vermek, gelecekten haber verene de Kâhin denilir.) Bu Esvedü'L- Ansî denilen alçak Yemen'de peygamberlik iddiasıyla irtidad etmiş, Sevgili Peygamberimiz Yemen Vali'i Muaz bin Cebel ve Yemen büyüklerine birer mektup yazayarak, bu fitnenin defedilmesini istedi, Cenab-ı Hak bu hâin, yalancı peygamberlik iddiasındaki mürted, Yemen'li kahraman pehlivan Feyruz el-Deylî eliyle belasını bulmuştur. Müseylemetü'L-Kezzâp kavim- kabilesi Benî Huneyfe, Müseylemetü'L-Kezzap da, peygamberlik iddiasıyla, Peygamberimize bir mektup yazmak cür'etinde bulunmuş, şöyle bir mektup yazmıştı. "Allah'ın Resûlü, (Hâşâ) Müseylemetü'L-Kezzap'tan, Allah'ın Resûlü Muhammed'e, "Bundan sonra, yeryüzünün yarısı senin, yarısı benim," Peygamberimiz kendisine şu şekilde bir cevap vermiştir. "Resûlullah Muhammed'den Müseylemetü'L-Kezzâp'a, "Bundan sonra, yeryüzü Allah'ındır, Allah sahibi olduğu yeryüzünü kullarından dilediğine varis kılar, akibet Allah'tan korkanlarındır." 30'dan fazla, yalancı peygamberlik iddiasında bulunanlardan birisi olan Müseylemetü'L-Kezzâp, 1.Halife Hazret-i Ebû Bekr zamanında, Müslümanlarla giriştiği muharebede, Uhud harbinde, Hind'in kölesiyken, Peygamberimizin amcası, cennet şehidlerinin efendisi Hazret-i Hamza'yı hunharca şehid eden, bilâhare İslâm'la şerefyap olan Vahşî tarafından katedilmiştir. Yukarıda kısaca izah edildiği gibi, peygamberlik iddiasıyla taraflarına topladıkları güruh ile birlikte irtica ve irtidad vak'alarına bulaşanlar olduğu gibi, Sevgili Peygamberimizin Dâr-ı Bekâ'ya intikâlinden sonra Hazret-i Ebu Bekr'in hilafeti sırasında Arap Yarımadası'nda bazı kavim-kabile ve fertlerden bâzıları da Peygamberimizin risâletini kabul ediyorlar, namaz kılıyorlardı. Fakat zekatı, zekatın farziyyetini (farz olduğunu) inkar ediyorlar, zekâtın Halife'ye devlet reisi'ne verilmesi gerektiğini kabûl etmiyorlardı. "Biz, bu vergiyi (zekatı), Hazret-i Peygamber'in şahsına hürmet ederek, mahalline sarfedileceğine emîn olarak veriyorduk, bundan sonra vermeyeceğiz", dediler. Elbette, İslâm Dini bir bütündür. İslâm Dini'nin hükümlerini birbirinden ayırmak câiz değildir. "Namazı kabul eder kılarım, zekatı vermem," demek de bir irticâ ve irtidad vak'asıdır. Halife-i Resûl, Hazret-i Ebû Bekr radiya'llâhu anh Efendimiz, bunlar hakkında -Vallâhi, namaz ile zekât arasında bir fark görenlerle mukâtele edeceğim! (silahlı çatışmaya gireceğim.) Namaz nasıl bedenî bir vazife ise, zekât da o derece mâlî bir vazifedir. Her ikisi de hukûkî İslâmiyye'dendir. Yine Allah'a yemin ederim ki, Resûlüllah'a verdikleri bir dişi oğlağı benden esirgeyenlerin elbette kafalarını koparacağım!" demiştir. Hazret-i Sıddık-ı Ekber, "Zekât Mâlî bir hakk'tır" demekle, devletin başı sıfatıyla dînen zengin sayılan Müslümanlar nezdinde fakirin hakkı olan zekâtı gerektiğinde cebren, gerektiğinde mukâtele ile alırım, hakkı hak sahibine veririm," demek istemiştir. Bu durumda irtidad, bütünüyle dinden dönüp, imandan inkâra geçenler için ne kadar geçerli ise, İslâm'ın emirlerinden birisini, namazı, zekâtı veya herhangi bir fariza'yı inkâr da irtidad'dır. Cemaat, kabile ve kavim halindeki irtidad için, aynı zamanda devlete isyan, halk arasında fitne çıkarmak, devlet nizamını hiçe saymak gibi durumlar meydana geldiği için, bu kavim-kabileler devletin meşrû kuvvetleri tarafından tenkil edilmişlerdir. Topluca, kavim-kabileler halinde değil de ferdî irtidad vak'alarında da cârî hükümler vardır. Bunları da gelecek yazıda inceleyelim. İnşa Allah!.