Propagandanın menşei Avrupa, mucidi Hıristiyanlık. Bu yüzden kelime, Latince kökenli. Terimin temeli PROPAGARE; yeni fidanlar elde etmek üzere ekim yapmak, yaymak anlamlarına geliyor. Bir inancı yaymak, taraftar kazanmak için girişilen her türlü çaba, propaganda kapsamına giriyor.  

Hıristiyanlar için propaganda bir görevdir (misyon). Bu yüzden her bir propagandacıya, "MİSYONER" denilir. İlk misyonerler, havarilerdi. Aziz Paulus, Anadoılu, Makedonya ve Yunanistan'da bir çok kilise kurdu.  

Havarilerin yetiştirdiği Hıristiyanlar, Roma İmparatorluğu'nun her tarafını dolaştılar. Gittikleri yerlerde Hıristiyanlığı kabul ettirdikleri kimselere yeni kiliseler kurdurdu ve bunları yeni misyon merkezleri haline getirdiler. Aziz Augustinus, Aziz Bonifacius, Aziz Francesco hazırlılıkları itibariyle en ünlü misyonerlerdi.  

1622 yılından itibaren "propaganda" kelimesi "misyon" tabiriyle eş anlamlı olarak kullanılmaya başlamıştır. 1662'de Papa XV. Gregorius halk kitlelerine dinî ve Siyasî telkinlerde bulunmak üzere 37 misyon kurmuş. Bu misyonlara "Congretio de Propagande Fide" yani "Propagandacı Papazlar Topluluğu" adını vermiştir.  

Hıristiyanların misyonerlik faaliyetleri günümüzde giderek artmaktadır. Bu konuda araştırma yapanların belirttiklerine göre Türkiye'de, onbinlerce vatandaşımız Hıristiyan yapılmış.  

Siyasî maksatla propaganda, devrim öncesi ve sonrasında Fransız ihtilalcileri tarafından yapılmıştır. Özellikel Napolyon, diğer devletleri yıkmak için İhtilalin felsefesini bütün dünyaya yaymaya çalıştı.  

İdeolojiler, propaganda vasıtasıyla yayıldı. Batılı devletler birbirlerine ve bütün dünyaya, ordularıyla yapamadıklarını ideolojik propagandalarla yapmaya çalıştı ve büyük ölçüde başarılı oldular.  

Liberal Kapitalizm, Komünizm, Faşizm, Nazizm, Siyonizm gibi ideolojiler uluslar arası propagandaya büyük önem vermişler ve değişik ülkelerde kendilerine yandaşlar bularak o ülkelerin kültürel bütünlüğünü bozmuşlardır. Bu da "böl, parçala, yut" diye şöhret bulan bir başarılı strateji olmuştur.   

XIX. yüzyıl sonları ve XX. Yüzyıl başları bütün dünyada İngilizlerin, iki dünya savaşı arası Rusya'da Komünistlerin, Almanya'da Nazilerin, İtalya'da Faşistlerin, İkinci savaştan sonra Rus Komünizminin, Amerikan Kapitalizminin ve Yahudi Siyonizminin bütün dünyada en etkili oldukları dönemlerdir. Bilindiği gibi şu sıralar Amerikancı Kapitalizm (Liberalizm) ile Siyonizm ittifakı propagandada hakim durumdadır.  

Herhangi bir din veya ideoloji bir ülkeye gireceğinde ilk önce orada hakim durumdaki dinî ve millî değerleri yok ederek geçiş yolunu açmaktadır. Bunun için ise kullandığı, yan ideolojiler vardır. Bunlar çağdaşlaşma (modernizm), insan sevgisi (hümanizm), akılcılık (rasyonalizm), ispatçılık (pozitivizm) ve küreselleşme (globalizm) gibi fikir akımlarıdır.  

Ülkelerin bu türden emperyalist ideolojik taarruzlara karşı tutunabilmeleri için güçlü moral değerlere sahip olması gerekir. O değerler, millet şuuru ile din inancıdır.  

Bu açıdan bakıldığında, Türkiye'de tehlike sinyalleri veren iki özellik görmekteyiz:  

Bunlardan birincisi, Türk milliyetçilerinin ve samimi dindar Müslümanların propaganda aracı olarak dev medya kuruluşlarına sahip olamamalarıdır.  

İkincisi ise; yerleştirilmiş haliyle Türk milliyetçiliğinin, Türkiye toplumunun tamamını kucaklayamayacak şekilde, yani maalesef nitelikte olmasıyla bazı çevrelerce güya Laiklik adına, Müslümanlığı bir siyasî rejim gibi algılayıp yok etme çabalarıdır.  

Bu uygulamalar, emperyalist propagandacıların etkilerini kolaylaştırıcı sonuçlar vermektedir. Zira propaganda zaten, toplumların inanç ve değerlerini kontrol etmek, onları istediği yönde değiştirmek ister. İnançları, değerleri olmayan toplumların üzerine hakimiyet tesis etmek elbette ki çok kolaydır. O tür toplumlar neyi, kime karşı savunacaklardır?  

Milliyet ve din duyguları toplumların dayanışma ve savunma mekanizmalarıdır, mukavemet güçleridir. Varlıklarından zarar değil, fayda görülür.  

Her şeyi ancak batıdan gördükçe anlayabilen kafalar, batılıların kendi dinlerini hem de siyasilerinin ağzından rahatlıkla telaffuz edebildiklerini görsünler. Sadece o mu?  

Fakirlikte, tabiî afetlerde ve savaşlarda dayanışma ve savunma için halkın hangi inançlarının faydalı olduğunu da görsünler.  

Değerleri yok etmenin, milleti silahsız bırakıp emperyalizme yem etmek olduğunu başka nasıl anlatabiliriz?