Kamu oyunun yakından tanıdığı, kendisinin de belirtiği gibi "Sosyete Hocası" lakabı takılmış olan Yaşar Nuri Öztürk, CHP'den istifa etti. 2002 yılının 15 Ağustos'undan beri bulunduğu ve geçtiğimiz seçimlerde listesinden milletvekili seçildiği partinin "katı ve yanlış laiklik" anlayışından dolayı, kendisine karşı tavır alındığından yakındı.  

Aslında Türkiye'de laikliğin, bazı çevrelerce yanlış anlaşıldığını, biz de yazılarımızda sık sık vurgulamaktayız. Bu yanlışlık, laikliğin din yerine ikame edilecek bir inanç, olarak düşünülmesidir. Fakat Öztürk Hoca'nın bu açıdan kendisine tavır alındığını ileri sürmesi kanaatimce yerinde değildir.  

Kendisi, seçilecek bir sıradan, milletvekili adayı da gösterilmiş, propaganda çalışmalarında parti adına hitabetle de görevlendirilmiştir. O zamanlar CHP Genel Başkanı Sayın Baykal'ı, "Boğazından haram lokma geçmemiş yağız delikanlı" ve bir "Alperen" olarak tanıtıyordu. Baykal'ı, daha sonraları ise ağır bir dille eleştirerek, kendisine destek vermediğinden bahisle "İktidarını Allah uygun görmedi" şeklinde izah ediyordu. Hoca'nın, överken de yererken de dini terminolojiyi kullanması dikkate şayandır. Tamamen milli sıfatları kullanmayı da ihmal etmiyordu. Baykal için, "Atatürk'ün ruhunu taşıyan adam" da diyordu.  

CHP içinse "Gönül kontağımız zaten vardı. Ayrıca, CHP hem en eski hem de en yeni partidir. Bu çok önemlidir. Ben, bunu bugün yalnız CHP'de görüyorum" diyordu.  

Şimdi o aşırı övgüleri hatırlatıldığında ise "Ben Anadolu çocuğuyum, sevdim mi tam severim" demektedir.  

Biz de Anadolu çocuğuyuz ama, gerek dinî gerek millî terbiyemizi; ölçülü olmak, aşırılıklardan sakınmak ve orta yolu izlemek şeklinde almışızdır. Eğer bu kaidelere uyamıyorsak, kusuru Anadoluluğumuzda değil, kendimizde ararız. Hoca ise maşallah, kusurlarını bile yüceltiyor.  

Aslında CHP'de, Hoca'ya karşı tavır alış "yanlış laiklik anlayışından" değil, onun halkın tepkisini çeken dini yorumlarından kaynaklanıyordu. Ezanın okunmasında ve ibadetin yapılmasında, Türkçe'nin kullanılması gibi bir zamanlar CHP'yi sıkıntıya sokmuş anlayışları, tekrar savunmaya başlaması ile namaz, kurban gibi konularda tepki çeken ilginç yaklaşımlar ortaya koymaktadır. Öztürk bu ilgi çekici tavrını, her konuşmasında sergilemekte ve başarılı da olmaktadır. Bu yüzden İLGİ ÇEKME tutumunu aklımızda saklayarak konumuza devam edelim.  

Öztürk'ün Baykal ve CHP'ye kızması, Parti Meclisi'ne alınmayışıyla başlamıştı. O ise MAKAM HIRSI yerine, dini hassasiyetini ve fikirlerini gerekçe göstermeyi tercih etmektedir. Bu gibi durumları merhum Prof. Dr. Ayhan Songar şöyle açıklıyor:  

"Akla yakınlaştırma (RATİONALİZATİON): Şuur dışı bir motivasyonun sonucu olan ve rahatsız edici bir faaliyetin arkasından ego, bu davranışı için entelektüel bazı sebepler imal ederek kendisine karşı kaybettiği güven ve itibarını yeniden kazanabilir... Rasyonalizasyon yolu ile utandırıcı davranışlara ve zaaflara entelektüel olarak kabulü mümkün sebepler bulunmaktadır." (Psikiyatri-Geçit Kitabevi-1977-s.150).  

Sayın Öztürk'ün sık sık "BEN, BEN" diye kendisini öne çıkaran konuşmaları, herkesin dikkatini çeken bir özelliğidir. "Ben profesörüm", "Ben medresede yetiştim", "Ben hem okulda hem medresede eğitim gördüm", "Ben, dedemin dizlerinde dini eğitime beş yaşında başladım", "Ben o konuyu falan kitabımda açıkladım" gibi cümleleri meşhurdur. Bunları normal mi buldunuz? Peki öyleyse buyurun 15 Nisan tarihli, Dünden Bugüne Tercüman'da yayınlanan sözlerine bakalım:  

"Ben ki; sadece Türkiye'de değil, dünyayı İslâm konusunda yönlendiren biriyim."  

"Ben CHP için son şanstım, gemi kaçtı. Şimdi cami ile, dinle barışmaktan söz ediyorlar, panik içindeler."  

"Ben öyle bir vagonum ki beni çekecek bir lokomotif yok. Ya lokomotif olurum, arkama vagon olarak takılanlarla yürürüm, veya köşeme çekilirim."  

Bu sözlerle yine ilgi çekme gayretine rastladık. Öyleyse yukarıdaki satırlarımızda aklımızda saklamaya karar verdiğimiz bu tutumunu da soruşturalım. Psikiyatrist Ayhan Songar, belirttiğimiz kitabında şu açıklamayı yapıyor:  

"Telâfi (COMPENSATİON): Şahıs, gerçek veya hayali bir eksikliğini, diğer kabiliyetlerini ve karakteristiklerini mübalağa etmek suretiyle telâfi edebilir. Mutat olarak kompansasyon, başkalarının tavsip, beğenme ve hayranlığına muhtaçtır. Bunun yardımıyla ego ikna olur. Bazı sabırsız kimselerde mütemadiyen İLGİ ÇEKME ve İTİBAR TOPLAMA gayretlerine rastlanır. Bunlar daima kendi gruplarından FARKLI OLMA ÇABASI içindedirler." (s: 152)  

Sayın Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk'ün değişik cümlelerinden hem rasyonalizasyon, hem de kompansasyon örnekleri sunduk. Şimdi bu ikisini bir arada olarak parti kuracağını açıklayan sözlerinde görelim. Hoca kuracağı partiyi haber verirken tamamen kendi bilgi birikimini ön plana çıkarıyor, şayet partisi kabul görmezse kusuru halkın tahammülsüzlüğüne yüklüyor. Dinleyelim:  

"Kendi siyasi anlayışım ve felsefemle yeni bir kadroyu, yeni bir yapılanmayı halkın önüne çıkaracağım. Halk buna da tahammül edemezse ben bir aydın olarak her aşamayı denetim olmadı) diyerek bu işi bırakacağım."  

İşte Hoca'nın sözleri ve Psikoloji biliminin söyledikleri bunlar. Bizim acizane söyleyeceklerimiz ise şudur:  

Bu şekilde böbürlenmek ve menfaat beklentisiyle birilerini övmek, olmayınca da kötülemek bir Anadolu çocuğuna yakışmaz.