Ege ve Akdeniz’de Türkiye ile Yunanistan’ı yıllar sonra yeniden çatışmanın eşiğine getiren gelişmeler, iki komşu ülke ilişkilerini çok aşan gelişmelerdir. Yunanistan, aynaya baktığında, Türkiye’ye efelenecek gücü olmadığını elbette görüyor. Fakat, biraz da ekonomik koşuların zorlaması nedeniyle, Akdeniz’de en uzun kıyısı bulunan Türkiye’yi Akdeniz denkleminin dışına savurmayı amaçlayan bölgesel ve küresel güçlerin oyunlarına alet oluyor.
AB’den umduğu desteği bulamayan Yunanistan’ın, 24-25 Eylül’de yapılacak AB Zirvesi öncesinde söylemlerinde görülen yumuşama, iki komşu ülke ilişkileri açısından sevindiricidir. Aramızdaki sorunlara konuşarak çözün bulmak varken, emperyalistlerin değirmenine su taşımanın bir anlamı yoktur.
Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Macron’un telaşının gerçek nedenini görmesi ve özellikle ABD’nin Güney Kıbrıs’ta ve Girit’te,”Gerçek niyetleri nedir?” dedirten büyüklükte askeri üsler kurmasının amacını sorgulaması gerekmiyor mu?
24 Eylül’e kadar bir düşünün deriz..
M. KEMAL SALLI

İki Komşu ülkenin ilişkileri, karşılıklı olarak yayınladıkları NAVTEX duyurularıyla giderek gerginleşiyor. “İflas etmiş” demek istemiyoruz; ekonomisi zorda olan Yunanistan’ın Türkiye’ye karşı sergilediği hasmane davranışlar, efelenmeler, Katerina Sakelaropulu’nun, Cumhurbaşkanı seçilir seçilmez, yüksek topuklar üzerinde sekerek Eşek Adası’na çıkarma yapması komşuluk ilişkilerine saygılı olmakla bağdaşmayan davranışlardı.

Ege ve Akdeniz’de Türkiye ile Yunanistan’ı yıllar sonra yeniden çatışmanın eşiğine getiren gelişmeler, iki komşu ülke ilişkilerini çok aşan gelişmelerdir. Yunanistan, aynaya baktığında, Türkiye’ye efelenecek gücü olmadığını elbette görüyor. Fakat, biraz da ekonomik koşuların zorlaması nedeniyle, Akdeniz’de en uzun kıyısı bulunan Türkiye’yi Akdeniz denkleminin dışına savurmayı amaçlayan bölgesel ve küresel güçlerin oyunlarına alet oluyor.

Yunanistan’ı Türkiye’ye karşı kışkırtanlar, komşunun bu dalaştan hiç de karlı çıkmayacağını görmüyorlar mı? Elbette görüyorlar, ama Yunanistan gibi, kolayca dolduruşa gelen duygusal bir milleti etkileyerek Türkiye’nin üstüne salıyorlar. Amaçları, yüz yıl öncesinde olduğu gibi, iki komşu ülkeyi kapıştırıp yormak, hakça bölüşmeleri gereken Akdeniz’in derinliklerindeki hidrokarbon servetini yağmalamak.

Yunanistan da, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi de, Mısır da, bütün devletlerin ekonomik sıkıntılarla boğuştukları bir dönemde, Allah’ın kendilerine lütfettiği bir fırsatı değerlendirecekleri yerde, bölgesel ve küresel güçlerin hedeflerine ulaşmak için kurguladıkları oyunların figüranı oluyorlar.

Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve Mısır gibi Batılı emperyalistlerin kendi amaçları doğrultusunda kolayca kullanabildikleri devletler, Akdeniz’in derinliklerindeki muazzam hidrokarbon servetini kıyıdaş ülkelerle hakça paylaşacakları yerde, jeopolitik konumları nedeniyle, bu serveti kendi malları olarak sahipleniyorlar, parselledikleri bazı alanlarda, bu serveti çıkarma ve pazarlama hakları satmaya kalkışıyorlar ve yanılıyorlar. Tam bir korsan devlet mantığı ile hareket eden devletler oyuna geldiklerini farkettiklerinde iş işten geçmiş, atı alan Üsküdar’ı geçmiş olacak.

Uluslararası deniz hukukunun pekçok konuda net hükümleri olmadığı bir dönemde, Yunanistan’ın, kulağına üflenenlerden cesaret bularak, Türkiye’ye rağmen, Ege ve Akdeniz’de bir takım oldu-bittiler yaratması mümkün değildir.

BİZ DEĞİL, BORRELL SÖYLÜYOR

Yunanistan’ın, Türkiye’ye karşı sergilediği efelenmelerle, ekonomik sıkıntılar nedeniyle bunalmış olan kamuoyunun dikkatini başka konulara yönlendirmeye çalışıyor. Türkiye’yi Ortadoğu denklemi dışına sürüklemek amacıyla Yunanistan ile kapıştırma hesapları yapanlar da, yumuşak karnını bildikleri için, komşuyu kendi amaçları doğrultusunda yönlendirebiliyorlar.

Yunanistan’da aklı başında olan herkes oyunu kolayca görebiliyor ve ülkesinin sonucu belli bir maceraya sürüklenmesine karşı çıkıyor. İki komşu ülke arasında yaşanan gerginliğin bir Türk-Yunan sorunu olmadığını, bu sürtüşmenin arka planında küresel bir paylaşım kavgası yaşandığını, Yunanistan’ın da, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin de, Mısır’ın da bu oyunda maşa olarak kullanılmak istendiğini artık sokaktaki vatandaşlar da biliyor.

Bu devletlerin Türkiye’nin önüne çıkmaya güçlerinin yetmeyeceği çok net bir gerçektir. Bunu biz değil, Avrupa Birliği Dışişleri ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell söylüyor. Borrell, 24-25 Eylül’de yapılacak AB Zirvesi’ne kadar zamanın dondurulduğunu, Türkiye ile Yunanistan arasında yaşanan gerilimin yapıcı bir yaklaşımla, diyalog ve müzakere yoluyla çözülebileceğini belirtirken şöyle diyor:

“Türkiye AB’nin önemli bir komşusu. Coğrafyayı değiştiremeyeceğimize göre, komşu olmaya devam edeceğiz. Aynı zamanda Türkiye, göç dahil, birçok konuda önemli bir ortak. Göç akımlarını Türkiye’nin yardımı olmadan çözebileceğimizi sanmıyorum”.

BORRELL, “ESKİ İMPARATORLUKLAR GERİ DÖNÜYOR”

Aday ülke olan Türkiye’de nüfusun büyük bir çoğunluğunun AB değerlerini benimsediğini ancak, ilişkilerin geleceğine ilişkin soru işaretleri bulunduğunu söyleyen Borrell, “Bu sorulara acilen yanıt bulmalıyız” derken kimlere mesaj veriyor?

Yunanistan, 24-25 Eylül’deki AB Zirvesi’nden Türkiye’ye yaptırımlar çıkacak gibi bir beklentisi varsa, boşuna hayale kapılmasın; Borrell, Türkye karşısında AB’nin elinin çok rahat olmadığını açık açık söylüyor.

Zirve sonrasında Türkiye’yi kınayan ifadelerle kaleme alınmış bir sonuç bildirgesi çıksa da, bunun yaptırım gücü olmayan bir sitem mektubu olacağı biliniyor. Çünkü Borrell, özellikle Yunanistan’ın ve de Yunanistan’ı amaçları doğrultusunda kullanmak isteyenlerin duyması gereken başka şeyler de söylüyor. Küresel gelişmelere ilişkin çok önemli bir saptaması var, Borrell’in:

“Eski imparatorlukların geri dönmeye başladığı bir durumla karşı karşıyayız. En azından üçü dönüyor.”

Hangi imparatorluklarmış bunlar, dinleyelim:

“Rusya, Çin ve Türkiye.. Bölgesel ve küresel yaklaşımlarla gelen geçmişin büyük imparatorlukları bizim için yeni bir ortam sunuyor. Türkiye, ortamımızı değiştiren unsurlardan biri.”
Washigton da Ortadoğu’da, Doğu Akdeniz’de yeni dengelerin kurulmakta olduğunun farkında. 1 Eylül’de Beyaz Saray’da ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, Hazine Bakanı Steven Mnuchin ve Beyaz Saray Ekonomi Danışmanı Larry Kudlow’un katılımıyla yapılan toplantının konusu, ABD açısından bir beka soruna dönüşen Yeni İpekyolu’ydu.

Yeni İpekyolu’nun önünü kesemedikleri takdirde ABD “Küresel Lider” sıfatına veda edecekti. Bunun için de ABD’nin, hem jeostratejik konumu hem de derinliklerinde barındırdığı 20 trilyonluk hidrokarbon serveti dolayısıyla Akdeniz’i kesin olarak kontrolü altına alması gerekiyordu. Bölgemizde, Doğu Akdeniz’de kuzey Afrika’da yaşanan gelişmeleri bu gerçekler çerçevesinde değerlendirmemiz gerekiyor. ABD’nin Akdeniz’in derinliklerindeki serveti kimseyle paylaşmaya niyeti yok.

Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Macron’un telaşının gerçek nedenini görmesi ve özellikle ABD’nin Güney Kıbrıs’ta ve Girit’te,”Gerçek niyetleri nedir?” dedirten büyüklükte askeri üsler kurmasının amacını sorgulaması gerekmiyor mu?

TÜRKİYE, “BEN DE VARIM” DİYOR, DEMEK ZORUNDA

Küresel konjonktürü doğru okumak gerekir. Türkiye, Yavuz ve Kanuni sondaj gemileri ile Barbaros, Oruç Reis ve Fatih sismik araştırma gemileriyle yalnızca enerji sorununa çözüm aramıyor,  “Mavi Vatan” ilan ettiğimiz sularda bayrak gösteriyor, “Bur sularda benim de izim var” diyor. Uluslararası deniz hukuku, denizlerin, kıta sahanlıkların, münhasır ekonomik bölgelerin, deniz yetki alanlarının paylaşımı konularında kesin tanımlar ortaya koyabilmiş değil.

Deniz alanlarında yetkilerin paylaşımı konusunda çeşitli zamanlarda, değişik platformlarda alınmış kararlar birbirleriyle çelişebiliyor. O nedenle, “Mavi Vatan” ilan ettiğimiz sular ve bunların hava sahaları konularında BM’ye verdiğimiz haritalara sahip çıkmak durumundayız. Üç tarafımızı çevreleyen denizlerdeki ve bu denizler  üzerindeki hava sahalarımızın sınırlarının belirlenmesi konusunda yaptığımız bazı umursamazlıkların sancılarını yıllar sonra yaşamaktayız.

Türkiye’nin, tarihin omuzlarına yüklediği mirasına, yeşil ve mavi vatanına sahip çıkma görevinden uzak durması asla mümkün değildir. Suyun karşı yakasındaki komşumuza sormak isteriz; 1820’ye kadar, 450 yıl birlikte yaşadığımız dönemde mi mutluydunuz, şimdi mi mutlusunuz?

1.Dünya Savaşı sonundaki macera sizlere ne kazandırdı?

Denizlerin nimetlerini hakça paylaşmak varken suları bulandırmanın bir yararı olacak mıdır?

AB’den umduğu desteği bulamayan Yunanistan’ın, 24-25 Eylül’de yapılacak AB Zirvesi öncesinde söylemlerinde görülen yumuşama, iki komşu ülke ilişkileri açısından sevindiricidir. Aramızdaki sorunlara konuşarak çözün bulmak varken, emperyalistlerin değirmenine su taşımanın bir anlamı yoktur.

24 Eylül’e kadar bir düşünün deriz..