Hayatımızın akışı üzerinde bir an olsun düşündüğümüzde; “hayata en çok arzuladığınız şey nedir?” sorusunun cevabı büyük ekseriyetle “eğitim” ya da “çocuklarımı okutmak” olacaktır. Bunun için geniş istatistikî araştırmalara ve anketlere hiç mi hiç gerek yoktur. Görünen köy kılavuz istememektedir.
Bu ülkenin en fakir tabakalarında “sen oku yeter ki ceketimi satar seni okuturum” anlayışı eğitim aracılığı ile yeni bir hayata kavuşmanın, sınıf atlama özleminin de ifadesi olagelmiştir.
Bu ülke en azından benim kuşağımın üniversitede okuduğu yıllara kadar -80’lerin sonu 90’ların başı-alt tabakalardan zeki çocukların devletin desteğiyle(yatılı imkânları, burs vesaire...) fakülte bitirebildiği, okuyup yeni bir hayata atılabildiği bir ülkeydi. Kendimden örnek vermem gerekirse, daha sonra Erzincan Anadolu Lisesi olan dönemin Erzincan Lise’sinde son iki yılı yatılı okudum. Okulda aldığımız eğitime ek olarak yurtta disiplinli etüt çalışmalarıyla,dershanenin kapısına uğramadan üniversiteyi kazanabildim.Benimle birlikte nice yatılı okul öğrencisi....
Üniversiteye hazırlık sınavı için dershane o dönemlerde, devam edenlere verdiği “emin olma” duygusuyla özgüven problemini halleden destek kuruluşları gibiydi. “Dershaneye gidiyorum öyleyse kazanırım” psikolojisi ile sınavı kaybeden çok öğrenci de tanımışızdır... Daha sonraki süreçte ise sınav sayısı arttıkça her düzeyde dershaneler de mantar gibi çoğaldı. Dershanecilik bir endüstriye dönüştü.
Aileler artık çok zeki de olsa kendi çocuklarını dershaneye göndermediklerinde ya büyük bir sosyal eksiklik hissetmekteler ya da fırsat eşitsizliğinin kurbanları oldukları inancına kapılmaktadırlar. Çocuğunu dershaneye gönderemeyen aile bir yandan çocuğuna istikbal sağlayamama duygusuyla suçluluk duygusuna kapılmakta,öte yandan gelecek kaygısını sürekli olarak yaşamaktadır.
Basit bir soru sormalı aslında; okul varsa dershaneye ne ihtiyaç var, dershane varsa okul ne işe yaramaktadır?
Dershaneyi ayakta tutan, okulun çocukları geleceğe hazırlamakta yetersiz olduğu inancıdır. Okulu zayıflatır, artan nüfus karşısında eğitimin altyapı, öğretmen yetiştirme, müfredat meselelerinin çözümünü sürekli ertelerseniz, gerekli kaynakları ayırmayıp akılcı stratejiler üret(e)mezseniz; umutsuzluk içinde yığınlaşan genç kitleler kurtuluşu dershanelerde ararlar. Milyonlarca insanın emeği, parası ve enerjisi sınav bariyerlerini geçme umuduyla dershane canavarını beslemeye hizmet eder.
Dershane bir canavardır... Bu canavarı milli eğitim politikasızlıkları yaratmıştır. Televizyonun insana bir dakika bile bırakmamaya dayalı yayın siyaseti gibi dershane de çocukların kendi olacak zamanını çalan, gasp eden bir canavardır. Sınav salonlarında yarışan çocuklar sanki insan değil birer yarış atı, dershaneler de sırtlarında şaklayan jokey kırbacı...
“Amma abarttın..! Bu kadar dramatik değil” dediğinizi duyar gibiyim. Keşke haklı olduğunuza inanabilsem. Bence anlatılandan daha dramatik ve üstelik de trajiktir, fotoğrafın bütünü. Çocukları soktuğumuz psikolojik yükün ağırlığını hiç tahayyül ettik, hiç sorguladık mı?
Dershane bir utanç kurumudur aslında... Eğitim sisteminin yetersizliğinin, zavallılığının ilanıdır. Zamanla, milyarlarca dolarlık bir sektör haline gelen “DERSHANE” eğitim sistemini kendi çıkarları doğrultusunda güdümleyecek sosyal güç odakları ve siyasi imkânları da elde etmiştir. Bu gün “OKUL” değil “DERSHANE”dir, zihinleri sürekli meşgul eden. Zihinleri meşgul etme hakkı bence “OKUL”a ait olmalıdır.
Bir gün, yeni bir güne uyanmak istiyorum; hergün uyandığım gibi olmasın...
Dershanelerin yerinde yeller esiyor olsun o gün. Ve ben o efil efil esen “ fırsat eşitliği” vadisinin yellerini doya doya ciğerlerime çekeyim. Göğsüm kabarsın, öğretmene dayalı yeni eğitim sistemimizin yetiştirdiği gençleri gördükçe...
Ve bu ülkenin hiçbir insanı artık “ceketini” satmak zorunda hissetmesin kendini. Bilsin ki OKUL var ve okulda eğitim ve öğretim yepyeni bir müfredatla yapılmakta... Öğretmenler mesleklerinin layık olduğu onura kavuşmuşlar, işporta tezgâhlarında öğrencileriyle pazarcılık yapmak zorunda oldukları günler geride kalmış... Bütün enerjilerini eğitim sürecine hasretmekteler.
Bir gün uyandığımda bir Milli Eğitim Bakanı’nın “DERSHANE”leri özel okullara dönüştürdüğünü, kabul etmeyeni kapatıp “OKUL” u yeniden var ettiğini görürsem evimin en güzel köşesine koymak üzere heykelinin siparişini vereceğim. Bununla da yetinmeyip buzul çağına kadar bütün sülalesine hatim okutacağım. Sayın Bakan velev ki heykel sevmez kardeşlerden bir büyüğümüz olursa makbule de geçer (!)...
Son söz, OKUL VARSA DERSHANEYE NE GEREK VAR?