Doğan Hızlan: “Türk basın tarihinin önemli bir adamı. Öncülüklerin, yeniliklerin lideriydi. Basın tarihini kitap, dergi açısından inceleyecekler, orada Erol Simavi’ye epeyce sayfa ayırmak zorundalar.”
Türk basınının efsane patronlarından birini, Sedat Simavi’nin oğlu Erol Simavi’yi kendine saklamayı tercih ettiği anılarıyla birlikte ebediyete uğurladık. Anıları yalnız Türk basının değil, Türkiye’nin çok önemli bir döneminin romanı olacaktı. Anılarını toplumla paylaşma konusunda iki önemli girişimi oldu, ama sonunda ikisini de imha etti. Bir önemli dönemin perde arkası Erol Simavi’yle birlikte karanlıklara gömüldü.
Simavi ailesinde basın patronluğunu başlatan Sedat Simavi, Türk basınında pek çok yeniliğin öncüsü olmuştu. Gazeteciler Cemiyeti’nin de kurucusu olan Sedat Simavi ressam ve karikatüristti; yayınlarında yazılar kadar fotoğrafa, karikatüre, görselliğe, baskı tekniğine önem veriyordu.
Pek çok fedakarlığa katlanan Sedat Simavi, yıllarca Türk basının kaptan gemisi olarak anılan Hürriyet’i 1948’de yayınlamış ve Türkiye’nin en çok okunan gazetesi yapmıştı. Hürriyet Sedat Simavi’nin 49. yayınıydı. Dünya basın tarihinde kamuoyunun nasıl oluşturulduğunun en çarpıcı örneğini Hürriyet Kıbrıs konusunda göstermişti. İngilizlerin izlediği siyaset nedeniyle tamamen elimizden çıkmış olan Kıbrıs konusunda uğradığımız tarihi haksızlığı gündeme taşımış, “Kıbrıs Türktür”, “Ya taksim ya ölüm” sloganlarıyla gençliği meydanlara dökmüştü. Bu rüzgarı arkasına alan Menderes ve Fatin Rüştü Zorlu, uluslararası konjonktürden de yararlanarak, İngiltere ve Yunanistan’la yaptıkları görüşmeler sonrasında, bize Kıbrıs konusunda garantörlük hakkı, dolayısıyla 1974 Barış Harekatı yapmamıza olanak sağlayan Londra ve Zürih Anlaşmalarını imzalamışlardı.
Babalarının vefatından sonra Erol ve Haldun Simavi döneminde de Hürriyet, giderek artan tirajıyla, kamuoyu oluşturabilen etkin bir gazeteydi. Bu nedenle Hürriyet, hükümetlerin korkulu rüyasıydı. Hürriyet’in kamuoyu oluşturma gücü, “Hükümet dışında hükümet” olarak algılanmış, pek çok tehditlere ve saldırılara uğramıştı. Hürriyet bütün tehditlere rağmen yoluna devam etti, tirajından aldığı güçle hükümetlere hükmeden bir otorite oldu.
Sedat Simavi’in 1953’te vefatından sonra ağabeyi Haldun Simavi ile birlikte Hürriyet gazetesinin yönetimini üstlenen Erol Simavi, Haldun Simavi’nin 1971’de Günaydın gazetesini çıkarmak üzere ayrılmasından sonra Hürriyet’in tek patronu olarak yoluna devam etti. Hürriyet’in yanı sıra Kelebek, Hafta Sonu, 7 Gün, Çarşaf, Gong, Gösteri gibi yayınlar yaptı, Hürriyet Kitap’ı kurdu. 1993 yılında Hürriyet’in yüzde 25’ini Erol Aksoy’a satan Erol Simavi, kendisine yapılan bir takım ihanetleri affedemedi, 1994 bütün hisselerini Aydın Doğan’a satarak medya sektöründen çekildi, İsviçre’de yaşamaya başladı.
BAŞBAKANA MUHTIRA VEREN GAZETE
19 Nisan 1989 tarihli Hürriyet manşeti, bir gazetenin Türk siyasetindeki yönlendirme gücünü göstermesi açısından çok çarpıcı bir örnektir. Turgut Özal’a hitaben yazılmış ve manşetten yayınlanan “Sayın Başbakan” başlıklı açık mektup hükümete verilmiş bir muhtıraydı. Dünya basın tarihinin çok önemli örneklerinden biridir. Çünkü, Erol Simavi konuyla ilgili bir açıklamasında, “Türkiye’de 1. kuvvet ordu değil, basındır. Orduyu ihtilallere basın hazırlar” diyordu.
27 Mayıs ihtilali sonrasında Menderes iktidarıyla yakın ilişkiler içinde olan Simaviler’in dostluk ve para ilişkilerinin inceleme konusu yapılması tedirginlik yaratmış olsa da bu dönem de fazla uzun sürmemiştir. İhtilalin e güçlü isimlerinden Alpaslan Türkeş’in Erol Simavi’ye, “Beni de mason yap” teklifiyle başlayan ilişkiler buzların erimesine neden olmuştu. Ordu ile her zaman sıcak ilişkiler içinde olmasından dolayı, efsane patronun gazetecilik anlayışı, “Erol Simavi gazeteciliği militarizmle iyi geçinmektir” şeklinde tanımlanmıştır.
TEHDİT VE SALDIRILAR
Toplum üzerinde bu kadar etkili olan bir gazete yönetiminin çeşitli tehdit ve saldırılara uğramaması mümkün değildi. 1989’da vefat eden Melek Simavi’nin cenazesine oğlu Erol Simavi, MİT’in “suikast yapılacak” uyarısı nedeniyle katılamamıştı. Küçük oğlunun da, yaptığı yayınlar nedeniyle uyuşturucu mafyasının hedefi olduğu, diğer oğlu Sedat’ın bu nedenle basın sektöründen nefret ettiği anlatılır.
7 Mart 1990’da Hürriyet’in Yayın Yönetmeni Çetin Emeç öldürüldüğünde yazdığı yazıda Erol Simavi’nin de tehdit ve saldırılardan bunaldığı anlaşılmaktadır: “Sevgili Çeto, Sana da güle güle! Bizler şimdilik uzatmaları oynuyoruz. Görüşmek üzere..” Hürriyet’i hedef alan tehditler, saldırılar durmadı; 11 Aralık 1991 günü, Hürriyet’in kurucusu Sedat Simavi’nin mezarı başında düzenlenen anma töreni sırasında, bütün yönetimi hedef alan bir patlama gerçekleştirildi, failleri bulunamadı! Erol Simavi’nin gece hayatına olan düşkünlüğü, “tehdit ve saldırıların yarattığı stres”in etkisi olarak açıklanabilir.
Erol Simavi babasına benzerdi, “Gerek biçim gerek içerik konusunda Türk basınına birçok yenilik onunla geldi. Denemekten, yeniliğin riskini almaktan asla korkmazdı.” Fakat Çetin Emeç suikastı, babasının mezarı başında patlayan bomba onu çok sarstı; Türk basınının kurucu geleneklerini oluşturan efsane patronu yurdu terk edip İsviçre’ye gitmeye karar verdi.
EROL SİMAVİ ANILARINI NEDEN YAKTI?
Babasından Hürriyet’i devralarak bugünlere gelmesinde büyük emeği olan Erol Simavi Türk basın tarihinin efsane isimlerinden biridir. Hürriyet’in Erol Simavi’li dönemi Türk siyasal tarihinin de en çalkantılı, en ilginç dönemlerinden biridir. O dönemde yaşananlar netleştikçe iletişim fakültelerinde ders olarak okutulacaktır.
Erol Simavi, Hürriyet’in kaptanı olduğu dönemde yaşananların çok önemli olaylar olduğunu biliyor ve bilinmesini de istiyordu. Anılarını kayda geçirme konusundaki ilk girişimini basınımızın duayenlerinden Doğan Hızlan’la birlikte yaptı; zaman zaman Hilton Oteli’nde bir araya geliyorlar, Erol Simavi’nin anlattıklarını, daha sonra yazıya dökülmek üzere banda alıyorlardı. Sonra vazgeçti bantları imha etti. Doğan Hızlan Üstadımız olayı şöyle anlatıyor: “Kitabını yapmaya/yazmaya karar vermişti. Hilton'da kaldığı zaman iki kaset doldurduk, anlatmaya başlamıştı sakin sakin. Sonra yapmamaya karar verdi. O gün doldurduğumuz iki kasedi de imha ettik. Hayatının birçok belgesini gördüm... Kimilerini tasnif bile ettim. Şunu tereddütsüz söyleyebilirim ki, hakkında yazılmış kitaplar, röportajların hiçbiri gerçeği ifade etmiyor. O kadar çok eksik var ki...”
BELMA SİMAVİ’NİN VERDİĞİ SIR
Erol Simavi’nin çalkantılı hayatını paylaşmış olan Belma Simavi ile geçtiğimiz yıl Gazeteciler Cemiyeti’nde, Erol Simavi’ye verilen onur ödülü töreninde karşılaştığımızda, efsane patronumuzun anılarını yazıp yazmadığını sormuştum. Erol Bey, İsviçre’de anılarını yazmıştı. Oldukça ayrıntılı ve kapsamlı olan bu anı demeti de, maalesef, yayınlanmadan şöminede yakılmıştı. Kanlıca Camii’nde yapılan cenaze töreninde de kendilerine başsağlığı diledikten sonra bir fırsatını bulup anılar konusunu yeniden sordum. Çünkü, Erol Bey’in bundan sonra o kadar sayfayı yeniden yazamayacağını, fakat ses kaydı yapabileceğini söylemişlerdi. Belma Hanım acı haberi verdi; Erol Bey anılarını beraberinde götürmüştü.
VE BİR ANI..
Yıl 1964. Bab-ı Ali’nin efsane dağıtım sistemi sahiplerinden İbrahim Gezer’in finansörlüğünde Yıldız Magazin’i yayınlıyorum. Rakiplerimiz Artist, Perde, Ses ve Hürriyet’in yayınladığı Hafta Sonu gibi güçlü yayınlar.. Orhan Kemal’den “Arka Sokaklar”ı, Ayhan Işık’tan “Aşka İnanmıyorum” adlı çizgi romanını almışım, Türkiye’nin ilk fotoromanını çekmişim, güçlü bir yazar kadrosu oluşturmuşum, ama satış yapabilmesi için derginin duyurulması gerekiyor.
İlgi çekici bir ilan hazırlayıp Hürriyet’te yayınlatmam, Yıldız Magazin’i ve içeriğini duyurmam gerekiyor, ama bütçe ilana para ayırmaya yetmiyor. Dergimizi Hürriyet’in kurduğu Hür Dağıtım şirketi dağıtacağı için, parası ilerde ödenmek üzere yayınlanmasını için Hürriyet’in ilan servisine götürdüğüm teklif kabul edilmedi; üstelik ilan metninin mutlaka değişmesi gerektiği tembihlendi, çünkü ilanda, Erol Simavi ile çok ünlü bir kadın yazarın ilişkisini ima eden bir cümle vardı!
Tek çarem kalmıştı, Erol Bey’e ulaşmak ve aileden yayıncı olan efsane patrona derdimi anlatmak.. Uzun ve yorucu bir uğraştan sonra rahmetlinin Uludağ’da bir otelde kaldığını öğrendim. Bulabildiğim ilk otobüsle Bursa’ya gittim ve bir taksi ile karlı, buzlu yolları aşıp Beceren Otel’e ulaştım. Akşam olmak üzereydi. Otel personelinin tembihli olacağını tahmin ettiğimden resepsiyon görevlisine elimdeki zarfı sallayıp, gazeteden geldiğimi ve acilen Erol Bey’i görmem gerektiğini söyledim. İnandılar ve beni barda bir arkadaşıyla sohbet etmekte olan Erol Bey’e götürdüler. Aileden bir yayıncı olarak beni anlayışla karşılamasını rica ederek derdimi anlattım, ilan metnini gösterdim. Dikkatle okudu, bir ara gülümsedi. Ben, ilanının yayınlanması konusunda yardımcı olsa bile, kendisiyle ilgili bölümü gülerek ya da kızarak işaret etmesini beklerken, “Hayırlı olsun” diyerek ilanının arkasını çevirip imzaladı. İmzalamakla da kalmadı, “Üşümüssün” diyerek garsona bir parmak işareti yaptı, önüme bir viski bardağı kondu.
Yıldız Magazin dağıtıma verildiği gün, Cennetmekan Erol Bey’in arkasını imzaladığı ilanım, hiçbir değişikliğe uğramadan, Hürriyet’in 3’üncü sayfasının orta yerinde yayınlanmıştı. Efsane patronumuzu rahmet ve saygıyla anıyorum. Allah rahmet eylesin.