Üçgün iki gecelik kısa bir seyahatin notları: 1950’li yılların sonları ve 1960’lı yılların başlarındayız. Konya-İstanbul, Konya-İzmir, aşağı yukarı aynı mesafelerdedir. Henüz yollar ıslah edilmemiş, Osmanlı Devlet-i Aliyye’sinin kervan yolları, vasıtalar, İngiliz malı benzinli kamyonlar’dan bozma, Konya’da, İzmir’de ve Eskişehir’de, kamyonların şasi’sine yüklenmiş, teneke kaplı ahşap... Koltuklar, ahşap sıralar, en fazla ahşap üzerine plastik kaplama. Isıtma-soğutma hak getire, sözde otobüs’ün motoru önde olduğundan, egzos borusu otobüs’ün her iki tarafından arkaya doğru otobüs’ün içinden geçirilmiş, ara arada delinmiş, güyâ otobüs’ün içi ısıtılacak... Oysa ki, bir taraftan motor’un attığı çiğ gaz, diğer taraftan kesif duman otobüs’ün içindeki yolcuları dumanaltı ve sarhoş ediyordu. Bereket kapalı olmasına rağmen, otobüs nisbeten hızlandığında karşılıklı rüzgar, dumanı feci gazı dağıtıyordu. Kış aylarında palto-kaşkol bulabilenler yorgan-battaniye’ye sarılıyorlardı. Yolların engebeleri ve kasisleri, otobüs’lerin hızı, benzinli motor’un sık sık ısınması, dolaysiyle mola vermeleri sebebiyle Konya’dan İstanbul’a, Konya’dan İzmir’e, İstanbul’dan Konya’ya, İzmir’den Konya’ya en erken 24 saatte ulaşılabilinirdi. Zaman içinde yollar ıslah edildi, otobüsler milletler arası standartlarda, otomatik ısıtma-soğutma tertibatlı, koltuklar yatarlı-pulman, adeta uçak konforunda, televizyonlu, videolu, motorlar fevkalâde yüksek hızlı, asgarî 90 km. trafik izin verse daha yüksek hız kabiliyetli lüks otobüslerle, Konya-İstanbul arası yolculuk 8-10 saat arasına inmiştir. 2000’li yıllara kadar, Türkiye’de uçak yolculuğu halkımız için ultra lüks bir şeydi. Normal vatandaşımız, normal insanımız için uçağa binmek, uçakla bir yerden bir başka yere ulaşmak imkânsız derecedeydi. Bu yıllarda uçak yolculuğu, Başbakan, Bakanlar, generaller, yüksek bürokrasi, Sarı Basın Kartı hamilleri için %50 tenzilatlı olduğu için Basın’ın idarecilerine has’tı... 2000’li yıllarda, öncelikle THY’nin tekeline son verildi. İç ve dış hatlarda, özel sektörün de sefer düzenlemesine izin verildi, teşvik edildi. İstanbul’da Kurtköy (Sabiha Gökçen) Hava Limanı, hemen hemen Anadolu’nun her ilinde yeni hava limanları inşa edildi, mevcud hava limanları moderne edildi. THY’nın uçak sayısı hızla artırıldı, özel sektörün güçlü hava yollarıyla tam bir rekâbet ortamı oluşturuldu. Belli şartlarda ve belli sürelerden önce bilet alınması halinde, belli şehirlere otobüs bileti fiyatıyla uçmak imkân dahiline girdi. Oğlum Ahmed Faruk, internette sörf yaparken, bir özel hava yolu şirketi’nin, İstanbul-Konya, Konya-İstanbul, 54.00 TL’lik, yanlış okumadınız, yazıyla, ellidört bin TL tek yön, biletini bulmuş.. Hekimlerimin yaz günlerinde uzun yollara izin vermemeleri sebebiyle geçtiğimiz yıl, Sıla-i Rahim ziyaretinde bulunamamıştım. İyi bir fırsat olduğu kanaatiyle, 31 Mayıs 2011 günü uçmak üzere biletler alındı. Eskiden, uçak biletleri THY bürolarından veya yetkili seyahat acentesinden alınır, belli bir müddet öncesinde hava meydanında bulunup “Çekin” yaptırmanız gerekirdi. Teknoloji öylesine gelişmiş ki, biletler internet ortamında, kredi kartıyla alınıyor, çekin işlemi yine internet ortamında yapılıyor, uçağın kalkışından çok az bir zaman öncesinde, çıkış kapısından uçuş kartınızı alıp doğrudan uçağa biniyorsunuz. Uçuş saati sabah 06.40 idi, evimiz, Kurtköy (Sabiha Gökçen) Hava Limanı’na takrîben 28 km.’lik bir mesâfede... 05.45 civarında evden hareket ettik, otobanı ta’kiben, 15 dakikalık bir zamanda Kurtköy Hava Limanı’na ulaştık, Emniyet kontrolü ve diğer işlemlerden sonra uçaktayız. Kapılar kapandı, uçak pist başında, öyle anlaşılıyor ki, pist’deki trafik kesafetinden 10 dakika kadar pist başında bekliyoruz. Uçuş müddeti, Kurtköy Hava Limanı-Konya arası 50 dakika, uçak kalkalı 12-13 dakika olmuştu ki, Afyon Platosu üzerindeyiz, zâten biraz sonra da Konya Hava Limanı’na inmek üzere alçalmaya başlıyoruz. Kurtköy (Sabiha Gökçen)’den kalkışımızdan 50 dakika sonra, Konya Hava Limanı’ndayız, (Hava Limanı) demek ne kadar doğruysa! Konya’da, maalesef sivil bir hava limanı bulunmuyor, pist hava kuvvetlerimize aittir, şu anda hava alanı olarak kullanılan bina, herhangi bir kasabanın otogar’ından farksız... Konya otogarı, hattâ Beyşehir Otogarı, Konya Hava Alanı binasından daha modern görünüyor. Israrla gelmemelerini rica ettiğimiz halde, takribî 115 km. mesafeden, Beyşehir’den, Hemşirem Hatice’nin Beyi, Süleyman Kunduracı gelmiş, bizi karşıladı. Konya Hava Alanı’ndan Beyşehir’e müteveccihen hareket ettik. Ama nasıl hareket! Pegasus Hava Yolları uçağı hiç değilse havada uçuyordu, bizim enişte karada uçuyor. Konya-Beyşehir arası 85 km. yolda yoğun bir şekilde duble yol çalışma yapılıyor. Heyehât! Yılların ihmâli... Orta Anadolu’yu, Kayseri, Nevşehir, Niğde, Aksaray, Konya’yı, hattâ Sivas’ı Antalya’ya bağlayan en kısa yol, Konya-Beyşehir, Gembos-Antalya yolu olmasına rağmen, Süleyman Demirel, Konya, Beyşehir, Isparta’ya bağla olmasına rağmen, Dr. Sadeddin Bilgiç’in memleketi olduğu için, Şarkikaraağacı cezalandırmak için, yolları dolandırdı, Orta Anadolu’yu, Isparta-Burdur üzerinden ya da Konya-Seydişehir-Antalya güzergahı –ki, bu yol meşhûr Küpe Dağları’nı aştığı için, Ekim ayında bile yollar buz tuttuğu için geçit vermiyor- üzerinden ulaşılıyor. Konya-Beyşehir, Beyşehir-Gembos-Antalya duble yolu tamamlandığında, Antalya-Orta Anadolu birbirine çok yaklaşacak, Antalya’da, oteller’de kalan misafir’lerimiz sabah otelinden ayrılacak, dünyaca meşhûr Peri bacalarını, Göreme’yi, yeraltı şehirlerini dolaşıp, akşam yine oteline ulaşacaktır. Güzergah’ta, Konya’dan i’tibâren yaklaşık 10 km., Beyşehir’den i’tibâren 20 km. duble yol tamamlanmış durumda, Kızılburun-Derebucak güzergahında yol açma-menfez inşaatı hızla devam ediyor, Konya Beyşehir arası kamulaştırma faaliyetlerine hız verilmiş... Konya-Beyşehir arası 1980’li yıllardan i’tibâren başlatılan ağaçlandırma, meyvelerini vermeye başlamış bozkır yemyeşil hale gelmiş, yol üzerinde Konya’ya su te’min eden baraj’lardan birisi, Altınapa Barajı inşa edildiğinden beridir, en yüksek doluluk nisbetine ulaşmış durumda... Beyşehir Gölü, Derebucak, Prof.Dr. Yılmaz Muslu Barajı’ndan, Kışıkçıbeli Tünelleri vasıtasıyla aktarılan su, Konya Ovası’na bırakılan suyun kontrolü sayesinde, dolmuş eski günlerine dönmüştür. Üç gün iki geceye çok şey sığdırdık, 31 Mayıs 2011 günü Salı’ydı, pek çok Anadolu ilçesinde olduğu gibi Beyşehir’in de pazarı Salı günleri kuruluyor. Diğer ba’zı işlerimiz yanında biraz pazarcılık da yaptık, aynı gün ikindiden sonra iki araba, doğup-büyüdüğümüz, aile büyüklerimizin medfun bulunduğu kasabamıza gittik, sırasıyla aile büyüklerimizi, Dedemizi, Büyük Annemizi, Amcalarımız, Ablamızı, Babamızı, Annemizi, Yengemizi, Eniştelerimizin büyüklerini, ablalarını, kardeşlerini ziyaret edip fâtihalar okuduk. Kasabadaki “Kocamezar” dediğimiz, tarihî, asgarî bin yıllık mezarlığın etrafı çitlerle ve dikenli tellerle çevrilmiş, ilkbahar yağmurları bereket getirmiş, mezarlıklar adam boyu otlarla kaplı... Bizim oralarda Ramazan ve Kurban Bayramlarının arife gününde “Mezarüstüne” gidilir. Sabahleyin, “Koca mezarlığa” öğleden sonra, Harımlar’daki nisbeten yeni olan, kasabaya yakın mezarlığa gidilir. Mezarlığın üç noktasında, ya da bütün mezarlığa hâkim bir tepede, topluca Kur’ân-ı Kerim hatmi ya da Yâsin, Mülk Sûresi, diğer Suver-i Celîle’ler okunurdu, dua edilir. Kışın soğuk ve yağmurlu havalarda, “Mezarüstü” umûmiyetle cami’i’de yapılırdı. Kasaba’dan hayırsever bir kardeşimiz, Harımlardaki mezarlığın hâkim tepelerinden birisi üzerine kalvanizli saçla örtülü, etrafı şimdilik açık, beş altyüz kişinin rahatlıkla gölgesinde oturabileceği bir mekân yaptırmıştır. Bundan sonra, kışın en şiddetli soğuklarında da, yazın en sıcak günlerinde de “Mezarüstü” merasimleri bu mekân’da yapılabilecektir. Çarşamba günü, Konya’ya döndük, öğle namazını Haz.Mevlana’nın yanıbaşındaki Selimiye Camiî’nde kıldık, Hazreti Mevlâna’yı ziyaret ettik, diğer işlerimizi bitirdik, akrabamızı ziyaret ettik, Beyşehir’e döndük... Bizler, İstanbul’da zamanımızın büyük bir bölümünü heder ediyor, boşa harcıyoruz. Oysa ki Anadolu’da zaman çok bereketli... Beyşehir Tapu İdaresinde bir işimiz vardı, sabahleyin takribi 10.30 civarında müracaat edildi. Saat 11.00 civarında muamelenin hazır olduğu, saat 11.30’da Tapu İdaresinde olmamız gerektiği hususunda telefon edildi. Beni bir telaştır aldı, öyle ya! İstanbul’da, size, belli bir saatte randevu verilirse en az iki saat önce bulunduğunuz yerden hareket etmezseniz, randevuya asla yetişemezsiniz. Bizimkilerde hiç telâş yok, “Merak etme! Rahat yetişiriz.” Bulunduğumuz yerden üç dakika zarfında Tapu İdaresine ulaştık. 11.30’da randevulaştığımız için 10 dakika koridorlardaki rahat koltuklarda bekledik. Tam saatinde da’vet edildik, bir iki dakika içinde imzalar atıldı, muamele tekemmül ettirildi. Benzer bir muameleyi, İstanbul’un Rumeli Yakası’ndaki bir ilçe’de, geçtiğimiz ay sabah saat 09.00’da müracaat ettiğimiz halde, ancak saat 17.00’de tamamlatabilmiştik... Beyşehir’de üç gün iki gecede, İstanbul’da ancak bir ay zarfında yapabileceğimiz kadar iş yaptık, 02.06 tarihinde, Konya’dan 21.50’de havalandık, Kurtköy (Sabiha Gökçen) Hava Limanı’ndaki trafik sıkışlığı dolaysiyle 22.40’da İstanbul’a indik, 20 dakika sonra evimizdeydik.. Türkiye, ulaşımda, çağ değil çağlar atlamış, “Muasır Medeniyyet Seviyesi’nin” çok çook üstüne çıkmıştır. Emeği geçenlere sayısız teşekkürler....