İsrail’in Filistin’e yönelik soykırım operasyonlarını konu alan dizi filmin yeni bir bölümünü izlemekteyiz. Filistin halkı zulüm altında çaresizce çırpınırken, bütün dünya bu insanlık dramını üç maymun duyarsızlığı ile yalnızca seyrediyor. Bu insanlık dramı karşısında yeryüzünde, toplumun bütün kesimleriyle tek ses tek yürek olabilen tek ülke Türkiye. Siyasetçiler, yayın organları, milletin duygularına tercüman olabilmek için ellerinden geleni yapıyorlar. 

İsrail’in Filistin’i hedef alan kahredici soykırım saldırılarını biran önce durdurabilmek amacıyla çözüm önerenler, Hıristiyan dünyasını da konuya dahil edebilmek amacıyla, “Aman olaya dini açıdan değil, insanlık dramı olarak ele alalım” uyarısında bulunuyorlar. 

Saldırıları biran önce durdurabilmek açısından, Hıristiyan dünyasını da konuya dahil edebilmek açısından İsrail’in Filistin’e uyguladığı soykırımı insani boyutuyla ele almak önerisi doğru bir yaklaşım, fakat olayın Evanjelik inancın şekillendirdiği ruhani boyutu o kadar ağır basıyor ki, Hıristiyan dünyasından hiç kimse, “Aforoz edilirim” korkusuyla İsrail’i kınayan bir söz söyleyemiyor. Aksine, İsrail’e destek vermek için yarışıyorlar. 

İsrail’in Filistin’e yönelik soykırım operasyonlarını konu alan dizi filmin yeni bir bölümünü izlemekteyiz. Filistin halkı zulüm altında çaresizce çırpınırken, bütün dünya bu insanlık dramını üç maymun duyarsızlığı ile yalnızca seyrediyor. 

İnsanı kahreden bu sessizlik yetmiyormuş gibi, ABD’li yetkililer İsrail’in savunma hakkını kullandığını söyleyerek Filistinlileri suçluyorlar ve bu söylemlerine taraftar bulabiliyorlar. Gerçeklerle taban tabana zıt olan bu söylemler BM tarafından da onay görebiliyor. 

İsyan etmemek elde değil: NERDE İNSANLIK?

İnsanlık adına kahrolmamak elde değil. Osmanlı’yı Balkanlardan, Avrupa coğrafyasından söküp atabilmek amacıyla organize edilen ve Justin McCharty’in “Beş milyon Müslüman katledildi” şeklinde özetlediği soykırımı ve o soykırımın çağdaş versiyonu olan Srebrenitsa soykırımını kalbimizin bir köşesine koyarak Filistin’e yoğunlaştığımızda, Haçlı Seferleri’nin güncel bir tablosuyla karşı karşıya kalıyoruz. 

Bu insanlık dramı karşısında yeryüzünde, toplumun bütün kesimleriyle tek ses tek yürek olabilen tek ülke Türkiye. Siyasetçiler, yayın organları, milletin duygularına tercüman olabilmek için ellerinden geleni yapıyorlar. 

İsrail’in Filistin’i hedef alan kahredici soykırım saldırılarını biran önce durdurabilmek amacıyla çözüm önerenler, Hıristiyan dünyasını da konuya dahil edebilmek amacıyla, “Aman olaya dini açıdan değil, insanlık dramı olarak ele alalım” uyarısında bulunuyorlar. 

Saldırıları biran önce durdurabilmek açısından, Hıristiyan dünyasını da konuya dahil edebilmek açısından İsrail’in Filistin’e uyguladığı soykırımı insani boyutuyla ele almak önerisi doğru bir yaklaşım, fakat olayın Evanjelik inancın şekillendirdiği ruhani boyutu o kadar ağır basıyor ki, Hıristiyan dünyasından hiç kimse, “Aforoz edilirim” korkusuyla İsrail’i kınayan bir söz söyleyemiyor. Aksine, İsrail’e destek vermek için yarışıyorlar. 

Neden?

Çünkü bu yaşananların altyapısı yüzyıllar öncesinden döşenmeye başladı. En önemli aşamalarından biri de, Teodor Heltz’in “Osmanlı’nın tüm borçlarına karşılık İsrail için Filistin’de toprak” teklifini hiç düşünmeden, “Toprak benim değil, milletin malıdır” diyerek reddeden II. Abdülhamit’in İttihat ve Terakki tarafından tahttan indirilip Selanik’e sürgüne gönderilmesidir. Osmanlı’nın çöküş süreci bu operasyonla hızlanmıştır. Bir tarihte pekçok 15 Temmuzlar yaşadık, ama tarih kitaplarımızda bunları yanyana koyamıyoruz. 

İsrail fütursuzca, acımasızca saldırıyor; Kadir Gecesi gibi İslam Alemi’nin “Bin geceden hayırlı” saydığı bir kutsal gecede kirli postallarıyla Mescid-i Aksa’ya giren İsrail polisleri, ellerinde silahlarla ibadet eden Filistinlilerin başlarına dikiliyorlar. İbadethaneler her dinde kutsaldır, dokunulmazdır. Bu zulme hiçbir din izin vermez.

Yüzyıl önce, I. Dünya Savaşı sırasında yaşanan 1915 olayları nedeniyle, ellerinde hiçbir inandırıcı delil olmadığı halde, Türkiye’yi soykırım yapmakla suçlayanlar, ABD ve onun yörüngesindekiler, neredesiniz; İNSANLIK NEREDE? 

YENİDEN 11 EYLÜL GÖSTERİSİ

İsrail polisinin Kadir Gecesi Mescid-i Aksa’da Filistinlilere yönelik başlattığı soykırım operasyonları sürecinde, 14 katlı bir binanın dikey olarak çökertilmesi ve bunun televizyonlarda canlı olarak yayınlanması sizlere neyi anımsattı? Bu algı operasyonunu izlerken, “Biz bu filmi daha önce görmüştük” demedik mi? 

Hatırlayacaksınız; 11 Eylül 2001’de, New York’ta 110 katlı İkiz Kuleler “Müslüman teröristler” tarafından uçaklarla vurulmuş, bütün dünya büyük bir şo yaşamıştı. İstenen de buydu. Olay dünyaya şu şekilde duyuruldu:

“ 11 Eylül 2001 sabahı, ABD'nin Kaliforniya eyaletinin kuzeydoğusunda bulunan havalimanlarından kalkış yapan United Airlines ve American Airlines'a ait 4 uçak, El-Kaide terör örgütüne mensup 19 kişi tarafından kaçırıldı. American Airlines'a ait 11 sefer sayılı uçak ve United Airlines'a ait 175 sefer sayılı uçak, New York kentindeki Dünya Ticaret Merkezi'nin kuzey ve güney kulelerine çarptı. Çarpmanın ardından 1 saat 42 dakika sonra 110 katlı iki kule çöktü. Çökmenin etkisiyle Dünya Ticaret Merkezi yakınlarından bulunan 7 Dünya Ticaret Merkezi kulesi gibi bazı binalar ya çöktü ya da ağır hasar aldı.”

İkiz Kuleler şoku paralelinde İslam Alemi potansiyel terör bataklığı ilan edilmiş ve “Demokrasi götürüyoruz” kamuflajı altında Afganistan ve Irak’ın işgaline gerekçe hazırlanmış ve bölgede 22 ülkenin sınırlarını belli bir amaca yönelik olarak  değiştirmeyi hedefleyen Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) uygulamaya konulmuştu. Yine hatırlayacaksınız, dönemin ABD Başkanı G.W. Bush, Afganistan ve Irak’ın işgali kararı alındığında, “Haçlı Seferleri başladı” çığlıkları atmış, zor susturulmuştu. 

G.W. Bush, Afganistan ve Irak’ın işgal edilmesi kararına, BOP’u hayata geçirme operasyonlarının başlatılmasına neden bu kadar sevinmişti? 

Çünkü G. W. Bush iflah olmaz bir Evanjelkti ve her Evanjelik gibi o da, İsrail’in hedeflerine ulaşmasına hizmet ettiği öcüde sevap kazanacağına yürekten inanıyordu. Kadir Gecesi Mescid-i Aksa’da İsrail polisinin başlattığı operasyonun perde arkasındaki görebilmek açısından, Filistin’de yaşananlara bu açıdan bakmak gerekir. Bütün dünya ile birlikte Hıristiyan dünyasının da dikkatini Filistin’e çekebilmek amacıyla, “Olayı dini açıdan değil, insani açıdan ele alalım” çağrısı doğru gibi görünse de, gerçek hayatta karşılığı olmayan bir öneridir. 

ABD’nin devlet, siyaset, bürokrasi ve istihbarat kadrolarında Evanjelistlerin ne ölçüde etili olduklarını dikkate almadan Ortadoğu’daki gelişmeleri, Papa Françesko’nun Irak’a yaptığı sürpriz ziyarette Şiilerle neler görüştüklerini, ziyaret anısına bastırılan puldaki haritayla ne gibi bir mesaj verilmek istendiğini, İsrail Polisinin Kadir Gecesi Mescid-i Aksa’da estirdiği terörün nedenlerini doğru olarak okumak mümkün değildir. 

ARMAGEDDON SAVAŞI ve CENNET 

Mete Yarar ve Ceyhan Bozkurt’un Tanrıyı Kıyamete Zorlamak adlı kitabında da çok güzel özetlendiği gibi, “Evanjelistler, bin yıl sürecek bir küresel egemenlik sonrasında kopacak kıyametin ardından Eski Ahit ve Tevrat’a inananların Cennet’te yaşamaları için Hz. İsa’nın Mesih olarak geleceğine inanırlar.” Bunun içi de, bugünkü İsrail toprakları ile Nil’den Fırat’a uzanan Vaad Edilmiş Topraklar üzerinde 7 aşamalı Armageddon Savaşı’nın yaşanması gerekiyor:

1) Yahudiler Filistin’e dönecek, 2) Büyük İsrail kurulacak, 3) Yahudilerle birlikte tüm insanlar İncil’i bir müjde olarak kabullenecekler, 4) Yedi yıl sürecek bir felaket yaşanacak, 5) Hz. İsa yeniden dünyaya gelecek, 6) Armageddon Savaşı yaşanacak, 7) Kıyamet kopacak ve İsa Mesih’e iman edenler Cennet’e çekilecekler. 

Hz. Musa ile Hz. İsa’yı buluşturan bu inanç nedeniyle, İsrail’in kurulduğu 1948’den bu yana, İsrail’in genişleme politikası nedeniyle Filistin’de kan ve gözyaşı dinmiyor. 11 Eyül 2001’de İkiz Kuleler şoku sonrasında Irak’ın işgal edilmesiyle BOP’un yürürlüğe konulması kararının alınmasını G.W. Bush’un “Haçlı Seferleri başladı!” coşkusuyla karşılamasını da, Mescid-i Aksa çevresinden alevler yükselirken bazı fanatiklerin ellerinde bayraklarla dans etmelerini de Evanjelik inanç çerçevesinde değerlendirmek gerekiyor. 

İsrail’in 1948’den başlayarak Filistin topraklarına ele geçirme çabaları, Obama döneminin Dışişleri Bakanı G. Rise’ın, “Ortadoğu’da 22 ülkenin sınırları değişecek” müjdesi de, Irak ve Suriye’nin işgali de, PKK’nın devamı YPG’nin binlerce TIR dolusu silahla donatılması ve ordulaştırılması da, Türkiye’nin güney sınırları boyunca “Büyük Kürdistan” görünümlü “Büyük İsrail” ile kuşatılması girişimleri de, Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan etmesi de, Golan Tepeleri’ni İsrail’e bağışlaması da, Evanjelik inancın belli bir amaca yönelik olarak şekillendirdiği teopolitik uygulamalar zinciridir. 

ABD Ortadoğu, Doğu Akdeniz, Karadeniz, Balkanlar ve Kafkasya’ya yönelik politikalarını, Yeni İpekyolu’nu kontrolü altına alma operasyonlarını Kamufle etmeye çalışan ABD, Evanjeliklerin desteğini yanına alabilmek amacıyla İsrail’in yayılmacı politikalarına destek veriyor. 

Bizi de hedef alan bu fırtına kolayca dinecek gibi değil. Allah yardımcımız olsun.