Vatandaşlarının kaygılarını giderilmesi açısından, 2008’deki küresel ekonomik krizi pekçok ülkeden olumlu yönde ayrışarak büyük bir yara almadan atlatan Türkiye’nin, Mart 2018’den bu yana döviz fiyatlarında yaşadığı üç önemli dalgalanmanın siyasi ve ekonomik, yerel ve küresel nedenlerinin bilinmesi gerekiyor. 

Döviz fiyatlarında son günlerde yaşanmakta olan dalgalanma, 2018’den bu yana yaşanan, siyasi ve ekonomik boyutları da olan iki büyük dalgalanmanın bir sonucudur.   

Döviz fiyatlarının böylesine dalgalandığı bir ortamda ekonomiyi yönetenlerin, vatandaşların yarınları konusunda duydukları kaygıların derinleşmesini önleyecek açıklamalar yapmaları çok önemlidir. Yarınlar karanlıkta bırakılırsa, vatandaş umutsuzluğa kapılır, sanayici önünü göremez olur.

Öncelikle, vatandaşların yarınlarına ilişkin kaygıların giderilmesi gerekiyor.

Ekonomide olağanüstü günler yaşamaktayız. Döviz kurlarının serini gösteren grafikler kontrolden çıkmış izlenimi veren grafikler çizdikçe, “yarınlarda neler olur?” kaygısı, vatandaş olarak hepimiz ürkütüyor. 

Vatandaşlarının kaygılarını giderilmesi açısından, 2008’deki küresel ekonomik krizi pekçok ülkeden olumlu yönde ayrışarak büyük bir yara almadan atlatan Türkiye’nin, Mart 2018’den bu yana döviz fiyatlarında yaşadığı üç önemli dalgalanmanın siyasi ve ekonomik, yerel ve küresel nedenlerinin bilinmesi gerekiyor.

Geçim koşullarının giderek zorlaşması nedeniyle, vatandaşın kafası karışık. Vatandaş da, sanayici de önünü görmek istiyor. Yarınlara ilişkin kaygılarının giderilmesini bekliyor. 

“DALGALANMA 3-4 AYDA BİTER”

Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Kurtuluş Savaşı yaşamaktayız. Dalgalanma 3-4 ayda biter” diyor.

CHP Lideri Kılıçdaroğlu, “Kim bu dış güçler?” diye soruyor. 

İYİ Parti Lideri Akşener, “Bu noktaya bilerek, tercih edilerek gelindi” diyor.

Fakat, bütün bu söyleneler, döviz fiyatlarındaki dalgalanmalardan olumsuz yönde etkilenmekte olan sanayici ve vatandaşların yarınlara ilişkin duydukları kaygıların giderilmesinde yeterli olmuyor. 

Döviz fiyatlarında yaşanan hareketliliğin, paramızın birkaç günde yüzde 20 değer kaybetmesinin nedenleri inandırıcı bir dille anlatılması gerekir. Merkez Bankası’nın yaptığı gibi, bir yazılı açıklama ile yetinmek, kaygıların, dolayısıyla krizin derinleşmesini engellemekte yeterli olmuyor. 

Döviz fiyatlarında yaşanan oynaklığın nedeni, yalnızca Merkez Bankası’nın faiz oranlarını düşürmesiyle açıklanabilir mi? 

Dalgalanmanın etkeni yalnızca ekonomik nedenler mi? 

Kurlarda yaşanan dalgalanmanın siyasi boyutu gözardı edilebilir mi? 

Küresel güçler arasında Yeni İpekyolu merkezli yaşanmakta olan ve COVİD-19 salgınıyla birlikte bir başka boyut kazanan liderlik mücadelesinin bu yaşadıklarımızla ilişkili olmadığı düşünülebilir mi? 

2018’den bu yana, döviz fiyatlarında üç önemli dalgalanma yaşadık. Bu yaşadıklarımızda, uygulanan ekonomi politikaların mercek altına alınması gerekmez mi?

2002’den sonra, 2001 krizin açtığı yaraları onarmaya çalışırken, Türkiye, cari açığı finanse edebiliyordu, ama düşük faiz yüksek kur uygulaması dolayısıyla yeterli miktarda yabancı sermaye girişi vardı. O dönemde köklü reformlarla bu model uygulanamaz mıydı? 20 yıl sonra ekonomide yeni bir modeli uygulamaya koymak, vatandaş açısından sancılı olmayacak mıdır? 

VATANDAŞI DAHA FAZLA TASARRUF EDECEK GÜCÜ VAR MI?

Vatandaşın artık tasarruf edecek, sıkıntı çekecek gücü kalmamıştır. Bu aşamadan sonra vatandaştan daha fazla özveri beklemek gerçekçi değildir. “Dış güçler” ya da  “Yeni bir Kurtuluş Savaşı” söylemi, dış politikayla yakından ilgili olmayan vatandaşlarının şifrelerini çözebileceği bir argüman oluşturamıyor. 

Bu yaşananların güvenle, istikrarla ve bir ulusal seferberlikle ilişkili olduğu söyleniyor. Doğrudur, fakat, yaşananların etkilerini minimize etmenin bir kamuoyu ve bir iletişim boyutu da var. Gelinen noktada ekonominin yapısal boyutuna ilişkin sorunlardan söz ediliyorsa, üretimin ve planlamanın yokluğundan söz ediliyorsa, önceki iktidarları da kapsayan bir dönemde Türkiye’nin, bugün karşımıza döviz krizi olarak gelen sorunları öngöremediğini kabul etmemiz gerekmez mi?  

Bu durumda, herşeyden önce, ekonomi tarihinin yakın geçmişinde yapılan hataları sorgulamamız gerekmez mi?

ÜÇ BÜYÜK DALGALANMA 

Abdurrahman Yıldırım’ın bir değerlendirmesinden özetleyerek aktaralım, 12 Mart 2018’den 23 Kasım 2021’e uzanan, küresel çapta etkili bir pandeminin de yaşandığı ve ekonomilerin çok olumsuz etkilendiği bir süreçte döviz fiyatlarında üç büyük dalgalanma yaşadık. Bu süreçte 2008 küresel krizinde olduğu kadar şanslı değildik; ekonomimizi olumlu yönde ayrıştıramadığımızdan dolayı çok olumsuz etkilendik. 

12 Mart’ta Meclis’te görüşülen bir yasa tasarısına erken seçimin önünü açan bir madde eklenmesi, yapılan bir erken seçimle cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçilmesi, Rahip Bronson’ın serbest bırakılmasına ilişkin dayatmalar ve Başkan Trump’ın “Ekonominizi mahvederim” tehditleri dolayısıyla Türkiye-ABD ilişkilerinin gerilmesi gibi nedenlerle, 12 Mart 2018’de 3.8111 olan dolar, yüzde 90 değerlenerek 13 Ağustos’ta 7.2393’e yükselmişti. 

Çin’de (Wuhan) koronavirüs salgının ilk duyulduğu 22 Ocak 2020’de 5.9145 olan dolar, pandeminin, küresel çapta sermaye hareketlerini olumsuz yönde etkilemesinden dolayı yüzde 45 değerlenen dolar 11 Kasım 2020’de 8.5876’ya yükselmişti. 

12 Mart 2018’den 2020’nin Kasım ayı başlarına uzanan süreçte Merkez Bankası 140 milyar dolar döviz satarak ve faizi 6 puan artırarak kur artışlarının olumsuz etkilerini yumuşatmaya çalışmıştı. 

Son günlerde döviz fiyatlarında yaşanan dalgalanmayla, Eylül başından bu yana doların fiyatı yüzde 60 civarında bir artış yaşandı. Dolar 13.4650’yi gördüğünde bu artış yüzde 87’yi bulmuştu. 

Özet bir hesaplamayla, 12 Mart 2018’de 1 dolar=26.2 cent olan TL, 23 Kasım 2021 günü 7.5 cente gerilemişti. Yani, aynı tarih bandında dolar 3.8111’den 13.4650’ye yükselmişti. 

Döviz fiyatlarının böylesine dalgalandığı bir ortamda ekonomiyi yönetenlerin, vatandaşların yarınları konusunda duydukları kaygıların derinleşmesini önleyecek açıklamalar yapmaları çok önemlidir. Yarınlar karanlıkta bırakılırsa, vatandaş umutsuzluğa kapılır, sanayici önünü göremez olur. 

Döviz fiyatlarının kontrolden çıktığı izlenimi yaratan bu gibi durumlarda oluşan belirsizliklerin ekonominin işleyişini engellemeyecek, dar gelirli vatandaşları çaresizlik girdabına sürüklenmelerini önleyecek önlemler alabilmek çok önemlidir. Kriz yönetimi denilen mekanizma işte burada devreye girer. Her kesim için kaygıların giderilebilmesi, kriz yönetiminin başarısıyla doğru orantılıdır. 

Türkiye, gelinen noktada, ekonomisinin kırılgan bir yapısı olduğunu da gözönüne alarak, giderek dış etkilerden arınan bir ekonomi programını uygulamaya koyması gerekiyor. 

Bugünlerde, döviz fiyatlarında aşırı dalgalanma şeklinde yaşadığımız olumsuzluklar, yalnızca finansal varlık fiyatları, finansal piyasalar nedeniyle değil, üretim, ithalat ve ihracatla da yakından ilişkili. Petrol fiyatlarındaki yükseliş, tüm dünyayı etkileyen pandemi kısıtlamaları hammadde ve taşıma fiyatlarını, dolayısıyla maliyetleri olumsuz yönde etkilemektedir. Döviz fiyatlarının olası seviyeleri dikkate alınmadan yapılacak ithalat ya da ihracat bağlantıları istenmeyen sonuçlar üretebilir. 

Ölümcül COVİD-19 salgını nedeniyle uygulanan kısıtlamalar vatandaşların gelirlerinin düşmesine, işsiz kalmalarına neden oldu. Özellikle önemli bir döviz kaynağı olan hizmet sektöründe büyük kayıplar yaşanmakta. 

Döviz fiyatlarındaki yükselişin körüklediği enflasyon vatandaşların alım gücünü giderek törpülüyor. 

Döviz fiyatlarında son günlerde yaşanmakta olan dalgalanma, 2018’den bu yana yaşanan, siyasi ve ekonomik boyutları da olan iki büyük dalgalanmanın bir sonucudur.   

Özetle, küresel finans baronlarının ülkeleri kontrolleri altında tutabilmek için nasıl bir para sistemi kurdukları, kurguladıkları para sistemlerinin kullanma süreleri dolduğunda, küresel çapta ne gibi şoklar yaşandığı, bu şoklarla çeşitli ülkelerin varlıklarının nasıl yok pahasına ele geçirildiği vatandaşa yalın bir dille anlatılmalıdır.  

NELER YAPMAMIZ GEREKİYOR?

Kurlardaki dalgalanma kolayca kontrol altına alınabilecek tek boyutlu bir hareketlenme değildir. Son günlerde döviz fiyatlarında yaşanan dalgalanma arka planındaki siyasi ve ekonomik, yerel ve küresel etmenlerle birlikte değerlendirilmesi gereken çok bilinmeyenli bir denklemdir. Savunma sanayiinde olduğu gibi, dayatılmak istenen kripto para düzeninde de olabildiğince milli olmak zorundayız. 

Bilmemiz gereken bir başka gerçek daha var; ekonomik krizleri siyaset terazisinde tartarak, yangından mal kaçırma fırsatı olarak değerlendirmek vatanseverlik değildir. Mevcut tabloyu eleştirerek oy toplayan, yönetime geldikten sonra da, “Enkaz devraldık” mazeretine sığınmaya çalışan siyasetçiler de gördük. Vatandaş olarak, her konumdaki siyasetçilerden, bu sıkıntılı tabloları neden yaşadığımızın ve neler yapmamız gerektiğinin anlayacağımız bir dille ve ekonomi gerçeklerine dayalı olarak anlatılmasını bekliyoruz. Öncelikle, vatandaşların yarınlarına ilişkin kaygıların giderilmesi gerekiyor.