Ramazan sabır ayıdır, sabredenlerin de Allah yanında olur. Sabretmek zordur. Onun için Ramazanlaşmak, Ramazanı kuşanmak zoru başarmaktır. Sabredenlerin mükâfatlarının hesapsız verilmesi sabrın zorluğunun neticesi olsa gerek. Sabır, Ramazanla birleşmiş, oruçla bütünleşmiştir. Sabır aydınlıktır. Nice sabırlar vardır ki insanı bir kalkan gibi korur. Nice sabırlar vardır ki, birçok şerri hayra çevirir. Nice sabırlar da vardır ki huzur ve saadete taşır insanı. Sabırlar felaketi önler, belayı def eder. Sabırsızlığın sonu pişmanlıktır.  Sabır ipine tutunmayanlar günah bataklığına saplanır.  Nasıl ki ilmin başı sabırsa, nefsi eğitmenin, ona şekil vermenin, onu Allah’ın emrine sokmanın şartı da sabırdır. Nefis her zaman benlik güder, asla haddini bilmez, varlığından büyük işlere kalkışır, çok şımarık ve isyankârdır. Ancak onu aç bırakarak; oruç tutarak ıslah edebiliriz.

  Rivayet edildiğine göre:

  Cenabı Hak mahlûkatı yaratmadan evvel aklı yarattı. Akla buyurdu:

 “Ey akıl! Bana dön.” akıl döndü. Sonra Allah Teâlâ “Sen kimsin ben kimim” diye sordu. Akıl:

 “Sen halik, ben ise mahlûkum” dedi. Bunun üzerine Cenab-ı Hak buyurdu:

 “Ey akıl senden daha aziz ve şerefli bir şey halk etmedim.” 

  Sonra Cenab-ı Hak nefsi yarattı ve ona da aynı soruyu sordu:

“Ey nefis bana dön.”  Nefis hiç cevap vermedi. Sonra Allah ona şöyle buyurdu:

 “Sen kimsin, ben kimim.” Nefis:

  “Sen, sensin. Ben, benim.”Dedi. Bunun üzerine Cenab-ı Hak nefsi cehenneme atıp, yüz sene azap etti. Yüz seneden sonra nefsi zindandan çıkarıp aynı soruyu sordu. Nefis küstahça aynı cevabı verdi:

“Sen sensin, ben benim.” dedi

Bu sefer yüce Mevla Nefsi yüz sene açlık azabına tabi tuttu. Yüz seneden sonra azap bitince nefse sordu: 

“Ey nefis, sen kimsin ben kimim” diye sordu. Bu sefer pes eden,  Allah’ın büyüklüğünü, kadiri mutlak olduğunu inkâr edemeyeceğini anlayan Nefis:

 “Ben kulum, sende benim Rabbimsin” dedi. İşte bundan sonra yüce Mevla ıslah edilmeyen nefsin terbiye, ruhun tezkiye edilmesi için orucu emir buyurdu.  

Demir tavında dövülür. Nefse kul şekli vermek için onu Ramazanın sıcağında, orucun ateşinde yakmak gerek. Her günün sonunda sabırla, kuranın ve sünnetin tokmağıyla dövmek gerek. Her orucun iftarında mülakata alıp seviyesini ölçmek gerek. Şayet vazgeçerse, kısa bir zamanda olgunlaşırsa, batıl iddialarını ve inadını bırakırsa da onu Rabbin hizmetinde kullanıp nice derecelerin yamaçlarında gezdirmek gerekir ki, ölüme kadar bir daha asla ilahlık iddiasında bulunmayı ima dahi edemesin, bencilliğini ve kibrini ileri süremesin, kötülüklerden arınmış olsun. Yoksa ziyana uğrayan biz oluruz. Yüce Allah:

 “Nefsine ve onu düzgün biçimde şekillendirip ona kötülük duygusunu ve kötülükten sakınma yeteneğini ilham edene yemin olsun ki, nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir. Onu kötülüklere gömüp kirleten kimse ise ziyana uğramıştır.”(Şems, 7-10) buyurarak bizi uyarıyor.

En büyük düşmanımız, kendisiyle mücadele etmenin büyük cihat kabul edildiği nefsimizle mücadele elbette ki kolay değil. Harama uzanan eller, helal olan nimetlere dahi uzanamayacak Ramazanda. Oruçla açlığı hissederken, hissiyatını Rabbinin müjdeleriyle bastırabilecek Müslüman.  Nefsin isteğinin önüne sabır tuğlalarıyla set çekmek, sabırla teslimiyetin güç birliğiyle nefsin başını yere eğmek, aslında Rabbe eğdirmektir oruç. 

“ İman sabırlı olmaktır” diye buyuruyor Yüce Resul. Sabır, Allah’ın emrini yerine getirme hususunda sabır, nehiylerinden kaçınma hususunda sabır, Allahtan gelen bela ve musibete karşı sabır diye kısımlara ayrılmıştır. Resulüllah(s.a.v.)“Oruç sabrın yarısıdır” diye buyurarak, iman ile orucun sıkı ilişkisini de vurgulamıştır. Çünkü imansız amel olmayacağı gibi, amelsiz imanda eksiktir ve ispatı edilmemiş iddiadan öte bir şey değildir.

Oruç, insana nimetin kıymetini öğretir. İnsan nimetler içerisinde iken çoğu kez onların kıymetini ve değerini anlayamaz.  Dolayısıyla böyle insanlar, sahip olduklarının şükrünü de yerine getiremez.  Her nimet elden çıkınca kıymeti anlaşılır.  Sıhhatin kıymeti hastalık halinde, zenginliğin kıymeti fakirlik durumunda bilinir. Oruç, açlık stajıyla tokluğun kıymetini öğretir. Öyle ya Ramazanda suyun şakırtısı bir başkadır, ekmeğin kokusu, yemeğin görüntüsü dahi insanı etkiler.  

Oruç aç, susuz insanların hallerini anlamaya da vesiledir. Halden anlamayan Müslüman’ın kulaklarındaki pası, gönlündeki katılığı, hayatındaki bencilliği giderir. İnsanla oruç konuşur, oruç insanın anladığı dilden anlatır bilemediklerini. Oruçla terbiye olan bir Müslüman komşusu aç iken tok yatanın niye bizden olmadığını daha iyi anlar. Evine geleni, elini açanı geri döndürmenin zorluğunu hisseder.  Müslüman’ın körelmiş hissiyatlarını tetikler, insani duygularını harekete geçirir oruç.  İnsanın duyarlılığı canlanırken oruçla,“Bana ne”  anlayışı yerini merhamete, yardımlaşmaya terk eder. Kısaca oruç, nefsin ateşini söndürerek insanı insan belki de sultan eder…

Selam ve dua ile…