Gerçekten de nedir? 

Asırlardan beri verilen bu mücadelede, geldikleri nokta nedir? 

 Doğup büyüdükleri, vatanımız diye belledikleri o topraklarda; hala verdikleri yaşam kavgası neden yeteri kadar ses getirmemekte, adadaki özgürce yaşam hakkı, 15 Kasım 1983’te kurdukları K.K.T.C devleti, uluslararası camiada neden tanınmamaktadır? 

 Kıbrıs, Türk Halkının üzerine oynanan oyunlara neden müsaade edilmektedir? Unutulmasın ki, Kıbrıs adası atalarımızın bize en önemli emaneti, şehitlerimizin kan ve can bedeliyle yoğrulan vatan toprağımızdır. Bu vatanın kazanılmasında Gazilerimizin nice kahramanlıkları vardır.

 Kıbrıs Milli Davamızda; Anavatan, Yavru vatan birlikteliğinin koparılamaz tarihi birlikteliğini, kardeşlik bağlarını aşındırmak adına sergilenen/tezgâhlanan tehlikeli oyunlara dikkat edilmeli, Rum tarafının kabul edilmez taleplerine müsaade edilmemelidir.

  Adada Türkiye’ye karşı dile getirilen akıl almaz söylemler, Anavatan’dan verilecek kırıcı ve baskıcı yanıtların yaratabileceği olumsuz ortamlar; bir anda Kıbrıs’ın elimizden kayıp gitmesine neden olabilir. 

Zira uluslararası arenada bilinen devletler, Rum-Yunan ikilisi; böylesine bir zafiyeti dört gözle beklemektedirler!

  Akdeniz’in bu stratejik, adasının, Yeşil adanın, Afrodit’in aşka adasının, türlü medeniyetlere ev sahipliği yapan, 307 yıl boyunca Atalarımızın ayak izlerini taşıyan Kıbrıs adasının tarih sayfalarını aralıyor ve sadece son 63 yılında yaşananlara bakarak bir kez daha soruyorum?

 ‘’Nedir Bu Kıbrıs Türk’ünün Çektiği?‘’

  Aslında onlar; tarih sayfalarına kazılı nice acıları, hala süregelen insanlık dışı türlü ambargoları hiç de hak etmediler. 

  Onlar; tarihin her döneminde Türk Milletinin ayrılmaz bir parçasıyız, bu topraklar bizim vatanımız dediler. 

 Yıllar boyunca Anavatan Türkiye’nin hasretiyle yaşadılar. 20 Temmuz 1974 onları adada hayata bağlayan en önemli tarih oldu…

 Çünkü Mehmetçikle buluştukları o tarihte adada yeniden doğdular, yaşam hakları özgürlükle buluştu…

 Onun içindir ki;

 Gerçekler zamanın vicdanıdır.

 Gün gelir ‘’Yes Be Annem’’ sloganlarıyla hatırlatır kendini, günü gelir ‘’Vatan Sana Canım Feda’’ der;  adada oynanan tüm oyunları bozar.

 Ata yadigârı ‘O Gazi Topraklar’ asırlardan beri yasemin kokar, 

 Kimi zaman sevdası olur vatan özleminin, 

 Kimi zamansa aşkın, sevginin, nice sevdaların destanını yazar…

 Tam 42 yıl olmuş o ilk günün ardında kalan zaman, sanki dün gibi! 

 Önce vatan, sonra vazife, sonrasında ise hatıralarda kalan nice yaşanmışlıklar var…

 Yazmakla bitmez Kıbrıs’ım; 

 O limon çiçekleriyle süslü ağaçlarını, portakallarla kuşanmış dallarını,

 Ama ille de yasemin çiçeklerinin saf beyazından yayılan kokulu sevdalarını…

 Baharına pek de güzel eşlik eder gelinciklerle kır çiçekleri, 

 Kaplayınca adanın her yanını papatyaların sarısıyla, beyazı;  

 Süslenir adeta telli duvaklı gelin olur, Boğaz ile Lefkoşa arası… 

 Hasat mevsimi geldiğinde başakların altın sarısı kaplar Meserya’yı,

  Mevsimlere ayrıcalık tanımaz Beşparmakların alıyla moru; 

 Toroslara sevdalıdır, O dağların her karışı, her yolu… 

 İlk kez o dağlarda duyuldu 1974’ün 20 Temmuzunda Mehmetçiğin sesi…

 Rüzgâr susmuş, kuşlar durmuş, sadece ilahi bir kudretin sesi olmuştu o yiğitlerin dinletisi. 

 Bu dinletinin dizeleri;

 Sevginin, özgürlüğün, vatanın, milletin, ay yıldızlı sevdasının sesiydi. 

 Beşparmaklarda yankılanan türkülerin kimisi yavuklulara seslendi; 

 Kimisi özgürce yaşamak dedi, 

 An geldi o cesur yürekler; vatan ve vazife uğruna can verdi,

 An geldi, düşmanım demedi Rumlara suyunu da verdi, aşını da pay etti…

 Ya nesiller boyunca sabırla direnen,

 Özgürlük uğruna, vatan belledikleri topraklar için; 

 Sabırla direnen Kıbrıs Türk’üne ne denmeliydi? 

 Onlar nasıl nitelenmeliydi? 

  Yılmadılar çalıştılar.

  Gündüzleri kimileri okullarında, kimileri iş yerlerinde,

  Mücahit, Mücahide oldular.

  Yıllar boyunca geceleri mevzilerde, barikatlarda Rum’a karşı durdular…

 Tarihin hiçbir döneminde diz çökmediler, ne İngiliz’e, ne Rum’a; 

 Şahadet şerbetini içtiler ama asla teslim olmadılar.

 Gün bittiğinde, yeşili de kaybolur adanın,

 ‘Toprak Ana’ sarıp sarmalar her yanını. 

 Bir hasret bulutu çöker Baf’a, Larnaka’ya, Limasol’a, Erenköy’e…

 Ecdadımız dile gelir sesi duyulur, 

 Tarihin derinliklerinden fısıldar her biri;

 Geçmişimizi anlatır genç nesillere…

 Gecelerin ıssızını, yaşanmış nice sevdalar anlatır,

 Yaseminlerin kokusu sarmalar Lefkoşa’nın her yerini…

 Dolunayın ışık saçan ruhu, uzakları çağrıştırır,

 Bir de mehtabın sihri yansımışsa Girne’ye,

 Anılar yumağında yaşarsın her ne kaldıysa geriye…

 Ağustos böcekleri sustuğunda o an;

 Adanın sessizliği, hüzzam makamına döner; 

 Kuytulara dökülür, kulaklarda çınlar sevgi kelimecikleri.

 Yıllar öncesinin ufuk hattına takılı kalır gözler,

 Kırnı’da, Dikomalar’da, Kutsovendi’de, Haspolat’ta yaşananlarla sarsılır o yürekler.

 Saçlarında kırlar, yüzünde derin çizgiler oluşur, 

 Sonrasında an gelir zaman durur, 

 Derin bir nefes gider o son demden… 

 Yazı biter, 

 Kalem düşer,

 Ardına takılı kalır bakan gözler… 

 Işıklar kararmıştır, 

 Beşparmakların yıldızları da söner.

 Göğün sonsuzluğu, hayatın sonsuzluğuna döner…

 Hüzün çiçeklerinin boynu bükülür,

  Sevdasına hasret birkaç söz dökülür;

‘’Elveda Kıbrıs, Elveda Vatanım’’

  Geriye kalan ise;

  Sadece bir hoş sadadır…