Merhum Üsdadımız Necip Fazıl Kısakürek, "Biz, Cümûdu(Buzdağı) nefesimizle erittik, şimdi ortalık çamurdan, geçilmiyor," derlerdi.

 

Tesettür mevzunda geldiğimiz nokta Aziz Üstadımızın tesbitine tam uymaktadır; hafızamız bizi yanıltmıyorsa, başörtüsü, (Türban), ilk def'a, 1969 Yılında Ankara Üniversitesi, İlâhiyat Fakültesinde Başörtülü olarak derslere girmek isteyen, Hatice Babacan isimli bir kardeşimizin derslere alınmaması sebebiyle gündemimize girmiş ve gündemden hiç düşmeden günümüze kadar gelmiştir.

 

Ankara Üniversitesi, İlâhiyat Fakültesindeki bir kaç devrim yobazı öğretim üyesi olmasaydı, belki de başörtüsü (Türban) mes'elesi diye bir mes'ele gündemimize hiç girmeyecek, siyâset, Yüksek Öğretim müesseseleri, matbuât ve topyekûn Milletimiz lüzumsuz yere bu kadar yorulmayacaktı.

 

Taraf olanlar, olmayanlar, karşılıklı etki-tepkiyle mes'ele, kırk yıla yaklaşan müddet zarfında maalesef, halledilememiş, giderek daha da çetrefilli bir hale getirilmiştir. Mes'ele elbette karşılıklı olarak istismar da edilmiştir, edilmektedir.

 

1940'lı yılların sonlarında kurulan-açılan, Ankara Üniversitesi, İlâhiyât Fakültesi normal liselerden me'zun öğrencileri kabul ediyordu. % bir-iki istisna edilirse öğrencilerin tamamı erkek öğrencilerdi. Bu bakımdan Yüksek Öğretimde başörtüsü-türban mes'elesi gibi bir mes'ele de zâten yoktu.

 

1950-1970 arasında İmam-Hatip mekteplerinde-daha sonra İmam-Hatip Liseleri kız öğrenci adedi yok denecek kadar azdır. Bu yıllarda İmam-Hatip Okulu me'zunu gençler, ya Yüksek İslâm Enstitülerine devam ediyorlar veya lise fark imtihanı vererek-kazanabilirlerse-herhangi bir fakülte'ye devam ediyorlardı. Aralarında hem Yüksek İslâm Enstitüsüne hem de Hukuk Fakültesine devam edip me'zun olanlar da vardı.

 

1970'li yılların ikinci yarısından sonra İmam-Hatip liselerine kız öğrencilerin kesif bir taleplerine şâhid olduk Askerî idarenin anî ve sürpriz bir kararıyla, bir gecede Yüksek İslâm Enstitüleri İlâhiyat Fakülteleri haline dönüştürülünce başörtüsü(türban) mes'elesi de başlamış oldu...

 

5 sınıflı İlkokul'dan sonra İmam-Hatip Lisesinin orta ve lise bölümlerinin tamamında bu kızlarımız başlarını örtmüşlerdir. İmam-Hatip Liselerine devam eden kızlarımız için tesbit edilen üniformalar, hep başörtülü ve tesettüre uygun kıyâfetlerdir.

 

Bu liselerden bu şekilde me'zun olduktan sonra İlâhiyat Fakültelerine geldiklerinde bunların başlarını açtıramazsınız.

 

"Kadınlardan İmam-Hatip olmaz, o halde kızların yoğun olarak İmam-Hatip liselerine kayıt yaptırmaları niye? İtirazlar yükselmiştir. Gerçekten de, Diyânet İşleri Başkanlığı Teşkilatı içinde Kadınlarımız, ancak, vâize ve Kur'ân Kursu Öğreticisi olarak vazife yapabiliyorlar. Bunların adetleri de erkekler nisbetle % bir veya iki seviyesindedir. Bu bakımdan yukarıdaki i'tirazlarda biraz haklılık payı varmış gibi görünüyor, ne varki, kızlarını İmam-Hatip Liselerine gönderen aileler, kızları illâki İmam-Hatip olsun, diye göndermiyorlar. İlk Öğretimden sonra kızlarını tahsilden mahrum etmemek, genel lise ve diğer meslekî liselerdeki ahlâkî sukuttan da tedirgin oldukları için İmam-Hatip Liselerini tercih etmişlerdir. İmam-Hatip Liselerinden pek çoğu da çok iyi derecelerle me'zun olan bu kızlarımıza, "Yüksek Öğretim sizin neyinize", İmam-Hatip'ten me'zun oldunuz, bu size yeter, babanızın evinde oturun, koca bekleyin" diyemezsiniz, buna hiç, ama hiç hakkınız yoktur.

 

İmam-Hatip Lisesi me'zunu kızlarımız ya kendi alanlarını seçtiler, İlâhiyat Fakültesini kazandılar ya da önlerine Y.Ö.K. tarafından konulan bütün engelleri aşarak her hangi bir Yüksek Öğretim Programına devam etme hakkını kazandılar. İşte tam burada başörtüsü mes'elesiyle burunburuna kalıyorlar. Bırakınız Fakülteyi, Amfiyi, dersliği, devrim yobazı Rektör ve Dekanlar tarafından Üniversite Kampüs'üne (Yerleşke) dahî sokulmuyorlar.

 

BAŞÖRTÜSÜ İSTİSMARI: Hiç kimse başını örtenlere, yaygın söylemle, türban takanlara, "siz, başörtüsünü veya türbanı istismar ediyorsunuz" diyemez. Birileri, başı açık gezmeyi, mini etek giymeyi, hattâ göbeğini bile açıkta bırakan bir kıyafeti tercih ettiği için herhangi bir istismarda bulunmuyorsa, başörtüsüyle dolaşan, türban takan da herhangi bir istismarda bulunmaz.

 

Ancak, politikacı, bâzı muhalefet partileriyle anlaşarak, T.B.M.M.'nde referanduma gitmeksizin, Anayasa'yı değiştirme gücünü kullanarak ve mümkün olduğunca geniş çevrelerle mutabakat arayarak mes'eleyi çözmek yerine, yıllardır, başörtüsü-türban üzerinden siyâset yaparak istismara devam etmektedir.

 

Kimi kurnaz bezirgan, hertürlü reklâm ve aldatma metoduyla başörtüsü-türban istismarına devam etmektedir. Bursa'da dokunan, aynı kalite İpek'ten x yerde bilmem şu fiyata satılan bir başörtüsü-Eşarp, kenarında sırf "Çakko" damgası olduğu için normal fiyatın on-onbeş katına fiyatla satarak istismara devam ediyor.

 

Bir başka istismarcı, tango ile veya anadan uryan pistlerde defile yapan kağıt bebeklere uzun elbise giydirip, türban taktırarak, delişmen yetmelerin akıllarını çelerek kasasını doldurmaya devam ederken; "reklâm'ın iyisi, kötüsü olmaz" tarzındaki kapitalizm'in önemli bir düsturunu yerine getirmek için, ekranlarda arz-ı Endam etmekte, "Fıkıh âlimlerimiz, şöyle buyurmuş, böyle buyurmuş," gibi mâlûmatfüruşluğuna da devam etmektedir.

 

Gerçekten "tesettür"ü derinlemesine anlamayan, bâzı zenne elbiselerinin satıldığı dükkânların isminden ibâret sanan bu çevrelerin istismar ede ede tesettürü ne hale getirdiklerini ortaya koyan bir resmi, ibret alınması için hicap duyarak sütunlarıma alıyorum.

 

OLAĞACI BUYDU!...

 

Kılık kıyafetiyle, efkâr-ı Umûmiyye önündeki konuşmalarıyla, mütevâzı bir müslüman-tâcir görüntüsündeki bu ticârî marjlarında tam bir uluslararası kapitalist gibi davranmış, Şeytan'ın bile aklına gelmeyecek bir mahâretle podyumların anadan uryan çıplaklarına, sözüm ona, tesettür kıyafetleri giydirerek reklâm yapmıştır. Ticârî ahlaka sahip olan tâcir, malını reklâm ederek olduğundan farklı göstermek şöyle dursun, müşteriye malının kusurlarını ve noksanlarını söyler... Oysa, bu zâtın firması, cüz'î fiyatlara mal ettiği kıyafetlerini bu reklâmlar sâyesinde astronomik fiyatlarla satmaya başlamıştır. Haydi, diyelim, bu bir ticârî faaliyettir, ticârî ahlakı ilgilendirir. Ama, bu faaliyetlerden sonra Büyük Şehirlerimizde ve Yüksek Öğrenim Kurumlarının bulunduğu tüm Anadolu şehirlerinde, başörtülü, fakat aşırı makyajlı, dekolte, frapan renklerde elbiseler, vücud hatlarını net olarak gösteren kıyâfetler, nihâyet, resimde görüldüğü gibi en mahrem yerlerinden olan göbeğini bile açıkta bırakacak tarzda giyimlerle sokaklara döküldüler...

 

Bu delişmen kızlara anne-babaları, beyleri, kaim-i Peder ve kaim-i Vâlideleri de artık söz dinletemiyorlar.

 

"Daha ne istiyorsunuz? Başörtüsü ise başörtüsü, türbansa türban, artık, diğer kıyafetlerimize ve ayaklarımıza ne giyeceğimize karışmayın!...

 

Bu zavallı kızlarımızın, gelinlerimizin, moda tutkularını istismar ederek kasalarınızı doldurmaya değdi mi?...

 

ÇOK ÖNEMLİ NOT:

 

Devlet-i Aliyye'i Osmânî meftunu, Osmanlı-İstanbul efendisi, Beyefendi, Değerli Üstad, Levon Panos Dabağyan'ın uzun yıllara dayanan derîn ve sarsılmaz dostluğun bir nişânesi olarak şahsımıza yaptığı büyük jestine mukâbele aczi ve mahcûbiyyetin ağır yükü altındayım. Afvlarına sığınarak kendilerine bu sütunlarda açıkça şükranlarımı sunuyorum.

 

M.A.