Milletimiz, İhtilâl ve Muhtıra’larla Cumhuriyet döneminde tanışmıştır. Filhakîka, Devlet-i Aliyye’mizde, Sarayiçi darbeler, aziller, Babıâlî Baskını gibi baskınlar vardır. Milletimizin serbest seçimler neticesi teşekkül eden Milletin temsilcilerinin oluşturduğu meclislerin kapanmasına, meclislerin itimadına mazhar, hükûmetlerin alaşağı edilmesine sebep olan ihtilalle ilk def’a, 27 Mayıs 1960’da tanışmıştı. 12 Eylül 1980’de tekrarlanmıştı. Bu iki doğrudan askerî müdahalede, mer’iyyetteki Anayasa ilga edilmiş, serbest seçimler neticesinde ve halkımızın reyleriyle teşekkül etmiş parlamento kapatılmış, hükûmetler alaşağı edilmişlerdir. Türk Siyâsî Tarihine 12 Mart 1971 Muhtırası olarak geçen, diğerlerine göre yarı bir ihtilâl veya darbe olarak nitelendirilen 12 Mart Muhtırasıyla, hükûmet istifa ile karşı karşıya bırakılmış, Parlamento’nun çalışmalarına şartlı olarak izin verilmişti. 28 Şubat Post-Modern ihtilâli neticesinde, Parlamento’da bulunan ve demokrasilerin vazgeçilmezleri partiler hallaç pamuğu gibi atılmış, hükûmet düşmüş, ihtilâli gerçekleştirenlerin isteklerini yerine getirmeleri şartıyla, kerhen destekli bir azınlık hükûmetinin kurulmasına, parçalı-bulutlu parlamento’nun çalışmalarına izin verilmişti. Hedefine vasıl, (ulaşan) 12 Mart Muhtırasından başka, hiç bir siyâsî kuruluşun kendisini muhatap saymadığı Şubat 1980 Muhtırası daha vardır. Devrin Genel Kurmay Başkanı, Or.Gen.Kenan Evren ve daha sonra Evren’le birlikte 12 Eylül İhtilâl Beyannâmesine imza koyan komutanların imzaladıkları bu Muhtıra hiç bir siyâsî kuruluş ve kurum kendisini muhatap saymadığı için zamanın Cumhurbaşkanı, Fahri Sabit Korutürk’ün kocağında kalmıştı. Ecevit Başkanlığı’ndaki CHP, 11’ler hükûmeti hemen çok yeni sayılabilecek kısa bir zaman önce istifa ettiği için, Süleyman Demirel Başkanlığında kurulan, altı kızarmış kadayıflı, kerhen destekli A.P. Azınlık hükûmeti vazifeye çok az bir zaman önce başladığı için bu Muhtıra’yı kendilerine muhatap saymamışlardı. 2000’li yılların sonlarına doğru yine “MUHTIRA”lı bir dönem başlatılmıştır. 1970’li “MUHTIRA”lı yıllarla, 2000’li “MUHTIRA”lı yıllar arasında o kadar çok benzerlikler vardır ki, sahne aynı sahne, oyunun sahneye konuluşu aynı usûl ve metodlarla... Yalnız aktörler farklı. (Yazar’ın Muhtırası! Muhtıra Dönemlerinin benzerlikleri hakkındaki haber ve yorumlarda tespitlerin dışında bizim hiç bir katkımız ve farklı yorumumuz yoktur. Bu tespitler de haberin aktarımı mahiyetindedir. Dolayısiyle “haber kutsaldır, yorum hürdür” düsturuna uyuyor, kutsal haberi tesbit zımnında veriyor, yorum serbestliğini kulanmıyorum. İçimizdeki-dışımızdaki bilumum sansürcülere hatırlatırım.) “Adalet Partisini tek başına iktidar yapmamak için CHP’nin aldığı çarpıcı bütün yasal önlemlerle propagandaya karşın, Demirel’in partisi oyların yüzde 53’ünü toparlamış, 240 milletvekili çıkarmıştı.” “İsmet Paşa’ya yakınlığı ile bilinen yazar-çizer takımı, kimi zaman da partinin sözcüleri giderek bir tehdidi, ki-iktidarın CHP dışında bir partiye geçmesi gerçekleşirse, Ordu’nun “müdâhale” edeceği- kalemlerinden, dillerinden düşürmez olmuşlardı. Örneğin, Metin Toker, CHP’nin dışında beceriksiz bir partiye iktidar verilecek olursa, “Mr. Thompson ile Mr. Sten derhal geleceklerdir” diyordu. 12 Ekim 1969 tarihinde genel seçimlere gidilecekti. Seçimlerden önceki son bütçe görüşmeleri esnasında, CHP’nin Genel Sekreteri Bülent Ecevit, TBMM kürsüsünden “Adalet Partisi iktidarı Anayasanın da, kalkınma plânlarının da, sosyal hedeflerine doğru tek yeni bir adım atmamış, hiç bir sosyal adalet ve güvenlik hamlesi yapmamıştır.” “Demirel hükûmeti... bir çoğu anayasa emri olan köklü reformları yapmayı, düzen değişikliğini gerçekleştirmeyi kesin olarak ve siyasal bir tercih olarak reddettiği gibi, aklın, mantığın, bilimin söylediği, tekniğin istediği yüzeysel düzenlemeleri ve yönetsel reformları bile bugüne kadar yapamamış, daha doğrusu yapmamıştır.” “Bu sözler, ‘reform istekleri’ sonraları, 12 Mart muhtırasının önüne malzeme olacaktı.” CHP, yandaşları aydın(!) kesimler ve parlamentoya giren M.Ali Aybarların, Behice Boranların İşçi Partisi T.İ.P. 1965 seçimlerinden hemen sonra toprak reformunun Türkiye için, Türk halkı için gerçek bir gereksinim (ihtiyaç) olduğunu söylemeye başladılar. Bu söyleşi öylesine bir tırmanış gösterdi ki, toprak reformu artık tek partinin özendiği bir uygulama olmaktan çıktı. Daha değişik kesimlere özellikle ordunun bir bölümüne değin indi. 1971’deki ordu müdahalesinin ana hedefi “parlamento’nun anayasanın öngördüğü reformları yapmamak” içeriğindeydi. Reform denilince akla gelen ise, yalnızca toprak reformuydu. Ne çâre ki, 12 Mart 1971 darbesi, reform diye yola çıktı. 1961 Anayasasını önemli oranda değiştirdi. Toprak reformu hazırlıklarını, tıpkı 12 Eylül’den sonra olduğu gibi Devlet Bakanlığı’na getirilen Prof. Dr Orhan Öztrak’ın eline bıraktı ve.. Bu reform her ne hikmetse darbelere neden olduğu halde bir türlü gerçekleşemedi. Bugün devletin tozlu arşivlerinde -belki- yirmiye yakın toprak reformu yasa tasarısı -hangi nedenle- gün ışığına çıkacağı günleri bekliyor.” 12 Ekim 1969’da milletvekilliği genel seçimleri yapılacaktı. Nisan 1969’da talebe ve işçi hareketleri yoğunlaştırıldı; Ortadoğu Teknik Üniversitesi’ni işgal eden öğrenciler, Rektör Kemal Kurdaş’ı vazifesinden ayrılmaya zorlamışlar, işgale ancak Jandarma’nın müdahalesiyle son vermişlerdi. İstanbul Hukuk Fakültesi’nde, atılan bir molotof kokteyl on kişinin yaralanmasına sebep olmuş, fakülte on gün kapatılmıştı. Bülent Ecevit, “Toprak işleyenin, su kullananındır” diyor, İsmet Paşa, “Boykot ne ise işgal de odur” diyor, Memleket sathında, üniversitelerde, fabrikalarda, maden ocaklarında işgaller, boykotlar oluyordu. Mayıs 1969’da Yargıtay Başkanı İmran Öktem’in cenaze merasimi bahane edilerek Yüksek Yargı Organlarıyla diğer bâzı hukukçular Ankara’da büyük bir yürüyüş yapmışlardı. İmran Öktem, Adlî Yılın açılış merasiminde, “Aslında Allah yoktur. İnsanlar, çâresizlik içinde kendi içlerinde bir Allah yaratmışlardır” tarzında Efkâr-ı Umûmiyyede çok büyük mâkes bulmuş bir konuşma yapmıştı. İşte bu konuşması sebebiyle din hizmetlileri, “Biz, Allah yoktur, Allah’ı insanlar hayallerinde yaratmışlardır” diyen, Allah, İslâm inancı olmayan birisinin cenazesini yıkamayız, namazını da kıldırmayız” demişlerdi. Sonunda bir yıkayanı da bulundu, cenaze namazını bir kıldıranı da bulundu. Bu hengâme içerisinde zor da olsa 12 Ekim 1969 milletvekilliği genel seçimlerine gelindi. Bu seçimlerde, 450 kişilik Parlamento’da Adalet Partisi, 1965’teki oylarını bir miktar daha artırarak 256 milletvekilliği kazandı, CHP ise yeni Genel Sekreter Ecevit’in bütün gayretlerine rağmen 143 milletvekilliği te’min edebilmişti.