Bilindiği gibi 101nci yılını idrak ettiğimiz 19 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal Paşa Samsun’a çıktığında Türk Milleti gerçekten yorgun, bitkin ve fakirdi. Ve Mondros Ateşkes Antlaşması ile silah ve cephanesi elinden alınan Ordumuz da dağıtılmıştı. 

Ateşkesin kabul edildiği 30 Ekim 1918’de Ordularımız sadece Suriye ve Irak’ta Halep-Musul hattında İngilizlerle temas halindeydi. 

Doğu’da Rusya 1917 Bolşevik İhtilali sonu Kafkaslara kuzeye çekildiğinden 3 Mart 1918 tarihli Brest-Litovsk Antlaşması ile Ordumuz 93 Harbi öncesi hudutlara ulaşmış, Bakü dahil Güney Kafkasya’yı işgal etmişti. Ve şimdi Rusya, İttifak Bloku dışındaydı. 

Değerli okurlarım, ateşkes anlaşmaları, adından da anlaşılacağı gibi savaşan unsurların her türlü ateşlerinin, belirlenecek bir hatta kesilmesini düzenlemek için yapılagelmektedir. Oysa Mondros’ta hiçbir hat belirlenmemiş ve Suriye, Irak, Kilikya gibi sınırları çizilmemiş coğrafi isimler kullanılmış, 600 yıllık koca Osmanlı da bu belirsizlikleri kabul etmişti. Ve mağlubiyetin ezikliği ve korkusu içinde, antlaşmanın bu esnek ve belirsizliğini kullanan İngilizler; ateşkesin ertesi günü hemen Musul’u ve İskenderun’u işgale kalkmışlar, ardından 6 Kasım 1918’de bu defa zahmetsizce Çanakkale Boğazını geçip, 13 Kasım’da da İstanbul’u ve Boğazları işgal etmişlerdi. 

İngilizlerin İskenderun’a çıkmaları halinde ateşle mukabele edilmesini emreden Yıldırım Orduları Grup Komutanı Mustafa Kemal Paşa, İstanbul Hükümeti tarafından Yıldırım Orduları Grup Komutanlığı lağvedilerek İstanbul’a alınmış, ve Irak’ta da, 6ncı Ordu Komutanı Ali İhsan Sabis Paşa’nın, Musul’un işgaline itirazları ortada kalmıştı. Ve sonunda 9 Kasım’da İngilizler; hem İskenderun’u hem Musul’u işgal etmişler ve akabinde hemen kuzeye doğru Toroslara kadar, Doğu Anadolu’da da Batum’u, Kars ve Ardahan’ı tahliye edip, 1914 hudutlarına çekilmemizi talep etmişlerdi. 

İstanbul’un kabulü ile Ordu’nun çekilmesi ve halkın göçü arasında acılar ve problemler yaşanırken, işgaller de başlamıştı. 

- 1918 yılı sonunda Fransızlar; Dörtyol Adana ve Mersin’i, 

- 1919 yılının ilk üç ayı içinde de İngilizler Antep, Maraş ve Urfa’yı, İtalyanlar da Antalya, Bodrum ve Kuşadası’nı tek kurşun bile atmadan işgal etmişlerdi. 

Ve bu işgallere Trakya’da Uzunköprü-Hadımköy demiryolunun kontrolü amacı ile Yunanistan da katılmış ve ayrıca Anadolu’nun birçok liman ve demiryolu kavşakları ile tüneller de İttifak Devletlerince kontrol altına alınmıştı. 

Ne bu işgallerin ne taleplerin, ne de Yunan Ordusunun Trakya’ya girmesinin Mondros Ateşkes Antlaşması’nda yeri yoktu. 

Değerli okurlarım, Koca Osmanlı Devleti ne yazık ki, İtilaf Bloku’nun Ateşkes Antlaşmasında yeri olmayan taleplerini itirazsız yerine getirmiş, hatta bu mesnetsiz taleplere itiraz eden komutanların İngilizler tarafından tutuklanmalarını ve Malta’ya sürülmelerini kabullenmiş, ses bile çıkarmamıştı. Ve yüzyıllardır işgal görmemiş Türk halkının izzeti nefsini ayaklar altına alan Rum ve Ermeni azınlıkların akıl almaz taşkınlıkları, yağma, talan ve cinayetleri ve İttifak Devletleri işgal makamlarının yanlı tutumları tahammül edilemez bir hal almıştı. Karadeniz sahilleri ve Trakya’da Rum çeteleri ile Doğu Anadolu’dan Kilikya’ya kadar geniş alanda Ermeni çetelerinden, baskınlardan, soygunlardan geçilmez olmuştu. 

İtilaf Devletleri gerekçe bile gösteremeden İsmet Paşa’nın belirttiği gibi istedikleri yere asker çıkarıyor, işgal edip orada kalıyor veya başka yerlere gidiyor, hiçbir engel tanımıyorlardı. 

İşgal bütün ülkeye kabus gibi çökmüştü azınlıkların, işgal kuvvetlerinin aşırı müsamahası altında yaptıkları akıl almaz taşkınlıklar, halk kitlelerini kahrettiği gibi savunma içgüdüsü etrafında bir araya gelmelere de neden oluyordu. 

Örneğin Ateşkesin hemen ardından Güney’de Fransızlar 16 Kasım 1918’de İskenderun’u ve Dörtyolu işgal edip, beraberlerindeki Ermenilerle Türk köylerini basarak kadınlara sarkıntılık, yağma, talan ve eşkıyalık yaptıklarından bütün köyler ve köylüler huzursuzluk içindeydiler. Karakese köyünde Fransız askerleri ve Ermeniler 19 Kasım 1918’de köylülerin tepkisi ile karşılanmış, çıkan çatışma Fransızlar ve Ermenilere onbeş ölüye mal olmuştu. Ve bu çatışma Türk Milletinin saldıran düşmana ilk direnmesi, ilk silahlı mücadelesi idi ve bütün Çukurova’ya yayılmıştı. 

Bu olaydan altı ay sonra malumları İngilizler tarafından İzmir Valiliğine resmen de bildirilerek 15 Mayıs 1919’da Yunan Ordusu İzmir’e çıkmış, eli silahlı yerli Rumlarla birlikte başlattıkları vahşetle, ilk 48 saatte ikibinin üzerinde Türk katledilmişti. 

Değerli okurlarım, Yunan Ordusunun İzmir’e çıkacağını bilmesine rağmen İstanbul Hükümeti; İzmir Valiliğine, işgalin Ateşkes hükümleri gereği olduğunu ve muvafakat edilmesini emretmişti. Ancak Ateşkes Antlaşmasında bırakın işgali Yunan kelimesi bile yoktu ve Yunan işgalinin İstanbul Hükümeti gibi değerlendirilmesi de mümkün değildi. 

Ve İzmir’de 17nci Kolordu hareketsiz kalmış, O’nun yerine ilk kurşunu malumları Konak Meydanında Hasan Tahsin atmış, İzmir Reddi İlhak Cemiyeti de memleketin her köşesine “İşgal başladı. Son ümidimiz Milletimizin göstereceği mukavemete bağlıdır. Vatan Ordusunu iltihaka hazırlanınız.” telgrafı ile çağrı yapmıştı. 

İzmir’in işgali İstanbul basını başta olmak üzere okullar, kuruluşlar, dernekler ve bizzat halk tarafından mitingler, toplantılar, gösterilerle telin edilirken İzmir ve çevresinde şoku atlatmanın ardından halk arasında subaylar ve aydınların öncülüğünde silahlar kuşanılmaya başlanmış, iki hafta sonra Yarbay Ali Çetinkaya komutasındaki 172nci Alay Ayvalık’a çıkan, 1 Haziran’da da Yüzbaşı Tahir’in alelacele kurduğu Ödemiş Kuvayı Milliyesi Ödemiş’i işgale gelen Yunan birlikleri ile muharebeyi başlatmışlardı. 

Güneyde Dörtyol’un Karakese köyünde altı ay önce halkın başlattığı Milli Mücadele şimdi de Ege’de Ödemiş’te başlamıştı. Ve artık çoban ateşi misali hiç sönmeden büyüyerek bütün Ege’ye yayılacaktı. Nitekim daha sonra kısa sürede Mustafa Bey komutasında Alaşehir, Yörük Ali Efe komutasında Aydın, Hamdi Bey komutasında Denizli, Niyazi Bey komutasında Ayvalık, Yüzbaşı Kemal komutasında Balıkesir Kuvayı Milliyeleri kurulacak, Demirci Mehmet Efe, Çerkez Ethem Kuvayı Milliyeleri de bu kuvvetlere katılacaktı. 

Değerli okurlarım, ateşkesten sonra, Karadeniz’de Rumların bağımsız Pontus faaliyetleri bölgeyi karıştırmıştı. Terör estiren Rum çeteleri bölgeyi kana boyarken Trabzon Metropoliti Hrisantos Paris’te Osmanlı mirası peşine düşmüştü. Türk halkının korunma içgüdüsü ile aldığı önlemler; Rumlar tarafından Merzifon Amerikan Koleji kanalı ile İngiliz İşgal Komutanlığına ısrarla, abartı ile aktarılıyordu. 

Rumların korunması için İngilizler İşgal Komutanlığının baskıları üzerine Damat Ferit Paşa, Samsun havalisinde Rumlara tecavüz eden Türkleri tedip etmek, Anadolu’da beliren bir kısım Milli Teşekkülleri ortadan kaldırmak amacı ile Mustafa Kemal Paşa’yı 3ncü Ordu Müfettişi olarak görevlendirmişti. Ve bilindiği gibi Mustafa Kemal Paşa da Yunan Ordusunun İzmir’e çıkışından dört gün sonra Samsun’a ayak basmıştı. 

Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’a geldiğinden beri Milli Mücadele için hazırlık yapıyordu ve kurtuluş için nihai kararını bile vermişti. 

Millet iradesinin hakim olduğu tam bağımsız bir Devletin teşkili. 

Acz içindeki Padişah ve Hükümeti, mücadele yerine anlaşma yolunu seçtiklerinden, zaten başka yol da yoktu. Ve bu hedef için gerekli unsurların en önemlilerinden Ordu etkisiz hale getirilmiş, mali kaynaklar ta tamamen tüketilmişti. 

Mustafa Kemal Paşa’nın planında, her safha için şu esasları kabul ettiği apaçık ortadaydı. 

- Mücadeleyi halka maletmek. 

- Anadolu’yu İstanbul’un etkisinden kurtarıp bir teşkilat etrafında toplamak. 

- Ordu desteğini sağlamak ve güçlendirmek. 

- Mülki ve idari teşkilata hakim olmak. 

- Amacın Padişah’a karşı olmak değil, O’nu kurtarmak olduğunu öne çıkarmak. 

Ve daha ayağının tozu ile mülki ve askeri bütün makam ve kuruluşlara, işgallerin büyük ve heyecanlı miting ve gösterilerle kınanmasını, Müdafai Hukuk ve Reddi İlhak Cemiyetlerinin kurulması ve gelişmesine yardımcı olunmasını emretmişti. Halkın nabzını tutup halk teşekküllerinin durumunu tesbite başlamıştı. 

O günlerde Paris’te, davet edildiği Barış Konferansında Damat Ferit Paşa’nın, Anadolu’da bir Ermeni Devletinin kurulmasına muhalefet etmemesini Mustafa Kemal Paşa sert bir şekilde kınamıştı. Ve Samsun’da eylem ve faaliyetleri ile milleti toparlıyor olması, İşgal Kuvvetleri Komutanlığınca uygun bulunmamış, Damat Ferit Paşa Hükümeti de daha üç hafta bile dolmadan 8 Haziran’da Mustafa Kemal Paşa’yı İstanbul’a çağırmıştı. Ve o günlerde özellikle Ege bölgesinde olmak üzere Anadolu’da birçok yerde, subayların ve aydınların ve Müdafai Hukuk Cemiyetlerinin ilgisi ve komutanlıkların da yardımı ile halk yığınları teşkilatlanmaya ve toparlanmaya başlamışlardı. Her şeye rağmen Anadolu’da yeni bir güç belirmeye başlamıştı. Anadolu’nun bu fakir, yorgun ve teşkilatsız atıl gücüne tabii bir baş, bir lider gerekiyordu. Bu liderliğin en doğal adayı olan Mustafa Kemal Paşa da Rauf Bey, Refet, Bey, Ali Fuat Paşa ve Samsun Mutasarrıfı Hamit Bey Amasya’da toplanarak 22 Haziran 1919’da; İstanbul’da Hükümetin sorumluluklarını yerine getiremediğini, milletin varlığını milletin kendisinin kurtarması gerektiğini ve Sivas’ta bir kongre toplanmasını kararlaştırıp ilan etmişlerdi. 

Tarihimizde Amasya Tamimi olarak yer alan bu karar şüphesiz Milli Mücadele için işaret fişeği idi. Valiliklere, komutanlıklara ve el altından İstanbul’a da gönderilerek “Artık İstanbul Anadolu’ya hakim değil tabi olması gerekir.” mesajı ile iletiliyordu. Ayrıca komutanlıklara bir gizli madde ile, yerlerine bir başkası atansa da, komutanların görevlerini bırakmayacakları maddesi de eklenmişti.  

Amasya Tamimini müteakip İstanbul Hükümeti, Mustafa Kemal Paşa’yı azlederek İstanbul’a çağırmış, hatta yakalanması için bilindiği gibi Elazığ Valisi Ali Galip görevlendirilmişti. Artık İstanbul’la Anadolu karşı karşıya gelmiş ve Mustafa Kemal Paşa’nın daha sonra Erzurum’da 9 Temmuz 1919’da askerlikten ayrılıp delege olarak katıldığı Kongreye başkan seçilmekle, Milli Mücadele Liderliği de onaylanmıştı. 

Erzurum Kongresini engelleyemeyen İstanbul Hükümetinin Mustafa Kemal Paşa’nın yakalanıp, İstanbul’a gönderilmesi emrini, Kolordu Komutanı Kazım Karabekir Paşa da, Erzurum Valisi de uygulamamışlardı. Ve Erzurum Kongresi ile aynı tarihlerde yapılan Balıkesir, Nazilli ve Alaşehir kongrelerinde “İşgallerin kabul edilmeyeceği ve Yunanlıların ülkeden kovulacağı” kararları alınmıştı. 

Halk ayağa kalkmış, teşkilatlanıyor hazırlanıyordu. Milli Mücadelenin halka maledildiği apaçık ortadaydı. İstanbul Hükümetinin; “Yunan işgali ne kadar gaddarca ve ne kadar haksız olursa olsun mukavemet edilmemesini, aksi hareketlerin memlekete ihanet sayılıp hesap sorulacağını” bildiren emirlerini kimse dinlemiyor, emirler de icra edilmiyordu. 

Artık İstanbul’un otoritesi sallanmaktaydı. 

Devam edecek...