Külliye’nin, bizim bulunduğumuz blok’unun Başhocası:
- “Külliye’nin halka açık cami’i’nde, teravih namazından sonra, Sakal-ı Şerif ziyaret edilecek, daha sonra, cemaatle Tesbih Namazı kılınacak, en üst salonda, Hatimle terâvih namazı kılınacak, -Hatimle Terâvih Namazı, her rek’atta bir sahife okunarak, 20 rek’atte bir cüz okunur, bilindiği üzere her cüz, 20 sahifeden ibarettir. Otuz ramazan günü bir cüz esasıyla, Hatim’le terâvih namazı kılınmış olur.- orta salonda ise, normal terâvih namazından sonra, cemaatle Tesbih Namazı kılınacak, daha sonra hatim yapılacak, isteyenler sahur vaktine kadar Külliyemizde kalabilir, kalmaları halinde de, kendilerine sâhur ikramımız olacaktır,” diye orada bulunanları bilgilendirdi.
Baktım, kimseden herhangi bir söz gelmeyince, Bendeniz:
“Aziz Hocam! Biliyorsunuz, Tesbih Namazı’nın cemaatle kılınması bütün fukahâ’nın ittifakıyla, Tahrimen mekruh olup açıkça bir bid’attir. Lütfen, bu bid’ata izin vermeyiniz, bu bid’ate önayak olmayınız,” dedim.
O devirdeki Başhoca, âlim, idrak sahibi, ehl-i Takvâ birisiydi. Anlayışla karşıladı, orta salonda cemaatle Tesbih Namazı kılınmayacağını, normal teravih namazından sonra hatim yapılarak topluca yapacağımız ibâdet’lerin tamamlanacağını, dileyenlerin teker teker Tesbih Namazını kılabileceklerini söyledi.
Orada bulunanlardan, “Biz buraya Cemaatle Tesbih Namazı kılmak için geldik, aksi halde, Cemaatle Tesbih Namazının kılındığı bir başka yere giderdik,” diye homurdananlar oldu.
Haydi diyelim, bunlar, sünneti, mekruhu, Tahrimen Mekruhu, bid’ati ve dalâleti bilmiyor olabilirler, fakat, beni ziyâdesiyle üzen ve kahreden, halka açık cami’i’n imamı’nın tavrı oldu. Bizim Başhoca ile muhaveremizden sonra, “Ben, Cemaate Tesbih Namazını Cemaatle Kıldırmaya mecburum, buna da benden önceki hocalar, ağabeyler, sizler sebepsiniz,” diye çemkirdi.
Kendisine, “Lütfen, bilerek böyle bir bid’at ve dalâlete âlet olma! Aksi halde, ehl-i Bid’at bir imam olursun ki, cemaat dilerse, ehl-i Sünnet bir imamı, ehl-i Bid’at bir imam’a tercih edebilir. Herhalde böylesine bir duruma düşmek istemezsiniz,” dedim.
Bu konuşmalara rağmen, genç imam aşağıya indi ve cemaate Tesbih Namazı kıldırdı.
Bu yıl Ramazan ayında İstanbul’daydık. Kadir Gecesi geçen yıllar’da olduğu gibi aynı Külliye’de da’vetli bulunuyorduk.
İftar, Külliye’nin terasındaydı. İstanbul’da hava çok sıcak olmasına rağmen, teras’ta efil efil esen tatlı bir rüzgâr eşliğinde iftarımızı yaptık, akşam namazı, hatimli, normal teravih namazı, hatim yapıldı. Geçen yılların aksine ne cami’i’de ve ne de Külliye’nin mescid’lerinde Tesbih Namazı kılındı.
Daha az sayıda da’vetli’nin bulunduğu küçük bir odaya geçildi. Burada, Külliye’nin, bu bloku’nun yeni Başhocası ile çok kısa bir görüşmemiz oldu.
Kendisine Cemaatle Tesbih Namazı kıldırmadığı, böyle bir bid’ate tevessül etmediği için teşekkür ettim. Fakat, aldığım cevap karşısında hayretler içinde kaldım. Genç Başhoca, “Cemaatle Tesbih Namazı kılınabilinir,” dedi.
“Aziz Hocam! Nasıl olur? Bizim Üstazımız Müceddid’dir. Onun Tecdîd hareketi, sünnet’leri ihya, bid’atleri yok etme hareketidir. Bizim yol haritamız, İmam-ı Rabbânî, Müceddid-i Elf-i Sânî Hazretleri’nin Mektubat-ı Şerifesi’dir. İmam-ı Rabbânî Hazretleri, Mektubãt-i Kudsiye’lerinde, Cemaatle Tesbih Namazının kılınması Tahrimen mekruhtur, bundan ecir beklemek ise, haramı helâl, helâli haram saymaktan bir derece aşağıdadır, buyurmaktadır,” dedim.
Bunun üzerine, “Hazretimiz, sorulduğunda kılınabileceğini söylemiş,” dedi.
“Aslâ böyle bir şey sözkonusu olamaz” dedim.
Devamla, “Hazretimize Balıkesir’de sorulmuş da, kılınabileceğini söylemiş,” dedi.
“Müceddid, Nisbet-i Ma’neviyye ve Nisbet-i Rûhaniyye ile doğrudan kendisinden bir önceki Kutbu’l-Aktab, İmam-ı Rabbânî Müceddid-i Elf-i Sânî, Hazret’lerine merbuttur. Dolayısıyla, İmam-ı Rabbânî Müceddid-i Elf-i Sânî Hazretleri’nin “Tahrimen Mekruh’tur” buyurduğu bir şeye cevaz vermesi asla düşünülemez,” dedim.
Bunun üzerine, “İmam-ı Rabbânî öyle içtihad etmiş, Efendi Hazret’leri böyle içtihad etmiştir,” dedi.
Sustum, zirâ, bu cevaba karşı söylenecek bir şey bulamadım da susmak zorunda kaldım. Hani derler ya, “Cehl’in bu kadarı sehl olmaz, tahsilsiz bu kadar cehl olmaz,”
İmam-ı Rabbânî Müceddid-i Elf-i Sânî Hazret’leri de, Süleyman Hilmi Silistrevî Efendi Hazretleri de Müçtehid değiller, Müceddid’dirler. Mes’ele, İçtihâdî bir mes’ele olmaktan çok, Fıkhî bir mes’ele’dir. Mes’ele, Sünneti Resûlüllah’tan, Sünnet-i Hulefâ-i Raşidîn ve Mehdiyyîn’den olmayan bir şey’in sonradan ihdas edilmesi mes’elesidir.
İmam-ı Rabbânî, Müceddid-i Elf-i Sânî Hazret’leri mektuplarla kendisine Fıkhî mes’eleler soranlara, “Fıkhî mes’ele’leri, bulunduğunuz yerlerdeki Fakîh’lere, Fıkıh dalında râsih âlimlere sorunuz,” diye cevaplandırırdı.
İmam-ı Rabbânî Hazret’leri de bir Mukallid, Süleyman Hilmi Silistrevî Efendi Hazret’leri de bir Mukallid idi.
Mektûbât-ı Kudsiyye’de, kendisi şöyle tarif edilir; “Efendimiz, Senedimiz Koruyucu Dostumuz, Ebedî, Ahed, Kerim ve Kadîm olan Allah’a Vesîlemiz, Şeyh Abdülahed oğlu, Şeyh Ahmed-ü Fârûk es-Sirhindî...
Mahall-i İkâmeti, Sirhind, Neseben Fârûkî, babası ve dedeleri, Haz.Ömer radiyallahu anh’in Sulbünden, Abdullah İbn-i Ömer’e dayanmaktadır. Meşreben, Nakşibendî, Mezheben, (Amelî) Hanefî, İ’tikâden Mâtürîdî...
Süleyman Hilmi Silistrevî Efendi Hazret’leri de, Mahall-i İkâmeti İstanbul, Neseben, Fatih Sultan Mehmed Han zamanında, Fatih’in kız kardeşiyle tezviç edip, Tuna Hanı olarak Tuna Boylarına nasbettiği İdris Bey’e dayanmaktadır. Meşreben, Nakşibendî olup, Nakşibendiyye’nin Müceddidiyye Kolu’nun son Kutbu’l-Aktab’ıdır. Mezheben, (Amelî), Hanefî’dir, (İ’tikâden), Mâtüridî’dir.
Lakabı, Ebu’l-Fârûk olup, muasırları, kendisini Silistreli olarak zikreder, “Silistreli, hoş sohbet, arkadaş yanlısı ve fakat fazlaca Müteşerrî,” derlerdi.
Şer’i Şerif’ten zerre kadar ta’viz vermeyen bir Zât, Nisbet-i Ma’neviyye ve Nisbet-i Rûhâniyye ile bağlı olduğu Zat’ın, Tahrimen Mekruh’tur, bid’at ve dalâlettir,” dediği bir hususta, “câiz”dir, faziletlidir, kılınabilir,” demesi mümkün müdür?
“Efendim, Hazret’imize Balıkesir’de sorulmuş da kılınabilir,” buyurmuş! Fe Süphan Allah! Ne zaman Balıkesir’e gitmiş, kim sormuş, kime kılınabilir,” buyurmuş, kim kaydetmiş!
İşkembe-i Kübrâ’dan at, sonra da “Hazretimiz böyle buyurmuş,” de...
Buhârî ve Müslim’in Ebû Hüreyre radiyallahu anh’den, müştereken rivâyet ettikleri bir Hadis-i Şerif’te Sevgili Peygamber’imiz, sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz:
“Kasden, benim üzerime herhangi bir yalan uyduran, Cehennemde oturacağı yeri hemen hazırlasın,” buyurmuştur.
Bu tehdit, Sevgili Peygamber’imizin hadisi olmadığı halde, yalan uydurup, Allah’ın Resûlüne izafe edenlere olduğu kadar, Müceddid’in sözü ve fetvası olmadığı halde, İşkembe-i Kübrâ’dan atarak, “Efendi Hazret’leri şöyle buyurmuş, böyle buyurmuş, diyenler için de geçerlidir.
Mesnedi olmayan, Mesnedi sahih olmayan, bu kabil yalan ve uydurmalara aslâ izin vermeyeceğiz. Müceddid hakkında bu kabil yalan ve iftira uyduranları gerekirse bu sütunlarda afişe edeceğiz, bunların kimler olduklarını isim isim, fâş edeceğiz. Sünnet’ler bid’atlarla yok edildiği gibi, ba’zı hakîkatlarda bu kabil yalan ve iftiralarla örtülmeye çalışılmaktadır. (Tasavvufta ki bid’atları ayrıca irdeleyeceğiz.)