İktisadi Kalkınma Vakfı'nın değişik illerde yaptığı kamuoyu araştırmasına göre, Türkiye'de AB'ye girmek isteyenlerin genel nüfusa oranı %95 imiş. Bir çoklarının belki abartılı bulacağı bu sonuç, kanaatimce doğrudur.  

Kuzey Kıbrıs'taki referandum sonuçlarını analiz ederken bu sütunlarımızda "Kıbrıs Türklerine fazla sitem etmeyelim. Türkiye'de de böyle bir referandum yapılacak olsa yine yüksek oranla AB yanlısı bir sonuç çıkacaktır" demiştik.  

Bu türden %90-100 arası sonuçlar ancak totaliter rejimlerin seçim ve anketlerinden çıkabilmektedir. Bunun sebebi, oralarda hem tek türden tanıtımın olması hem de halkın ayrı tercihlerde bulunmaktan korkmasıdır.  

Türkiye, hür bir ülke olmasına rağmen anket sonuçları itibariyle nasıl oluyor da dikta rejimlerinde görülebilecek şekilde tek tip bir cevapta yoğunlaşmıştır? En soldan en sağa değişik görüşlerin serbestçe ifade edildiği bir toplumda bu sonuç nasıl mümkün olabilmiştir? Oysaki tarihi, coğrafyası, kültürü ve ekonomik şartları tam anlamıyla Avrupalı olan ülkelerde yapılan anket ve referandumlarda bile böyle bir sonuç çıkmamıştır.  

Bunun sebebi, ülkemizde her ne kadar tam bir hürriyet ortamı mevcut ise de propaganda gücü itibariyle belli bir zihniyetin kesin hakimiyetinin mevcut olmasıdır. Bu, beynelmilelci zihniyettir ve müthiş ekonomik gücüyle bütün medyaya hakimdir.  

Bugün, yüksek tirajlı gazetelerin ve yüksek reytingli televizyon kanallarının hepsi Avrupa Birliği lehinde yayınlar yapmaktadır. Her türlü fikir ve inanç mensubu vatandaşlarımız, sürekli Batı yanlısı tercih doğrultusunda yayın bombardımanı altındadır.  

Elinize hangi gazeteyi alsanız, televizyonunuzda hangi kanalı açsanız Avrupa'nın "medeni, zengin ve özgür" olarak tanıtıldığını görürsünüz. Sadece günümüz açısından değil, ikiyüz yıllık bir süreç içerisinde geçen nesiller boyunca yapılmış bir propagandadır bu.  

İnsanımız kendi yer altı-yerüstü kaynaklarının zenginliğinden, kendi medeniyetinin yüksekliğinden bîhaber bırakılmış ve Avrupa'ya özendirilmiştir. Bu şartlar altında ne yapabilir ki?  

Elbette ki, legal ya da illegal yollardan canını Avrupa'ya atmak isteyecektir. Bunda şaşacak bir şey de yoktur, kızacak bir şey de. Demokrasiyi bir sistem olarak benimsediğimize göre halkın demokratik tercihine de kızamayız.  

Kızacağımız bir şey o da, her görüşün aynı kolaylıkla kitlelere ulaştırılamayışıdır. Kitlelere ulaşamayan görüşler, duruşu millî olan görüşlerdir. Önlerindeki en büyük engel ise kanunî değil, iktisadîdir.  

Evet, ülkemizde millî olan, yerli olan görüşler, beynelmilelci olanların karşısında, seslerini herkese duyuramayacak kadar güçsüz bırakılmışlardır. Hasbelkader, güçlü konuma gelenlerinse önleri, "batılı değerler" adına bir şekilde kesilip tekrar güçsüzlüğe havale edilmektedir.  

Neticede, onların da önemli bir kesimi çıkar yol olarak, "değişmeyi" ve kozmopolit bir hüviyete geçmeyi tercih etmektedirler.  

Bu durumun en bariz örneği iktidardaki AKP'dir. Bu insanlar, "Millî Görüş"ten yola çıkmış, "Küreselleşmeci" çizgiye geçmişlerdir.  

Beynelmilelci güçler bu insanları sürekli taciz etmiş, onlar da rahatı milliliği terk etmekte bulmuşlardır.  

Yaptıkları etik açıdan yanlı, pragmatik açıdan doğrudur.  

En soldan en sağa millî olanlarımız, kendi görüşlerini halkımıza en etkili şekilde sunma gücünü bulamazlarsa, sadece ekonomik ekonomik açıdan değil, demografik açıdan da gittikçe zayıf düşeceklerdir.  

Çünkü, yurdumuzda gayrî millilerle milliler arasında bir "haksız rekabet" ortamı vardır.  

Bir egemenlik aracı olarak "Propaganda", bir batı buluşudur ve maalesef onların tekelinden kurtarılamamıştır.