Lugatta “okumak, anlamak, bir metni öğrenmek için tekrarlamak” anlamlarına gelen ders (diras) kökünden mekân ismidir. (Ders okutulan-ders öğrenilen yer demektir.)
Medine-i Münevvere’de, Kur’ân-ı Kerim’in öğretildiği-okutulduğu ev’e, her ne kadar, Dâru’l-Kurrâ denilmiş ise de, ilk medrese olduğu da söylenebilir.
Ancak, inşa edildiğinden i’tibâren bir eğitim ve öğretim merkezi olarak da kullanılan Medine-i Münevvere’deki Mescid-i Nebevî ve Mescid-i Nebevî bünyesinde bulunan Suffe’yi, Abbâsî, Selçukî ve Osmanlı Devlet-i Aliyye’miz medreselerinin ilk modeli olarak kabul etmek gerekmektedir.
Mescid’ler (Camiler), -ki Arap ülkelerinde ve diğer İslâm ülkelerinde cami’i’lere “Mescid” denilir, lugavî ve ıstılahî ma’nası i’tibâriyle de doğru olanı budur. Ancak, memleketimizde, Mescid, denildiğinde, daha ziyâde küçük camiler, yâni mahalle aralarında bulunan, Cum’a ve bayram namazlarının kılınmadığı camiler anlaşılır. Fakat, başta Salâtîn Cami’ler olmak üzere, Cum’a ve bayram namaz’larının kılındığı büyük camilere “Cami” denilmektedir.- müstakil, devasâ, mescid’ler inşa edildikten sonra da medrese olma-dershâne olma işlevlerini sürdürmüşlerdir. Batı dünyasına ilim ve kültür açısından yeni ve büyük ufuklar açan Endülüs’te müstekîl medreseler bulunmadığı, ders’lerin cami’i’lerde okutulduğu anlaşılmaktadır.
İslâm Dünyası’nda müstekîl medrese’lerin ne zaman kurulduğu hususunda farklı görüşler vardır; Medrese’lerin kuruluşunu, Abbâsî Halifesi Me’mû’nun, Horasan Vâliliği dönemine kadar götürenler vardır. Beytü’l-Hikme’yi bir nev’i ilimler akademisi hüvviyetine kavuşturan Halife Me’mûn’un, Horasan Valiliği sırasında benzer teşebbüslerde bulunması mümkündür.
Medrese ve zâviye’lerin Büyük Türkistan ve Horasan’a Yüce İslâm Dini’nin Türk’ler arasında kısa zamanda yaygınlaşmasında önemli katkıları ve hizmetleri olmuştur.
Muhtelif kaynaklarda, “Medrese” olarak zikredilen ilk eser, fakîh ve muhaddis Ebû Bekr Ahmed İbn-i İshâk es-Sıbgî tarafından Nişâbur’dan kurulan dâru’s-Sünnedir. (Zehebî, Hasan İbn-i Ahmed el-Muhledî ve Muhammed İbn-i Hüseyin el-Hasanî gibi hadis âlimlerinin imlâ meclisi tanzim ettikleri bu dâru’s-Sünne’lerde 1000 kadar talebe’nin ders okuduğu bilinmektedir.
Medrese’ler, umûmiyetle devrin devlet idarecileri veya zenginleri tarafından muayyen ve müşahhas bir âlim’in ders okutması amacıyla inşa ettiriliyordu. Meselâ, devrin büyük âlimi İbn-i Fürek için Nişâbur’da bir medrese ve kalacağı bir ev yaptırıldığı bilinmektedir.
Ulemâ arasında da, zengin olup kendi adına medrese yaptıranlar da vardır; Tezhîbü’l-Esrar adı eser’in müellifi, Merhûm Hargûşî, kendi eliyle yaptığı ba’zı şeyleri satarak kazandığı paralarla bir medrese ve kütüphane yaptırmıştır.
Medrese denilince, akla hemen, Sultan Alparslan ve ardından oğlu Melikşah’ın veziri olan Nizâmülmülk tarafından Nişâbur ve bilhassâ, Bağdat’da açılan Nizâmiye Medreseleri gelir. Fakat, Nişâbur medreseleri başta olmak üzere, Nizâmiye medreselerinden önce, İslâm dünyasında otuzdan fazla medrese’nin kurulmuş olduğu bilinmektedir...
Nizâmiye Medreseleri yalnız, Bağdat ve Nişâbur’da değil, bunların yanında, Merv, Herat, Belh, Basra, İsfehan, Amül, Musul, Cizre ve Rey gibi şehir’lerde de Nizâmiye Medreseleri inşa ettirilmiştir.
Nizâmiye Medreselerini diğer medrese’lerden ayıran en önemli özellikleri, bu medrese’lerde hoca ve talebe’nin barınabileceği odaların da bulunmasıdır. Selçûkî’ler döneminde, Cürcan Bey, Hemedan, Yezd, Şiraz, Kirman, Merv ve Kâşân’da medreseler inşa ettirilmiştir. Bu medreseler sâyesinde ilmî seviyelerini yükselten Selçûkî’ler, Şiî Fâtmî’lerin kurdukları Ezher ve Dâru’l-Hikme vasıtasıyla yürüttükleri, Ehl-i Sünnet aleyhindeki tahripkâr propaganda faaliyetlerine de karşı koyabilmişlerdir.
Büyük Selçûkî Devleti’nin dağılmasının ardından yeni kurulan devletler Büyük Selçûkî’lerin yolunu ta’kip etmiştir. Nizâmülmülk’ün İran ve aşağı Mezopotamya’da yaptığını Nureddin Mahmud Zengi ve Salâhaddin-i Eyyûbî yukarı Mezopotamya’da, Suriye ve Mısır’da gerçekleştirmiş, böylece İslâm Medrese sistemi Batı’ya doğru hızla yayılmıştır. Dımaşk’da (Suriye) ilk Dâru’l-Hadis’i kuran Nureddin Mahmud Zengi devrinde medreselerin bütün şehir ve köylerine kadar ulaştığı bilinmektedir.
Eyyûbî’ler döneminde, Salâhaddin-i Eyyûbî, diğer sultanlar, emirler, nüfuzlu devlet adamları tarafından Mısır, Suriye, Kudüs, Hicaz ve Yemen’de pek çok medrese inşa ettirilmiştir.
Türk’lerin Anadolu’ya gelişinden i’tibâren bu coğrafya’da pek çok medrese’nin inşa ettirildiği görülmektedir. Anadolu Selçukî’leri fethettikleri şehir’lerde ilk iş olarak, orada cami, medrese, imaret, Dârü’ş-Şifâ, Sıbyan Mektebi ve bir de hamamın mutlâka bulunduğu külliye’ler inşa ettirirdiler. Talebe, âlimler, külliye yakınlarına inşa ettirilen bedestenlere, Müslüman-Türk tâcir’ler yerleştirirlerdi.
Danişmendliler, Artukoğulları ve Anadolu Selçûkî’lerine ait medrese’lerin bir kısmı zamanla tamamen harap olmuş kaybolmuştur. Günümüzde Dânişmed hükümdar’larından, Nizâmeddin Yağbasan’ın yaptırdığı Niksar ve Tokat’taki medreseler kısmen ayaktadır. Tokat’taki medrese Çukur Medrese olarak bilinir.
Sivas ve Erzurum’da Çifteminare Medreseleriyle Erzurum Yâkûtiye ve Ahmediye, Kırşehir, Caca Bey Medrese’leri İlhanlılar dönemine ait olup kısmen ayakta olan eserlerdir.
OSMANLI DÖNEMİ MEDRESELER:
İslâm eğitim sisteminin temel müessesi olan medrese Osmanlı Devlet-i Aliyye döneminde, fizîkî şart’ları, mimârî husûsiyetleri, programı ve temsil ettiği zihniyetle önemli hamleler kat’etmişti.
Medrese, bu dönemde, Sıbyan Mektebinden sonra, orta, (Rüşdiye) lise, yüksek okul ve üniversite eğitimine tekâbül eden, İslâmî hüvviyeti sebebiyle sadece Müslüman’ların devam ettiği bir eğitim müessesesiydi.
Osmanlı’nın Beylik döneminde ilk medrese Orhan Gazî’nin, 1331’de kurduğu İznik Orhaniyesi adını taşıyan İznik Medresesi’dir. Bu medrese’ye önce, Mısır’da yetişmiş, te’lif ettiği eserleriyle tanınmış, âlim, Dâvûd-i Kayserî, ardından Tâceddin-i Kürdî Alâeddin-i Alî Esvedî, müderris olarak ta’yin edildiler.
1326’da Bursa’nın fethinden kısa bir müddet sonra, Orhan Gâzî Manastır’dan tahvil ettirdiği için, “Manastır Medresesi” olarak da bilinen Orhan Gazi Medresesini kurarak vakfetti. I.Murad, Yıldırım Beyâzıd, Çelebi Mehmed, II.Murad ve bu Pâdişah’ların devlet ricâli tarafından yaptırılmış yirmibir medrese ile Osmanlı’nın ilk Pây-i Taht’ı, Bursa çok câzip bir ilim merkezi haline geldi.
Bursa’daki ilim ve medrese hayatı ehemmiyetini kaybetmemekle birlikte, 1361’de Edirne’nin fethiyle medrese tarihinde yepyeni bir safha açıldı. Edirne’de Çelebi Mehmed devrinde iki, II.Murad döneminde dokuz yeni medrese te’sis edilmiştir. Husûsiyle, II.Murad’ın Dâru’l-Hadîs Medresesi, Sahn-ı Seman Medreseleri yapılıncaya kadar en yüksek Osmanlı Medresesi kabul edilmiştir. Kuruluş yıllarından i’tibâren (1326-1451) devresinde seksen dört medrese’nin yapıldığı tesbit edilmiştir. Bunlardan onbiri Orhan Bey, biri Beyâzıd, yedisi I.Mehmed, otuzyedisi II.Murad zamanında kurulmuş bir medrese de fetret döneminde inşa edilmiştir. Medrese’lerin elliüçü Anadolu’da, 29 Rumeli’de ve ikisi Kudüs’te idi.
FETİH SONRASI İSTANBUL’DAKİ MEDRESELER:
Fatih Sultan Mehmed Han’ın İstanbul’u fethiyle başlayan yeni dönem, Osmanlı ilim hayatı ve medrese teşkilatı için önemli adımların atıldığı devreyi oluşturur. Fetih’ten sonra İstanbul’da eğitim faaliyetleri Zeyrek Kilisesi ve Ayasofya’daki ba’zı keşiş odalarında yapıldı. Fetih’ten sonra ilk medrese, Eyüp’de kuruldu. (863-1459), (875-1470), tamamlanan Fatih Külliyesi içinde sekiz medreseden oluşan, Sahn-ı Semân (sekiz avlu) ve bunların bir sıra gerisinde yer alan, sekiz Tetimme Medreseleri te’sis edildi.
Bu medreseler konumu, fizikî ve mimârî husûsiyetleri, sağlanan maddî ve mâlî imkân’lar ve bilhassâ müfredat programı ile bir yüksek öğretim ve araştırma kurumu (Yüksek seviyeli bir üniversite ve araştırma enstitüleri mahiyetinde Yüksek Eğitim ve Öğrenim Kurumu)...