Masalımızın kahramanı olan ülkenin öyle bir özelliği varmış ki,burada ne kahraman bitermiş ne de kahramanlık hikâyeleri… Uzun uzun anlatmaya ne lügat yeter anlayacağınız ne de kalem.
Fakiri mazur görürseniz eğer; bu masal ülkeye dair her şeyi birebir anlatmak gibi bir küstahlıktan kaçınmak zorundayım, zira benim de takatimin,yüreğimin sınırları var.Eski devirlerden beri, bir destanlar yurdu olarak yaşayagelmiş  ülkemle o kadar benzeşen tarafları var ki,içim elvermiyor ağzımı açmaya.
Çağ değişmiş, kadim zamanlar kadük olmuş…Eskinin aslanları yeni dünyada zelil hale düşmüşler.Bir rahmetli ozanımızın deyişiyle; “yiğit muhtaç olmuş kuru soğana” vaziyetleri…
Dışarıya karşı aralarındaki husumetleri rafa kaldırmayı bilen bu güzel ülkenin insanları ,memleketlerini kurtarıp bir vakit milli liderlerinin başlarında bulunmasının verdiği tatminle durumu idare eden bir barış atmosferi yaşamışlarsa da,, bu durum fazla uzun sürmemiş.
Liderin ölümüyle başlayan süreçte Yimset ve Boyar’ın önderlik ettikleri iki çizgi, zaman içersinde, genlerine işlemiş cengaverlik ruhunun depreşmesiyle olacak, savaş yapar gibi siyaset yapmaya başlamışlar.
Sonuç; savaş için eğitilen güçlerin müdahaleleri ve toplumun belirsiz çatışmalara sürüklenmesi olmuş.
Siyasi idamlar-hani bizde “siyaseten katl” derlerdi- ve karşılıklı vuruşmalar birbirisini izlemiş. Bir zamanlar dedeleri aynı cephelerde vatan, devlet ve bayrak uğruna can veren bir milletin çocukları yekdiğerini milli düşman beller olmuş.Mahallenin,köyün kısaca hayatın tadı tuzu kalmamış.
Efendime söyleyeyim; bu ülkenin insanlarında bir hastalık daha varmış: Her ne yaptılarsa hep doğru yaptıklarına, hiç yanlış yapmadıklarına inanırlarmış. Yanlışı hep karşıdakiler yapmıştır,onlar hep “sütten çıkmış ak kaşıktır”. Oysa çatışmanın iki tarafı olduğunu ve taraflardan birisinin asla külliyen masum öbürünün ise külliyen zalim olamayacağını kabul etmek istemezler, kendilerine toz kondurmazlarmış.
Çatışma şiddetlenip bölünme derinleştikçe aralarındaki iletişimi görünür semboller üzerinden sağlamak moda oluvermiş. Kamplaşan grupların bıyık şekillerinden giyimlerine, içtikleri sigaradan saç kesim şekillerine kadar her şey siyasallaşmış. O dönem geçtikten sonra bu sefer kadın kıyafetinin siyasallaşması üzerinden yeni bir kamplaşma ortaya çıkıvermiş. Bu masal ülkenin halkı kamplaşmadan yaşayamaz vaziyetteymiş adeta. Sürekli bir hareket, çatışma, tepinme…
Ve devinenler, tepinenler bütün bu hareketlerini ya “milli irade” ya da “demokrasi” üzerinden savunmuşlar. Laf arasında, bana tanıdık geliyor ama? Neyse efendim; bir kısım da,ki bunlar genelde muhalefet kısmı olurmuş , “doğruyu yapmak ve belirlemek için her zaman parmak sayısı yetmez” diyen kesimmiş.Bunlara genelde “tepeden gelmeci” derlermiş.Bizde jakoben dediklerinden.Bu mübarekler de zamanla hakikaten “gökten zembille indiklerine” neredeyse inanır olmuşlar.Bu psikolojiden mütevellit  karşılarına çıkan herkesi “yerden bitme” görmek adet olmuş bu kesimin dünyasında. Aksilik bu ya; karşılarına her çıkan da “milli irade” der başka bir şey demezmiş.
Bu milli irade öylesine benzersiz, yanılmaz insanüstü bir varlık ki; duyan her faninin zihninde Kadir-i Mutlak olan yüce Yaratıcının sıfatlarını canlandırırmış.“Milli irade”ye adeta “ilahi irade”ye iman eder gibi iman ederlermiş. Ol irade ki “hikmetinden sual olunmaz” işte ona denilirmiş “milli irade”…Oysa ki; böylesine kutsanan “milli irade”nin bu sınırsız, külli, kudretinin temelinde halkoyu dediğimiz matematik çoğunluklar yatıyormuş. Tıpkı bizdeki gibi…
Bir gün muhtarlığa aday iki komşu kavgaya tutuşmuş. “Yerden bitme” dedikleri amca kükremiş:”Ey tepeden gelmeci senin aklın ermez bizim yaptıklarımıza. Biz bu mahallede öyle gençler yetiştireceğiz ki her gün en az bir saat ibadetle meşgul olacaklar…Milletin dediği olacak, senin dediğin değil.”
“Tepeden gelmeci” dedikleri amca cevap vermiş: “Bu milli irade bir gün aynı oy çoğunluğuyla senin ibadetini inancını yasaklama kararı alırsa bunu da onaylayacak mısın?Bu doğru bir karar mı olacak?Ben söyleyeyim bir kişi kalsa dahi kimsenin inancını yasaklama hakkı yoktur halk çoğunluğunun.Hürriyet ve insanlık oylanamaz.Ve hiçbir toplumun intihar etme hakkı yoktur.”
Bunlar, rivayet olunur ki “nasıl etsek ne yapsak “diye tartışıp durmaya devam etmişler.
Fakirin bu masalı niye anlattığını merak ettiniz şimdi ve hatta soruyorsunuz; “bunun neresi masal” diye.Eh masallar da garipleşti artık ,insani olan her şeyin hızla çöp sepetine gönderildiği bu dünya da?
Sahi Çörçil; “Kamuoyu finkıldır” demişti, yani “halk efkarı değiştirilebilir?Şahsen ”milli irade kavramının mutlaklaştırılmasından ürküyorum: Halk oyuyla bayrağımın, devletimin ve dinimin değiştirilmesini asla kabullenemem.Kitle iletişim araçlarının güçlülerin tekelinde olduğu bir dünyada sahi halk oyu kaldı mı?