Uzman balıkadam Mustafa Aydemir: “Müsilajın nedeni yalnızca kimyasal atıklar değil, bilinçsiz avlanmanın payı da var. Deniz kirliliğini önlemek adına alınan önlemler yeterli olmadı, zamanla Marmara bir foseptik çukuruna döndü. Çünkü, alınan önlemler doğrultusunda denize boşaltılan atıkların yarısı Karadeniz’e gittiyse de, gerisi Marmara’da kaldı. Buralar bizim sürekli dalış yaptığımız yerlerdi. Biz dalgıçlar bu cinayetlerin sualtından birebir tanığıyız. Gelişmeleri içimiz yanarak izledik, ilgilileri uyarmaya çalıştık.” 

“…Bu musilaj aslında kötü bakterileri yiyen bir plankton idi. Kirlilik artınca aşırı üreyip kontrolden çıktı. Vücuda giren virüsle mücadele eden stokin nasıl bir fırtınaya dönüşüp kontrol edilemez hale gelir ve vücudun ölümüne neden olursa, müsilaj da bu stokin fırtınasının karşılığıdır. Acil önlemler almak uygulamak zorundayız. ”

Günlerdir, maviliklerinde avunduğumuz, sularında yüzdüğümüz, mehtabını şarkılarla yazdığımız, cömertçe sunduğu balıklarla sofralar kurduğumuz Marmara Denizi’nin yüzeyini kaplayan müsilaj (deniz salyası) görüntüleri, büyük bir çevre felaketi yaşamakta olduğumuzu haykırıyordu. Yalnız biz değil, pekçok ülke de bu felaketin nedenini sorguluyordu: “Ne zaman başladı, nasıl başladı?” 

Konuyla ilgili bilim insanlarının açıklamalarına göre, gözümüz gibi bakmamız, korumamız gereken denizlerimizi evlerimizden, fabrikalarımızdan, tarlalarımızdan sorumsuzca boca ettiğimiz kirli su ve zehir etkili kimyasal atıklar nedeniyle oluşan mikrobiyolojik varlıklar pis görünümlü dev organizmalara dönüşerek denizlerimizi, “Mavi Vatan”ımızı yemeğe, yoketmeye başlamışlardı.

ÖLEN, YALNIZCA DENİZLERİMİZ DEĞİL…

Çok ciddiye almamız gereken bir tehlikeyle karşı karşıyayız. Yalnız denizlerimizi değil, sağlığımızı, dolayısıyla da geleceğimizi tehdit eden bir çevre felaketi yaşamaktayız. Bu müsilaj felaketin geri çevirecek acil önlemler almak ve uygulamak zorundayız. Çünkü bu pis görünümlü, pis kokulu mikroorganizmalar denizlerimizin mavi yüzünü örterken, dikine bir hareketle mavi derinliklerde yaşayan canlıları da katlediyorlar. 

BAKAN KURUM: “MARMARA’YI ÜÇ YILDA KURTARACAĞIZ”

Büyük bir çoğunluğumuzun ancak o gizemli derinliklerde çekilen görüntülerden tanıdıkları o büyülü dünya, “Hayat suda başladı” gerçeğini barındırmaktadır. Hayatın başlangıç coğrafyasını koruyamazsak, bizim karada yaşama hakkımızın da tehlikeye gireceğini denizlerimizde yaşamakta olduğumuz müsilaj/deniz salyası salgını ile net bir şekilde görmüş olduk. Denizlerimizin mavi derinliklerindeki gizemli dünya nefes alamadığı için günden güne boğuluyor, ölüyor. 10 bin yıl önce suların yükselmesi nedeniyle Karadeniz ve Ege Denizi ile bağlantılı bir iç denize dönüşen 11 bin 350 kilometrekarelik bir yüzeye sahip olan “Mavi Marmara” can çekişiyor. 

Uzmanlar, deniz salyasının yayıldığı mavi derinliklerde yaşamın giderek son bulduğunu ekosistemin öldüğünü haykırıyorlar. Daha önce tanık olmadığımız boyutta bir deniz ölümü, bir çevre felaketi yaşamaktayız.

Çevre Bakanı Murat Kurum, Marmara’yla kıyıdaş olan illerin belediye başkanları ve konunun uzmanlarıyla biraraya gelerek hazırladıkları “Marmara Denizi Eylem Planı”nı hemen uygulamaya koyarak, “Bir seferberlik anlayışı içinde, Türkiye’nin en büyük deniz temizliğini yapacağız” dedi. Bakan Kurum, “Bir afet yönetim planıyla üç yıl içinde Marmara Denizi’nin geleceğini kurtaracağız” diyor, ama uzmanlar enaz 5 yıllık bir çalışma gerektiğini belirtiyorlar. 

Özellikle Marmara Denizi’ni tehdit eden müsilajla üç ya da beş yıllık kararlı bir çalışma gerekiyor. Marmara’nın çevresindeki bütün atık boşaltım noktalarının rehabilite edilmesi gerekiyor. Öncelikle şunu bilmemiz gerekiyor; Marmara bir fosseptik çukuru değil, içinde canlıların yaşadığı doğa harikası bir akvaryumdur. 

MÜSİLAJ FELAKETİ NE ZAMAN BAŞLADI?

Bu felaketin başlangıcı yeni değil; 2007 yılında başlayan bu çevre felaketini ciddiye almamış olmanın sonuçlarını yaşamaktayız. Kimseyi suçlamayalım; bu felaketi kendimiz davet etmişiz. Deniz salyasının denizlerimizdeki canlıları boğacak boyuta ulaşmasını büyük bir umursamazlıkla seyretmişiz. Bu süreçte, müsilaj dediğimiz deniz salyası, yüzeyden derinliklere doğru giderek artan bir yoğunlukta,  denizlerimizdeki yaşamı olumsuz yönde etkilemiş, özellikle denizlerimizin derinliklerinde hareketsiz yaşayan canlı organizmaların ölmelerine neden olmuş. Deniz salyası denilen pis görünümlü bu oluşum, 20 metreyi aşan derinliklerde yaşayan hareketli ve hareketsiz canlılara hayat hakkı tanımıyor. 

Kısa bir süre önce gündemimize bomba gibi düşen müsilaj/deniz salyası canavarı, mavi derinliklerde büyük katliama neden olmaktadır. “Mavi vatan”ımızda yaşanmakta olan bu katliamın ne büyük bir çevre felaketine dönüşmekte olduğunu konunun uzmanı olan bilim insanlarımızın ve balıkadamlarımızın çektikleri görüntülerde çok net görebilmekteyiz. Yapılan açıklamalardan anlaşıldığı gibi, 2007 yılında başlayan bu felaketin nedenlerini ve olası sonuçlarını masabaşı açıklamardan değil, giderek boğulmakta, kararmakta olan mavi derinlerde müsilaj/deniz salyası ile bizzat kucaklaşan konunun uzmanı balıkadamlarımızdan dinlememiz gerekir. 

MUSTAFA AYDEMİR NE DİYOR?

Denizlerimiz, denizaltı mirasımız, deniz savaşlarımız denilince aklımıza ilk gelen isimlerden biri de ressam, araştırmacı, koleksiyoner, yazar ve uzman balıkadamı Mustafa Aydemir’dir. Mustafa Aydemir, 1982 yılında vatani görevini yaptığı sırada, 3 bin gönüllü asker ile 30 günde Erzincan'daki Keşiş Dağı'na, yalnızca doğal malzemeler kullanarak, uzaydan bile rahatlıkla görülebilen dünyanın en büyük Atatürk portresi nakşeden bir Mustafa Kemal sevdalısı. 

Mustafa Aydemir, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Kurucu Başkanı Prof. Dr. Turan Yazgan’ın konferans ve söylemlerini “Turan Yazgan- Fikirleri ve Eserleri” adıyla kitaplaştıran,  Antalyalı kahraman Topçu Yüzbaşı Mustafa Ertuğrul'un hayatını araştırarak 'Ben bir Türk Zabitiyim' belgesel eserini ortaya koyan, Anadolu’daki yüzlerce anıt ağacı fotoğraflayıp “Türkiye’nin Çınarları” adıyla kitaplaştırarak ebedileştiren, Bodrum’a bir Sualtı Müzesi kazandırılmasına büyük katkılar sağlayan  ressam, araştırmacı, yazar ve uzman bir balıkadamdır.

Mustafa Aydemir, son günlerde denizlerimizde yaşamakta olduğumuz müsilaj/ deniz salyası konusundaki görüş ve düşüncelerini sorduğumuzda şunları anlattı: 

“MÜSİLAJIN NEDENİ, ATIKLAR VE HOYRAT BALIK AVCILIĞIDIR”

“Müsilaj salgını yeni başlamadı. 1986 yılında Dalan zamanında Yenikapı’da deşarj istasyonu yapıldı. 55 metrede Marmara’ya salındı. Hesap, alttaki Akdeniz suyu akıntısı ile bu deşarjın Boğaziçi yoluyla Karadeniz’e taşınması üzerine idi. İlk salınım Prens Adaları ve Kapıdağ Yarımadası üzerinde patladı. Sular bulanıklaştı ve bir süre sonra balık malık kalmadı. Ve tabi ki arıtmalar çoğu kez maalesef çalıştırılmadı. Evsel atıklar, deterjanlar ve fabrikalardan akan zehir etkili kimyasallar işi daha da vahim bir hale soktu. Bunlar da yetmiyormuş gibi, yasak ve hoyrat avcılık balıkların besin zincirini bozdu.”

MÜSİLAJ STOKİN FITINASI GİBİ KONTROL EDİLEMEZ HALE GELDİ

“ …Müsilajın nedeni yalnızca kimyasal atıklar değil, bilinçsiz avlanmanın payı da var. Deniz kirliliğini önlemek adına alınan önlemler yeterli olmadı, zamanla Marmara bir foseptik çukuruna döndü. Çünkü, alınan önlemler doğrultusunda denize boşaltılan atıkların yarısı Karadeniz’e gittiyse de, gerisi Marmara’da kaldı. Buralar bizim sürekli dalış yaptığımız yerlerdi. Biz dalgıçlar bu cinayetlerin sualtından birebir tanığıyız. Gelişmeleri içimiz yanarak izledik, ilgilileri uyarmaya çalıştık.”

Bu musilaj aslında kötü bakterileri yiyen bir plankton idi. Kirlilik artınca aşırı üreyip kontrolden çıktı. Vücuda giren virüsle mücadele eden stokin nasıl bir fırtınaya dönüşüp kontrol edilemez hale gelir ve vücudun ölümüne neden olursa, müsilaj da bu stokin fırtınasının karşılığıdır. Acil önlemler almak uygulamak zorundayız. ”

AKARSULARIMIZ MARMARA’YA ZEHİR AKITIYORLAR

“…Avrupa, Karadeniz’e akan Tuna Nehri’nin kirliliğine ket vurdu. Bizim Ergene başta olmak üzere bütün akarsularımız Marmara’ya zehir akıtmayı sürdürüyor.

Dünyada 40-0 metre arasına ağ atmak yasaktır. Bizde zorla 24 metre oldu, uyan yok. Evim Sarıyer’de. Boğaziçinde bütün gırgır ve trol tekneleri gözümüzün önünde 7-8 metreye kadar ağ döküyor. Kimse denetlemiyor.

Marmara’nın dibi insafsızca taranıp besin zinciri baştan bozuluyor. Yasak ve vicdansız avcılık had safhada.

Hükümetin deniz kirliliğini önlemeye, Marmara’yı korumaya yönelik çok ciddi bir politikası olmalı. Ülkemizin üç yanı denizlerle çevrili. Yazık. Gerçekten çok yazık. Arıtmalar eksik. Olanların çok azı tam kapasite çalıştırılıyor. Söylenecek çok şey var.”

YILLARCA YANYANA, AMA BİRBİRİNEHASRET SEVGİLİLER GİBİ YAŞAYACAĞIZ

Uzmanlar, “Aman Marmara’dan uzak durun, sakın denize girmeyin” diyorlar. Mavi Marmara temizlenene, yeniden hayat bulanan kadar gözgöze yaşayan, ama elele tutuşamayan, birbirine sarılamayan sevgililer gibi yaşayacağız. Bu ceza, bizlere, denizlerin yalnızca sudan ibaret olmadığını öğretecek, hayatın suda başladığı gerçeğini hatırlatacaktır. 

NOT: Uzmanlar müsilajın 1986’da başladığını, büyük ölçüde bizim umursamazlığımızın sonucu olduğunu söylüyorlar, ama Marmara’dan geçiş yapan bütün gemilere kılavuz alma zorunluluğunu bir kez daha düşünmeliyiz.