Lübnan bölgemizin önemli bir ülkesidir. O nedenle, 2005’te, Başbakan Refik Hariri'nin bombalı bir suikaste uğramasının doğuracağı sonuçlar, hem Türkiye hem de bölgemiz açısından önemliydi.

2005 yılında Lübnan Başbakanı Refik Hariri’nin neden öldürüldüğünü, Hariri suikastine uzanan süreçte Lübnan’da ve Ortadoğu’da neler yaşandığını bilmeden, bugün Lübnan’da meydana gelen korkunç patlama sonrasında yaşananların gerçek hedeflerini bilmek mümkün değildir. Çünkü, bugün Lübnan’da yaşanalar, 2005’te Lübnan Başbakanı Hariri’nin katledilmesiyle başlayan ve Çin’in Yeni İpekyolu’nun hayata geçirilmesiyle boyut değiştirerek  genişleyen küresel egemenlik mücadelesinin devamıdır.

Olayların gelişmesine paralel olarak, ABD ile Fransa’nın çıkar çatışması yaşadıkları konulara, ABD’nin PKK/YPG’ye peşkeş çektiği Irak ve Suriye petrollerinin Lübnan üzerinden Akdeniz’e ulaştırılması konusu da ekleniverdi ki, bu gelişme Türkiye’yi yakından ilgilendirmektedir. 

Geçen gün Lübnan’ın Başkenti Beyrutt’ta meydana gelen ve 200 kişinin hayatını kaybetmesine, altıbinden fazla kişinin yaralanmasına yol açan korkunç patlama, ülkenin bütünüyle kaosa sürüklenmesine neden olmuştu. Beyrut sokaklarını Cehennem’e çeviren göstericiler, şiddetli patlamadan sorumlu tuttukları Cumhurbaşkanı Mişel Aun’u, Hizbullah Lideri Hasan Nasrallah’ı ve diğer yöneticileri istifaya çağırmışlardı. Başbakan Hassan Diab, halkı yatıştırabilmek amacıyla hükümetin istifa ettiğini açıkladı. Fakat Beyrutt’ta sular durulmuyor.

Başbakan Diab, televizyonda yaptığı açıklamada, “Bu patlama yaygın bir yolsuzluğun sonucudur. Yolsuzluk düzeni devletten daha büyük ve devlet bu düzenin esiri” diyordu, ama bu sözler, patlamanın gerçek nedenini açıklamıyordu. Cumhurbaşkanı Aun da, patlamaya altı yıldır Beyrut Limanı’nda tutulan 2750 ton amonyum nitratın neden olduğunu söylemiş, ama bu konuda uluslararası bir inceleme yapılması isteğine, “zaman kaybı” gerekçesiyle karşı çıkmıştı.

​​​​​​​

Peki Lübnan’da neler oluyor? 5,7 Km rıhtım uzunluğuna ve 1 milyon 200 metrekare alana sahip olan Beyrut Limanı’nda meydana gelen korkunç patlamanın ardından ülkenin karışmasının nedeni, yalnızca, yolsuzluklar ya da mezhep temelli yönetimde ısrar edilmesi midir?

Gerçek nedenler bunlar değilse, Lübnan’ın karışmasından kimler ne gibi bir çıkar umuyorlar?

Etnik yapısının karışıklığı nedeniyle, Lübnan halkı millet olamadı. Ülkesini savunacak bir milli güç oluşturmak yerine, her zor durumda, birilerinin gelip ülkelerini kurtarmasını beklediler. Acı, ama gerçek buydu.

​​​​​​​

2005’TE BAŞBAKAN HARİRİ’NİN ÖLDÜRÜLMESİ BİR BAŞLANGIÇTI

Hatırlayanlarınız olacaktır, 2005 yılında Lübnan Başbakanı Refik Hariri, yakınlarıyla birlikte bombalı bir suikast sonucunda öldürüldüğünde, “Hariri’yi Kim Öldürdü?” başlıklı dört günlük bir yazı dizisi yayınlamış, Beyrut’ta olan bitenin perde arkasını aydınlatmaya çalışmıştık. Daha sonra bu yazımızı, Lübnan’da benzer hareketlenmeler yaşandığında, güncel eklemeler yaparak yeniden yayınlamıştık.

Adı çok duyulmasa da Lübnan’ın, Ortadoğu denkleminde ayrı bir yeri vardır. Akdeniz’e kıyısı olan bu ülke, yakın bir zamana kadar, Fransa’nın Ortadoğu’daki arka bahçelerinden biriydi. O nedenle Fransa, özellikle ABD’nin, 2003’te Irak’ı işgal etmesinden sonra, bu ülkeyi kontrol altına almak ve bir fırsatını bularak buraya yerleşebilmek için fırsat kolluyordu. Bu nedenle de, tek kutuplu bir dünya düzeni kurma peşinde olan ABD ile sürtüşmeler yaşıyordu.

​​​​​​​

Tek kutuplu bir dünya düzeni kurma peşinde olan ABD ile, Çin’in Yeni İpekyolu Projesine güçlü destek veren ve bir Avrupa Ordusu kurma hedefinden asla vazgeçmeyen Fransa arasındaki çıkar çatışmaları bugün de giderek genişleyen bir yelpazede sürmektedir. Fransa, Çin’i, küresel ekonominin lideri yapmak üzere desteklerken, ABD de, Fransa’nın en büyük gelir kaynağı olan Afrika ile olan bağlantılarını koparmak, Avrupa Ordusu’nu kurmasını engellemek, Ortadoğu ve Doğu Akdeniz denklemi dışına savurabilmek için elinden geleni yapmaktadır.  

​​​​​​​

Olayların gelişmesine paralel olarak, ABD ile Fransa’nın çıkar çatışması yaşadıkları konulara, ABD’nin PKK/YPG’ye peşkeş çektiği Irak ve Suriye petrollerinin Lübnan üzerinden Akdeniz’e ulaştırılması konusu da ekleniverdi ki, bu gelişme Türkiye’yi yakından ilgilendirmektedir. 

İkisi de NATO üyesi olan ABD ile Fransa arasındaki köprüler Lübnan Başbakanı Refik Hariri suikastiyle dinamitlenmişti. Libya’nın “kurtarılması” sırasında da ABD ile Fransa arasında bir önalma yarışı yaşamış, Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy, diğer NATO üyelerinden önce davranıp, kendisini cumhurbaşkanlığı koltuğuna taşıyan Kaddafi’nin ülkesini bombalamış, köprü başlarını tutma yarışına girmişti. Fransa Libya’da kontrolü kaybederse, Afrika’yı bütünüyle kaybedeceğine inanıyordu. ABD, Bingazi’deki ABD Konsolosluğu'na düzenlenen saldırıda, ABD Büyükelçisi Chris Stevens’ın öldürülmesinden Fransa’yı sorumlu tutmuştu. (Stevens’ın son anlarında çekilen fotoğrafı, 20 Ekim 2011'de isyancılar tarafından öldürülen Libya eski diktatörü Muammer Kaddafi'nin hafızalara kazınan görüntüsünü akıllara getirmişti).

​​​​​​​

4 AĞUSTOS’TAKİ KORKUNÇ PATLAMA 2005’İN DEVAMI MI?

2005’te Lübnan Başbakanı Refik Hariri neden öldürülmüştü?

Bu sorunun doğru yanıtına ulaştığımızda, 4 Ağustos günü Beyrut’ta meydana gelen ve yüzlrce kişinin hayatını kaybetmesine, binlerce kişinin de yaralanmasına neden olan o korkunç patlamanın sırlarını da çözmüş olacağız.

Refik Hariri’nin öldürülme nedeni açıklanmamış olsa da, uluslararası ilişkiler uzmanları bu olayın perde arkasında yaşananları, Başbakan Hariri’nin ABD ile Fransa arasında yıllardır sürmekte olan çıkar çatışmasına kurban gittiğini net olarak biliyorlar.

Fransa Cumhurbaşkanı Jack Chirac ile Lübnan Başbakanı Refik Hariri’nin hazırladıkları ve Beşar Esad’ın Rusya’yı Suriye’ye davet etmesine benzer plan çok güzeldi ve uluslararası hukuka uygundu, ama evdeki hesap çarşıya uymadı. Planı öğrenen ABD istihbaratı, Başbakan Hariri’yi, 22 yakın arkadaşıyla birlikte havaya uçuruverdi. Başbakan Refik Hariri, uluslararası dengeleri etkileyebilecek bir büyük oyuna alet olmanın cezasını hayatıyla ödemişti.

BEYRUT LİMANI’NDAKİ PATLAMA BİLİNÇLİ VE CİDDİ BİR HAZIRLIK GETİRİYORDU

Beyrut’un Akdeniz kıyısındaki devasa büyüklükteki limanında meydana gelen ve Kıbrıs’tan bile duyulabilen o müthiş patlama, elbette bilinçli bir teknik hazırlık gerektiriyordu. Atom bombası patlamasını andıran o şokun arka planında, Lübnan’ın tarihi bağlantıları ve konjonktürel gelişmeler dikkate alındığında, ABD ile Fransa+küresel finans baronları+Çin çekişmesi kolayca görülebilmektedir.


LÜBNAN KAOSA SÜRÜKLENİYOR

Lübnan’da insanların siyasi, etnik ve dini reflekslerini kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaya çalışan güç odakları var. İnsanlar bunların tuzaklarına düşmemeye çalışıyorlar, ama tutunabilecekleri güvenli bir dalları yok. Siyasi, etnik ve dini kırılganlıklardan yararlanmak isteyen güç odaklarının toplum üzerindeki etkileri kırılmazsa, Lübnan’da suların durulmasını beklemek mümkün olmayacaktır.

Toplumsal bir bilinçlenme gerekiyor. Milletleşme konusunda genetik bir birikimleri olmayan toplumların, bir tehlike anında tek yürek olmaları, milletleşmeleri mümkün olamıyor. Bu nedenle patlamanın oluşturduğu korku ve panik havası toplumun bütün katmanlarını çok olumsuz etkiledi. Ülke dış müdahalelere daha açık bir duruma geldi/getirildi.

Oluşan panik havası, korona salgınının da etkisiyle, ülkenin ekonomisini çok olumsuz olarak etkileyecektir. Dünya genelinde 18 ülkenin ekonomisine yön veren Lübnanlı işadamları kendi ülkelerinin ekonomilerini toparlayamıyorlar. 18 ayrı fraksiyon olan Lübnan’da içsavaş sürerse, ülkenin parçalanması ve bölgeyi olumsuz olarak etkilemesi kaçınılmaz olacaktır.

​​​​​​​

LÜBNAN’A İLGİSİZ KALAMAZDIK, KALMADIK..

Bir bölgesel güç olarak Türkiye Lübnan sorununa ilgisiz kalamazdı. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay ve Dışişleri Bakanı Mevlut Çavuşoğlu, korona salgını ve Lübnan’ın genelinde yaşanan olumsuz gelişmelere rağmen Beyrut’a giderek yöneticilerle görüştüler ve her türlü yardıma hazır olduğumuzu söylediler. En ilgi çeken yardım teklifimiz liman yardımı olmuş.

Beyrut’ta insanlar daha önceki dört başbakanın yolsuzluklarından şikayet ediyorlar, ama istifa eden Başbakan Hassan Diab’ın teknokratlardan kurduğu hükümetin de ülkenin sorunlarına bir çözüm üretemediğinden yakınıyorlar.

​​​​​​​

LÜBNAN BAŞBAKANI SAAD HARİRİ’Yİ KİM, NEDEN REHİN ALMIŞTI?

Lübnan konusuna gösterdiğimiz ilgi nedeniyle, zaman zaman Türkiye’ye de çok ciddi mesajlar verilmişti. 2017 yılbaşı gecesi İstanbul’daki Reina adlı gece klübünde katledilen işadamlarının çoğu Lübnanlı işadamlarıydı.

Lübnan’ın kaderi, Refik Hariri’nin yerine oğlu Saad Hariri’nin başbakan olduğu dönemde de değişmedi. Lübnan’ı bir şekilde kontrol altına alma operasyonları yaşandı. Saad Hariri’nin, 2017 Kasım ayında, bağımsız bir ülkenin başbakanı olarak ziyaret etti Suudi Arabistan’da istifaya zorlanması, rehin tutulması, uluslararası hukuktaki tanımı ne olursa olsun, bağımsız bir ülkenin yönetimine el koymak demekti. Bu zorbalık, bir ülkeyi yönetim krizine, dolayısıyla kaosa sürükleyerek bir dış müdahaleye açık hale getirmekti.

Bu zorbalık, Ortadoğu’nun en kozmopolit ülkesi olan Lübnan’ı, postmodern yöntemle işgal etme girişimiydi. 2005 yılında da benzer bir olay yaşanmış, Riyad’da tehdit edilerek istifaya zorlanan Başbakan Saad Hariri’nin babası, dönemin Başbakanı Refik Hariri, düzenlenen bombalı bir suikast sonucunda, 22 yakınıyla birlikte hayatını kaybetmişti.  2017 Kasım ayında, Lübnan Başbakanı, Türk Telekom’un sahibi Saad Hariri, “Rehin değildim, baskı görmedim” dese de, ülkesine dönememesinin nedenini açıklayamıyordu. Lübnan, sonu belirsiz bir yola çıkmıştı..

Peki, 2005’te neler olmuştu; Türkiye’ye yansımaları nelerdir ve Lübnan düğümü nasıl çözülür?

Bu konuyu da yarın değerlendirelim..