LİBYA İŞGAL EDİLEMEZMİŞ!BUNUN ADI POSTMODERN İŞGALDİR!
M. Kemal SALLI
AÇIK BİR İŞGAL HAREKETİNİN BAŞLAMASI HALİNDE LİBYA HALKININ DİRENİŞ GELENEĞİNİN ŞAHLANACAĞI, YENİ "ÇÖL ASLANLARI" ÜRETİP İŞGALCİLERE KARŞI DİRENİŞ DESTANLARI YAZACAĞI KONUSUNDA CİDDİ ENDİŞELERİMİZ VAR. ÇÜNKÜ, ÇOK GÜÇLÜ BİR DİRENİŞ GELENEĞİNE SAHİP OLMASINA RAĞMEN, LİBYA HALKININ RUH HALİ VE ŞU AŞAMADAKİ DÜŞÜNCE PARAMETRELERİ, ÜLKESİNİN NERELERE SAVRULMAK İSTENDİĞİNİ KAVRAMASINA İZİN VERMİYOR. KÜRESEL EMPERYAL SİSTEM DE, DOĞRUDAN İŞGAL YERİNE, ÜLKEYİ KAOSA SÜRÜKLEYEREK DOLAYLI YOLDAN BİR POST MODERN İŞGALİ DAHA UYGUN BULUYOR.
Libya konusunda askeri müdahale seçeneğinin gündeme getirilmesi bizim de tüylerimizi diken diken ediyor, ama Osmanlı’nın dünkü Trablus, Bingazi ve Fizan sancaklarında olan bitenin vardığı noktayı göz önüne aldığımızda, kafamızı kemiren bir soruya da yanıt bulmakta zorlanıyoruz: bir ülke daha başka nasıl işgal edilir, nasıl parçalanır?
Libya halkı şu sıralar rüzgarlara kapılmış kuru yaprak misali savrulmaktadır. Ülkede devlet otoritesi kalmamıştır; Libya’nın bir kaos ortamına sürüklenmesini kim engelleyebilecektir? Özgürlük adına ayaklanan Libya halkı hangi liderin önderliğinde yürüyüp kaderini kendi yazma aşamasına ulaşabilecektir? Dördüncü haftasına giren Libya’daki ayaklanma, diktatörlerin saltanatlarını bırakmasıyla sonuçlanan Tunus ve Mısır’dan farklı bir süreç izliyor. Görünen o ki, Libya’nın geleceğinde Libyalılar arzuladıkları şekilde söz sahibi olamayacaklar.
“Libya halkı mutlaka toparlanacak, dış müdahaleye gerek kalmadan düzeni sağlayacaktır; Libya güçlü bir direniş geleneğine sahiptir” deniyor. Fakat, Libya’nın BM onayı ile NATO askerleri üzerinden küresel emperyal sistemin kontrolü altına alınması operasyonu başlatılsa bile, Libya halkının direniş geleneğinin şahlanacağını, yeni "Çöl Aslanları" üretip işgalcilere karşı yeni direniş destanları yazacağını söyleyemiyoruz. Çünkü, çok güçlü bir direniş geleneğine sahip olmasına rağmen, Libya halkının ruh hali ve şu aşamadaki düşünce parametreleri, ülkesinin nerelere savrulmak istendiğini kavramasına izin vermiyor. Dışarıdan bakanlar bile olan bitenin gerçek nedenlerini ve boyutlarını görmekte zorlanırken, ateş içindeki Libya halkının nasıl bir sonuca doğru sürüklenmek istendiğini net olarak görebilmesi mümkün değildir. Libya, doğrudan işgal edilmemiş olsa ile, Enver Sedat Mısır’ına benzer şekilde, Batı’nın yörüngesine oturtulmuştur. Brüksel’de Libya gündemiyle toplanan AB dışişleri toplantısında Fransa, Libya muhalefetinin doğudaki Bingazi’de kurulan Geçici Ulusal Konseyi de facto da olsa tanıma eğiliminde olduğunu açıkladı. Bu tanıma, Libya’daki diğer kabilelerin de bağımsızlık istemelerine yol açmayacak mıdır?
Bu saatten sonra Libya halkının işgalcilerle, ülkesinin “tatlı” petrollerine el koymak amacıyla harekete geçene küresel emperyal sistemle savaşması da kolay olmayacaktır. Libya halkının o destanlar yazan güçlü direniş geleneğinin bugün de aynı canlılıkta yaşadığına ilişkin çok ciddi endişelerimiz var. Çünkü o topraklar, Şeyh Ahmet Şerif es-Senusi’ler, Ömer Muhtar’lar yetiştirme konusunda, artık eskisi kadar verimli değil. ‘Kaddafi Libyalıların o çok güçlü direnme ruhunu öldürdü’ diyemesek bile, yaşatmayı başaramadığı bir gerçektir. ( Bu konuyu bir sonraki yazımızda daha geniş ele alacağız.)
Libya halkı, demokrasi, özgürlük uğruna başlattığı yürüyüş sonrasında kendini, hiç de arzulamadığı bir noktaya sürüklenmiş bulabilir. Libya, Cemal Abdülnasır sonrasındaki Mısır gibi, küresel emperyal sistemin bir uydu ülkesine dönüşebilir. Libya’nın şu an içinde bulunduğu durum, bu yöndeki operasyonun başarıyla sürdürüldüğünü göstermektedir.
Bu aşamadan sonra, Kaddafi’nin eski kimliği ile saltanatını sürdürmesi, Libya’yı bir bütün olarak koruyabilmesi çok zordur. Kaddafi son zamanlarda Libya’nın “tatlı” petrollerinin ve Akdeniz açıklarında bulunan yeni kaynakların işletilmesi konusunda Batılı petrol şirketlerine epey imtiyazlar tanımıştı. Bu imtiyazları istenen oranda yükselttiği takdirde Kaddafi’ye, belki bir son şans daha verilebilir, ama bu, 1.5 milyon kilometre karelik Libya’nın Osmanlı dönemindeki yönetim şekli paralelinde Trablus, Bingazi ve Fizan sancakları şeklinde birer devlet olarak bölünmesini engelleyemeyecektir. Çünkü, küresel emperyal sistemin, 11 Eylül İkiz Kuleler şoku eşliğinde Afganistan ve Irak’ın işgaliyle başlattığı 5 bin devletçikten oluşan ‘yeni dünya düzeni’ni hayata geçirme operasyonu, büyük bir kararlılıkla sürdürülmektedir. Libya’nın da işgalini ve Osmanlı dönemindeki sancakların (Trablus, Bingazi ve Fizan) birer devlete dönüştürülerek üç parsele bölünmesini hedefleyen Genişletilmiş Büyük Ortadoğu Projesi (GBOP), bu büyük operasyonun bir parçasıdır.
Küreselleşme rüzgarı ile “glasnost” ve “perestroyka” sloganları eşliğinde Sovyetler Birliği’nin parçalanması, ‘yeni dünya düzeni’nin ön hazırlıklarıydı. Bu hazırlık safhasının başarıyla tamamlanmasından sonra, “potansiyel terörist bataklığı” ilan edilen 26 Müslüman ülkeyi hedef alan Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) gündeme geldi. Çok geçmeden bu proje Kuzey Afrika’yı da kapsayacak şekilde genişletildi ve adına Genişletilmiş Büyük Ortadoğu Projesi (GBOP) denildi.
İşin ilginç tarafı, söz konusu ülkelere karşı düzenlenen operasyonlar kararlılıkla sürdürülürken, fincancı katırlarını ürkütmemek adına, hedef ülke halklarını uyandırmama adına, Batı medyasında, bu projelerin çoktan rafa kaldırıldığına ilişkin makaleler yayınlanıyordu. Acı, ama gerçek; bizim medyamız da, ya kolayına geldiği için ya da yönlendirilmeye açık yapılanmasından dolayı, bu yönde yayın yapıyordu. Peki, günümüzde Kuzey Afrika’dan Basra Körfezi’ne uzanan ve ‘halk ayaklanmaları’ ile çalkalanan coğrafya Genişletilmiş Büyük Ortadoğu Projesi (GBOP) coğrafyası değil mi? En son işgal edilen Libya GBOP’un kapsama alanı içinde değil mi?
Özgürlük adına ayaklanan halkların bir başka amacın piyonu olmamak için, çok bilinçli davranmaları gerekir.
OBAMA İLE CLİNTON, BİRBİRİYLE ÇELİŞİR GİBİGÖRÜNEN CÜMLELERLE AYNI ŞEYİ SÖYLÜYORLAR
Küresel emperyal sistemin Libya’nın “tatlı” petrollerini ele geçirme operasyonu büyük bir kararlılıkla ve de başarıyla sürdürülmektedir. Libya’ya askeri müdahale konusunda Başkan Obama’nın ve Dişişleri Bakanı Clinton’un birbirleriyle çelişirmiş gibi görünen açıklamaları, işgal sonrasında Irak’ta olan bitenlerden dolayı Amerika’ya büyük öfke duyan dünya kamuoyunun olası tepkilerini törpüleme çabalarıdır.
"Yeni Amerika Vakfı" adlı düşünce kuruluşunun uzmanı Romesh Ratnesar da Time dergisinde yayımlanan makalesinde, Libya’daki ayaklanmaların Kaddafi’nin kısa zamanda devrilmesini sağlamayabileceğini belirterek, "Washington'daki genel konsensüs, Libya'ya Batı’nın sınırlı müdahalesi bile kötü bir fikir olduğu yönünde. Bu krizi artırabilir, Arapların kızgınlığını canlandırabilir ve isyancıların emperyalistlerin araçları gibi algılanmasına neden olabilir" diyor. Yani, “askeri müdahale konusunda aceleci olursak foyamız meydana çıkabilir; operasyonu zamana yayalım” demek istiyor.
Büyük oranda küresel petrol şirketlerinin kontrolü altında olan Batı medyasında dünya kamuoyunu Libya’nın işgaline hazırlayan haber ve yorumlar yayınlanmaktadır. Libya’ya müdahale konusunda ABD yönetiminin kafası karışık mesajları veriliyor, ama ABD 6. Filo’suna ve İngiliz donanmasına ait savaş gemileri Libya açıklarında bekleyip duruyor. Girit’teki üslerden Libya’ya her tür mühimmat taşınıp duruyor. Kaddafi’nin kontrolü altındaki iki kent dışında Libya yol geçen hanından farksız. Ülkenin doğusunda giren çıkanı devlet güçleri değil, Bingazi’de Geçici Ulusal Konsey adı altında örgütlenen “isyancılar” denetliyor. “Peki, ama isyancıları kim denetliyor?” sorusunun net bir yanıtı var mı?
“ABD LİBYA’YI İŞGAL ETMEK ZORUNDA”
Kaddafi yalnızca iki kenti kontrol altında tutabiliyor. Ülkenin büyük bir bölümü devlet kontrolünden kopmuştur; dolaylı yoldan işgal edilmiş durumdadır. İngiliz Kraliyet Ordusu’ndan yapılan açıklamada, 3. Tugay’dan 600 kişilik bir birliğin, emir verilmesi halinde, Kuzey Afrika’da herhangi bir bölgede müdahaleye hazır halde beklediği ifade edildi. Müdahale konusunda İngilizler yalnız değil, ABD Akdeniz Kuvvetleri de Girit üssünde hazır bekliyorlar. Libya’daki son duruma ve hazırlıkların ulaştığı aşamaya bakıldığında, “müdahale olacak mı, olmayacak mı?” tartışmasının ne kadar yersiz olduğu açıkça görülüyor. 9/11 sonrasında Irak nasıl işgal edilip, Osmanlı dönemindeki yönetim biçiminde olduğu gibi, Musul, Bağdat ve Basra olarak üçe bölündüyse, Libya’nın da, yakın bir gelecekte, “Libya’nın toprak bütünlüğüne saygılıyız” söylemleri eşliğinde, Trablus, Bingazi ve Fizan olarak üçe bölünme sürecine sokulma olasılığı oldukça yüksektir.
Önceki ABD Başkanı George Bush'un özel danışmanlarından David Frum, CNN'in internet sitesinde yayımlanan makalesinde, Kaddafi'nin iktidardan ayrılmasının yalnızca insan hakları ve Libya halkının özgürlüğü için değil, Ortadoğu'nun istikrarı ve Amerika'nın bölgedeki güvenilirliği için de gerekli olduğunu savunuyordu. ABD'nin Ortadoğu'daki tüm dostlarının ya iktidarı kaybettiğini ya da şu an o riski taşıdığını belirten Frum, buna karşın ABD'nin "düşmanı" olan İran'da mollaların, Lübnan'da Hizbullah'ın ve Filistin'de Hamas'ın hala güçlü olduğunu, bu nedenle ABD'nin Libya'ya "müdahale etmek zorunda olduğunu" belirtiyordu. Başkan Bush döneminde, İkiz Kuleler şoku eşliğinde “Haçlı Seferleri başladı!” çığlıklarıyla başlatılan operasyonların aynı heyecanla sürdürüldüğü açıkça görülüyor. Operasyonların başarı şansı, operasyona konu olan ülkelerdeki insanların “büyük oyun”u görebilme yetenekleriyle doğru orantılıdır.
Balkanlarda olduğu gibi Ortadoğu’da da Osmanlı’nın rolünü çalan “küresel aktör”, I. Dünya Savaşı sonrasında oluşturduğu ve II. Dünya Savaşı sonrasında revize ettiği Ortadoğu haritasındaki değişiklikleri de yeterli bulmamış olacak ki, II. Abdülhamit dönemindeki denenmiş yönetim biçimine dönmektedir: Trablus, Bingazi ve Fizan.devletlerinin akşamdan sabaha ilan edilmesini beklemek safdillik olur. 10 yıl, 20 yıl, hatta 100 yıl bir millet hayatında uzun bir zaman dilimi değildir.
Küreselleşme sürecinde küresel emperyal sistemin çıkarları doğrultusunda şeffaflaştırılan ülke sınırları, küresel krizin narkoz etkisi altında 5 bin devletçikten oluşan bir dünya haritası oluşturacak şekilde yeniden çizilmektedir. Yugoslavya’dan, Sovyetler Birliği’nden yeni yeni devletçikler oluşturuldu. 9/11 sonrasında Afganistan ve Irak’ın işgaliyle sıra GBOP coğrafyasına geldi. Unutmamız gereken gerçek, I. Dünya Savaşı öncesinde asıl hedef Osmanlı coğrafyasıydı. Günümüzde, ‘yeni dünya düzeni’ni hayata geçirme bağlamında halk ayaklanmaları şeklinde izlenen operasyonlar, eski Osmanlı coğrafyasında sürdürülmekte. Bu tsunami nerelere ulaşır, düşünmek gerek..
Yorumlar