LÂDİK’Lİ AHMED AĞA!... (4)
Kore, vaktiyle Orta Asya Büyük Türk Hâkanlığı ile Cengiz İmparatorluğu’nun hudutları dahilindeymiş. 1392-1910 yılları arasında, Yi Hanedanı hüküm sürmüş ve Çin İmparatorluklarına bağlı krallar tarafından  yönetilmiş, 1910’larda Japonya’nın müstemlekesi haline gelmiş, 1945’lerde, Japonya’dan bağımsızlığını kazanmış fakat bu kerre’de Güney Kore ve Kuzey Kore olarak ülke ikiye bölünmüştür.
1946 yılında Sovyetler Birliği’nin müdahalesiyle Kuzey Kore’de komünizm ilân edilmiştir.
Güney Kore’yi Amerika, Kuzey Koreyi’de Çin desteklemeye başlayınca, İkinci Cihan Harbi’nden sonra, mini bir dünya savaşı, büyük çapta bir Kore Savaşı patlak vermişti.
İkinci Cihan Savaşı’ndan sonra, Yalta Konferansında, Amerika ile Rusya dünyayı resmen ikiye bölmüşler, yarısı Amerika’nın nüfusuna, yarısı da Sovyetler Birliği’nin tahakkümüne bırakılmıştı.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, İkinci Cihan Harbi’ne katılmamıştı. Böylece bu harbin gâlipleri, mağlupları arasında değildi. Ne var ki Demir Perde’nin gerisine tahakküm eden, Sovyetler Birliği’ne komşuydu.
2. Cihan Harbi’ni ta’kip eden yıllarda, Amerika, Kanada, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, İspanya, Portekiz, Danimarka ve Norveç gibi ülkeler kendi aralarında bir Savunma İttifakı, Nato’yu kurdular. Nato’ya dâhil, bu ülkelerin hemen hemen tamamının rejimlerinin demokratik olmasıydı. Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulduğundan i’tibâren, 27 yıl süre ile Tek Parti Mütegallibe ve diktatörlükle idare edilmişti. 14 Mayıs 1950 Genel Seçimlerinin neticesinde, iktidar el değiştirmiş, Millî Şef gitmiş, yerine bir başkası Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin hür idaresiyle Cumhurbaşkanı seçilmişti.
Batı dünyası, Türkiye’deki demokratik gelişmeleri tereddütle karşılıyordu. Diğer taraftan, kuzey komşumuz, Sovyetler Birliği, nezdindeki Türkiye Büyükelçisine bir nota vererek, Vilâyât-i Selâse denilen, Ardahan, Iğdır ve Kars’ı istiyor, bununla da yetinmiyor, Boğaz’larda, İstanbul ve Çanakkale, Montrö Antlaşmasını tanımadığını, Boğaz’lardan, askerî gemiler de dâhil, serbest ve kontrolsüz geçiş hakkı istiyordu.
Türkiye her ne kadar İkinci Cihan Harbi’ne katılmamışsa da, Balkanlar’ın, Balkan Harbi’nin Çanakkale’nin, Çanakkale Savaşlarının, Birinci Cihan Harbindeki diğer muharebelerin yaralarını sarabilmiş değildi. Millet fakir, yoksul, devlet fakir, yoksul, çâresizdi.
Sovyetler Birliği’nin tehdidi adetâ, “Kurt’un Kuzu’ya Suyumu Bulandırıyorsun” tavrı gibiydi.
Türkiye zor durumdaydı, demokrasi geçmişi bulunmadığı için, Savunma İttifakı Nato’ya doğrudan müracaat edemiyordu.
İki Kore arasında, 32. Paralel sınırdı. Kuzey Kore, Kızıl Çin ve Sovyetler Birliği’nin desteğiyle 32 paraleli geçti ve Güney Kore topraklarında ilerlemeye başladılar. Birleşmiş Milletler’in çağrısı üzerine, başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere 20 devlet Güney Kore’ye asker gönderdi.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti de, Nato’ya girme ümidiyle, “Hür dünya’nın yanında yer almalıyız” sloganıyla, devrin Demokrat Parti Hükûmeti, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden Kore’ye birlik gönderilmesi için salâhiyet aldı.
Kore’ye gönderilecek Birliğe dâhil askerler genelde gönüllülük esasıyla seçilmişlerdi. Türk Milleti’nin, Türk Ordusu’nun hamâseti kabarmıştı. Gittikleri yerin Kore olduğunu bile hiç düşünmeden, “Biz, Asâkir-i Mansur-u Muhammedî’yiz, nasıl olsa orada da, ‘Allah, Allah, Allah!’ diye hücum etmeyecek miyiz” diyor, hemen hemen her asker Kore’ye gönüllü gitmek istiyordu.
Birleşmiş Milletler’in da’veti üzerine Kore’ye asker gönderme kararı, aslında tamâmen siyâsî bir karardı. Günün konjöktörü icabı Kore’ye asker gönderilmeli miydi, yoksa gönderilmemeli miydi? Bu husus tartışılabilinir. Zâten o yıllarda çok da tartışılmıştır. Ancak, sâik ne olursa olsun, Kore’ye giden askerler, Kore’ye “İlâ-i Kelimetü’llâh” için gitmiş, “Asâkir-i Mansur-u Muhammedî’dir. Ölenleri Şehâdet mertebesine hayatta kalanlar da Gazî’lik unvanına erişmişlerdir.
Bundan sonraki anlatacağımız, olağanüstü durumlar için öncelikle bu hususun altının çok kalın, kırmızı bir çizgi ile çizilmesi gerekiyor.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Tuğgeneral Tahsin Yazıcı Kumandasında, Kore’ye bir Tugay büyüklüğünde asker gönderdi.
Birleşmiş Milletler şemsiyesi altında, Hür Dünya’dan 20 ülkenin askerleri Güney Kore askerleriyle birlikte Kuzey Kore ordusunu püskürtünce, Çin Ordusu, daha büyük kuvvetlerle taarruza geçti. Çin Ordusu, adetâ, Ye’cücü me’cüc gibi yada “Cerad-i Münteşir,” bütün dünyayı istilâ etmiş çekirge sürüleri gibi cephenin her bir tarafından saldırıyordu. Arazide her ağacın arkasında bir Çin’li asker, her taşın altından bir Çin’li asker çıkıyordu.
Tuğgeneral Tahsin Yazıcı Komutasındaki Türk Tugayı, Kore’de, Mançurya sınırında vazife yapıyordu. Mançurya sınırında, Türk Tugayından başka, iki Amerikan ve bir de Güney Kore Kolordusu vardı. 26 Kasım 1950 gecesi, Çin Ordusu bütün cepheden müttefiklere taarruz ettiler. Müttefik’ler, ric’at, geri çekilme kararı aldılar. İki Amerikan Kolordusu ile bir Güney Kore Kolordusu ric’at ederken, Türk Tugayı’nın geride kalıp kendilerini koruma görevi yapmasını istediler, Amerikan Kolorduları ile Güney Kore Kolordusunun selâmet’le ric’atlerini sağlayan Türk Tugayı, Kunûrî’de, Sinnimini Köyünde, ateş gücü çok yüksek Çin Tümeni tarafından kuşatıldı. Yer gök ateş olmuş Türk Tugayı’nın üzerine yağıyordu.
“(Ey mü’minler!) Yoksa siz, sizden önce gelip geçenlerin başına gelenler size de gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız. Fakirlik ve sıkıntı onlara öylesine dokunmuş ve öylesine sarsılmışlardı ki, nihâyet Peygamber ve beraberindeki mü’minler, Allah’ın yardımı ne zaman! dediler. Bilesiniz ki, Allah’ın yardımı yakındır.” (Bakara 2/214)
Kore’deki Türk Tugayı, Asâkir-i Mansur-u Muhammedî, öylesine sıkıştı ve öylesine sarsılmıştı ki, Lisân-ı Halleriyle, “Allah’ın yardımı ne zaman!” diyorlardı.
Ve Allah’ın yardımı yetişti.
Sahib-i Zaman, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil, Müceddid, Medâr Mürşid’in emrindeki, sadece, onun emri ve izniyle hareket eden, Ricâlü’l-Gayb, yeryüzündeki, “Cündu’l-llâh”, “Cünûd-ü İlâhî” İlâhî askerler, Allah’ın askerleri onların imdadına yetişti.
Ricâl-i Gayb, Ricâl-i Ma’neviyye’den, Lâdik’li Ahmed Ağa ve komşu köyden bir başka arkadaşı, o anda Sahib-i Zaman’dan emir almışlar, diğer Rical-i Ma’neviyye ve Ricâl-i Gayb ile birlikte “Kore’ye gidiniz, sıkışık durumdaki Türk askerlerini ateş çemberinden çekip alınız.”
Lâdik’li Ahmed Ağa, kuyunun başında öküzlerini sulamakta olan arkadaşına “emir ver, hemen Kore’ye gidiyoruz,” demiş, arkadaşı, Ahmed Ağa, görüyorsun burada öküzleri suluyorum. Evde de ocağa çorba koymuşum, çorba’nın da kaynaması lâzım. Biraz vakitlice gitsek olmaz mı?”
Ahmed Ağa, “Yo yo” demiş, “Çorban ocakta kaynaya dursun, öküzler de sularını içe dursunlar. Senin çorban kaynamadan, öküzler sularını bitirmeden gider-geliriz,” demiş...
Tayy-i Mekân ve Tayy-i Zaman ile “Tarfete Ayn”, Âdetüllah’da, biz beşerlere mahsus, zaman ve mekân mefhumu ortadan kalkmış, bir lahzada, göz açıp-yumuncaya kadar bir zaman diliminde, Güney Kore’de Kunûrî’de Sinnimini Köyündeler...
Ahmed Ağa’nın elinde bir çoban çomağı, arkadaşının elinde de ucu nodullu üvendire... Silah, filan hat getire!
Diğer Ricâl-i Ma’neviyye ve Ricâlü’l-Gayb ile birlikte, Allah’ın yardımına da mazhar olarak, Türk Tugayı’nı ateş çemberinden, hiç zâyiat vermeden alıp çıkarmışlar.
Türk Tugayı’nın hiç zâyiat vermeden Çin Ordusunu yarıp, ateş çemberinden çıkması, bütün dünya’da büyük ma’kes buldu. Amerikan Başkanı, radyo ve televizyondan Amerikan halkına seslendi. Türk Milleti’nin, Türk Ordusu’nun kahramanlığını anlattı. Ayrıca, Türk Tugayı’nı üstün hizmet ve üstün başarı ödülü olan Amerikan’ın en büyük nişanı ile taltif etti. Hür Dünya, Türk Milleti’nin ve Türk Ordusu’nun kahramanlığından haftalarca bahsetti.
Ahmed Ağa, arkadaşı ve diğer bütün Ricâl-i Gayb ve Ricâl-i Ma’neviyye, vazifelerini tamamlayıp yerlerine döndüler.
Ahmed Ağa’nın dediği gibi, arkadaşının öküzleri hâlâ sularını içiyordu. Ocak’taki çorba da henüz pişmemişti, yeni yeni kaynamaya başlamıştı.
Kore ile alakalı olarak, hemen hemen Kore Tugayı’ndaki bütün General, Subay, Astsubay, Erbaş ve Er’lerin şahîd olduğu bir başka olağanüstü hal vardır ki, bir başka yazıda mutlaka anlatılmalıdır.
Lâdik’li Ahmet Ağa’nın, köylülük, çobanlık, halk’tan birisi perdesi altında anlattıkları ba’zı çevrelerce fevkalâde yanlış bir mecraya sevkedilmiştir. Artık, bu hususun da vuzuha kavuşturulmasının zamanı gelmiş geçmiştir.
Ahmed Ağa, nasıl ki, Sahib-i Zaman’ın emir ve izniyle, ba’zı şeyleri açıklamış ise, Ahmed Ağa’nın yaşadığı yıllarda ve hâlen, Sahib-i Zaman, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil, Müceddid ve Medâr Mürşid kimdir? Açıklanması bizim boynumuzun borcudur...