“Elif. Lâm. Râ. Bunlar apaçık Kitab’ın âyetleridir. Anlayasınız diye biz onu Arapça bir Kur’ân olarak indirdik.” (Yûsuf 12/1,2) “Ve böylece biz onu, Arapça bir hüküm (hikmetli bir söz) olarak indirdik. Eğer sana gelen bu ilimden sonra, onların arzularına uyarsan, (işte o zaman) Allah tarafından senin ne bir dostun ne de koruyucun vardır.” (Râd 13/37) “Şüphesiz biz onların; “Kur’ân’ı ona ancak bin insan öğretiyor” dediklerinizi biliyoruz. Kendisine nisbet ettikleri şahsın dili yabancıdır. Halbuki, bu (Kur’an) apaçık bir Arapçadır.” (Nahl 16/103) (Müşrikler, insanları şüpheye düşürmek ve onların kalplerini çelmek maksadıyla, Kur’ân’ı Peygamber’e Rum ve Hıristiyanlık inancına mensup Cebrâ veya Yeis adında bir köle’nin öğrettiğini ileri sürdüler. Halbuki, köle, Rûm olduğu için, Arapçayı doğru-dürüst bilmiyordu. Kur’ân’ın fesahat ve belâgatı karşısında ise, bütün Arap edipleri hayretlerini gizleyememişlerdi. Kur’ân indikten sonra, Kâ’be duvarında askıda bulunan en üstün şiirlerini bile askıdan almışlar ve “Kur’ân varken bu şiir askıda kalamaz” diyerek, Kur’ân’ın üstünlüğünü i’tiraf etmişlerdi. Arapça’yı doğru-dürüst bilmeyen yabancı bir köle böyle üstün bir eser meydana getirebilir miydi? Elbetteki hayır. İşte yukarıdaki âyet onların bu tutarsız iddialarına cevap vermektedir.” “(Resûlüm!) Biz onu böylece Arapça bir Kur’ân olarak indirdik, onda ikazları teker teker açıkladık. Umulur ki, onlar (bu sâyede günahtan) korunurlar, yahut da o (Kur’ân) kendileri için bir ibret ortaya koyar.” (Tâhâ 20/113) “Muhakkak ki o (Kur’ân) âlemlerin Rabbinin indirmesidir.” (Resûlüm!) onu Ruhu’l-Emîn (Cebrail) uyarıcılardan olasın diye, apaçık Arap diliyle, senin kalbine indirmiştir.” O, şüphesiz daha öncekilerin kitaplarında da vardır.” (Kur’ân’ın Hazret-i Muhammed’e indirileceği, yahut da Kur’ân’ın manası, özü ve ana prensipleri önceki hakk kitaplarda da vardı. Bu âyet’lerle her ikisi anlatılmış olabilir.) “Biz onu Arapça bilmeyen birisine indirseydik de, bu onlara o okusaydı, yine ona iman etmezlerdi.” (Şuarâ 26/192, 193, 194, 195, 196, 197, 198, 199, 200, 201) “Korusunlar diye, pürüzsüz Arapça bir Kur’ân indirdik.” (Zümer 39/28) “Hâ.Mîm. (Kur’ân) rahmân ve rahîm olan Allah katından indirilmiştir. (Bu,) bilen bir kavim için, âyetleri Arapça okunarak açıklanmış bir kitaptır. Bu kitap müjdeleyici ve uyarıcıdır. Fakat onların çoğu yüz çevirdi. Artık dinlemezler.” (Fussilet 41/1,2,3,4) (Üçüncü Âyet-i Kerime’de geçen “Fussilet” (açıklanmıştır) kelimesi şu şekilde izah edilmiştir; a) Kur’ân’ın hükümleri, kıssaları mevi’zeleri açıkça beyan buyrulmuştur. b) Lâfzı i’tibâriyle fâsılaları Sûrelerin evvel ve âhirleri ayırt edilmiştir. c) Manası i’tibâriyle vaad’ları tehditleri, kıssaları, hükümleri, misalleri, öğütleri... Ayrı ayrı belirtilerek açıklığa kavuşturulmuştur.) “Şehir’lerin anası (olan Mekke’de) ve onun çevresinde bulunanları uyarman ve aslâ şüphe olmayan toplanma (Haşr) günüyle onları korkutman için, sana böyle Arapça bir Kur’ân vahyettik. (İnsanların) bir bölümü cennette, bir bölümü de çılgın alevli cehennemdedir.” (Şûrâ 42/7) (Kur’ân Mekke halkına ve yeryüzündeki bütün insanlara indirilmiştir. Mekke içinde Kâ’be ve Makam-ı İbrâhim bulunduğu için şanı büyük bir şehir’dir. Âyette kıyâmetin korkunç durumu ve insanların cennetlikler ve cehennemlikler olarak ikiye ayrılacakları açıklanmıştır.) “Hâ.Mîm. Apaçık kitaba andolsun ki, biz, anlayıp düşünmeniz için onu Arapça bir Kur’ân kıldık. O katımızda bulunan Ana Kitap’ta (Levh-i Mahfuz’da) mevcut, yüce ve hikmet dolu bir kitap’tır. Siz, haddi aşan kimseler oldunuz diye, sizi Kur’ân’la uyarmaktan vaz mı geçelim?” (Zuhruf 43/1,2,3,4,5) (Şanı yüce olan Kur’ân, i’caz vasfıyla diğer kitap’lar’dan daha yücedir. Çünkü belâgatı en üstün mertebeye ulaştırmış, ayrıca bütün geçmiş kitap’ların hükümlerini ortadan kaldırmıştır.) “Ondan önce de bir rahmet ve rehber olarak Musa’nın kitabı vardır. Bu (Kur’ân) da, zulmedenleri uyarmak ve iyilik müjde olmak üzere Arap lisanıyla indirilmiş, doğrulayıcı bir kitap’tır.” (Ahkâf 46/12) (Âyet, Kur’ân’dan önce Tevrat’ın var olduğunu, Kur’ân’ın kendinden önceki kitap’ları ve Tevrat’ı doğrulayıp tasdîk ettiğini ifade etmektedir.) KUR’ÂN-I KERİM MU’CİZDİR: “Eğer kulumuza indirdiklerimizden herhangi bir şüpheye düşüyorsanız, haydi onun benzeri bir sûre getirin. Eğer iddianızda doğru iseniz, Allah’tan gayri şahid’lerinizi (yardımcılarınızı) da çağırın.” Bunu yapamazsanız-ki, elbette yapamayacaksınız- yakıtı insan ve taş olan cehennem ateşinden sakının. Çünkü o ateş kâfirler için hazırlanmıştır.” (Bakara 2/23/24) “Bu Kur’ân Allah’tan başkası tarafından uydurulmuş bir şey değildir. Ancak kendinden öncekini doğrulayan ve o kitabı açıklayandır. Onda şüphe yoktur, o âlemlerin Rabbındandır.” “Yoksa, onu (Muhammed) uydurdu mu diyorlar? De ki; Eğer sizler doğru iseniz, Allah’tan başka, gücünüzün yettiklerini çağırın da (hep beraber) onun benzeri bir sûre getirin.” (Yûnus 10/37, 38) “Yoksa, “Onu (Kur’ân’ı) kendisi uydurdu” mu diyorlar? De ki; Eğer doğru iseniz, Allah’tan başka çağırabildiklerinizi (yardıma) çağırın da siz de onun gibi uydurulmuş olan sure getirin.” (Hûd 11/13) (Bu meydan okumanın Arapça’yı en güzel bir şekilde kullananlara yöneltilmesi dikkat çekicidir. Daha sonraki inen âyet-i Kerime’lerle bu miktar üç âyete kadar indirilmesine rağmen onlar buna da cesaret edememişler ve kılıçla karşılık vermek zorunda kalmışlardır. Bu netice, Kur’ân’ın Allah Kelâmı olduğunun büyük bir delilidir.) “De ki; Andolsun, bu Kur’ân’ın bir benzerini ortaya koymak üzere insü cin bir araya gelseler, birbirlerine destek de olsalar, onun benzerini ortaya getiremezler.” “Muhakkak ki, biz, Kur’ân’da insanlara her türlü misâli çeşitli şekiller’de anlattık. Yine de insanların çoğu inkâr’cılıktan başkasını kabullenmediler.” (İsra 17/88,89) (Müfessirler, bu âyette insan’lara çeşitli şekiller’de açıklandığı bildirilen “misâl”in “mânâ” anlamına geldiğini söylemişler, ayrıca hükümler, vaad, sakındırma ve geçmiş kavimlerin kıssa’ları gibi anlamlara gelebileceğine de işaret etmişlerdir.)