28 Aralık 2007 tarihinde bu sütunlarda neşredilen yazımızda "Aziz milletimiz yurtdışından-yurtiçinden bu vakıf-derneklere büyük teveccüh göstermiş, yapılan bağışlar yüzbinleri bulmuştur. Bilindiği gibi kurban kesimi Kurban Bayramı'nın birinci günü Bayram Namazından sonra başlar, Kurban Bayramı'nın üçüncü günü, gün batımına (kerahet vaktinin girişine) kadar devam eder. Bu günler dışında kesilen kurbanlar vâcip kurban yerine geçmez, ya nafile kurban olur yada kasaplık et hayvanı!." demiştik... Cihet-i Askeriyye'deki büyük bir vakfımız Kurban Bayramı'nda yapılan kurban bağışları ile alâkalı olarak günlük gazetelere bir teşekkür ilânı vermiştir. Vakıf bu ilanda, "Vatandaşlarımız geçtiğimiz Kurban Bayramı'nda toplam 181.550 adet vekâleten kurban bağışında bulunmuşlardır. Bu bağışların 18.900 adedi bağışçılarımızın kurbanlarının kesimini istememeleri nedeniyle kesilmemiş bağış bedelinin tamamı vakıf yardım plânına dahil edilmiştir. 162.650 adedi için ise dinî vasıflara uygun kurbanlıklar temin edilmiş ve bu kurbanlıkların kesim işlemleri bayramın ilk üç günü içerisinde Adana, Ankara, Çorum, Diyarbakır, Elazığ, Erzurum, Gaziantep, Kayseri, Malatya ve Şanlıurfa illerindeki modern kesimhanelerde vakıf personeli ve noter huzurunda veteriner hekim denetiminde ve din görevlisi nazaretinde tamamlanmıştır." Cihet-i Askeriyye Vakfı'nın bu ilânı vermesi en azından sorumluluk duygusunun ve bağışçılara gösterilmesi gereken saygının bir ifadesidir. Ancak 160 binden fazla hayvanın üç gün içerisinde dinî vecibeler yerine getirilerek kesilmesindeki zorluklar bu husustaki tereddütleri izâle edememiştir. Diğer taraftan yaklaşık 19 bin vatandaşımızın-ki bunların çoğu muhtemelen yurtdışından olmalıdır- kesilmemek kaydıyla "Kurban Bağışında" bulunması cidden düşündürücü ve çok tehlikeli bir gelişmedir. Şöyle ki, mâlî mükellefiyetler ve ibâdetler illâ bir şekilde derecelendirilecek olursa; 1- Müslüman bir kimsenin zengin-fakir olup-olmadığına bakılmaksızın, nafaka ile memur bulunduğu kimseler ki, bunlar usûl ve füruğ olarak da adlandırılan, babası, annesi, dedesi, yukarıya ne kadar giderse gitsin dedeleri... kendi neseplerinden gelen oğulları, kızları, torunları ne kadar aşağı inerse insin, torunlara ve ahfad'a, infaka mecburdur. "Ben kendim zengin değilim ki, onlara yardım edeyim," deme hakkına sahip değildir. Yukarıda zikri geçen yakınlarına mutlaka yardım edecek, bir lokmasını bile gereğinde paylaşacaktır. 2- Zekât, dînen zengin sayılan zekât nisabına mâlik olan Müslümanların vermekle mükellef oldukları, mutlakâ vermeleri gereken, hattâ kasten zekatını vermeyenlerden gerekirse cebren alınması gereken bir mâlî ibâdettir. 3- Misâfir olmayan, âkıl ve bâliğ, kurban kesebilecek mâli güce sahip Müslümanların Kurban Bayramı'nda kurban kesmeleri-sahip oldukları hayvanın kanını Allah adıyla ve Allah rızası için akıtmaları, Hanefî ekolüne göre vâcip, diğer Ehl-i Sünnet mezheplerine göre de Sünnet-i Müekke'dedir. Yalnız ibadetlerde farz olması, vâcip olması, Sünnet-i Müeke'de olması keyfiyeti, Avam-ı Nas için herhangi birşey ifade etmez, bu husus delilden hüküm istinbât eden, delilleri değerlendirecek hüküm koyan müçtehidlerin işidir. Bize göre vâcip ve Sünnet-i Müekke'de olan ibâdetler de itikaden farzlar gibi amelî farzlardır, mutlaka yapılması gereken ibâdetlerdir. Yapılmaması halinde bu dünyada takbih ve ta'zire, âhirette ise azaba sebebiyet verirler. Nitekim sevgili Peygamberimiz, bir Hadis-i Şeriflerinde; "Gücü yettiği halde kurban kesmeyenler bizim camilerimize yaklaşmasınlar," buyurmuştur. Kesilmemek kaydiyle "Kurban Bağışı'nda bulunmak üzerine kurban kesmek vâcip olan birisinin bu amelî, farzı terk ederek nâfile sadaka vermesi gibi bir durum meydana çıkmaktadır. Zekat ve kurban borçlusu birisinin kat'î farzı ve amelî farzı terk ederek nâfile sadaka vermesi her ne kadar câiz ise de nâfile sadaka vermemesi durumunda ne bu dünyada tabih edilir, ne de öbür âlemde azaba tâbi tutulur, halbuki farzın ve vâcibin terki hem bu dünyada takbih edilir, hem de öbür âlemde azaba gerektirir. Kurban kesmemek kaydiyle vakıflara-derneklere teberruda bulunanlar belki de bu amellerinin karşılığı sevap kazanacaklardır, ancak vâcip olan-Amelen farz-kurbanı kesmedikleri için hem bu dünyada takbiha, hem ahirette azaba düçâr olacaklardır. Bu Müslümanları kesilmeme kaydiyle "Kurban Bağışı"na sevk eden amiller nelerdir? Akla gelen ilk şık, "bu kadar çok miktarda kurban bağışı yapılan bu vakıf ve dernekler nasıl olsa hepsini kesemezler, sembolik olarak bir kısmı kesilir, diğer büyük bir bölümü vakfa-derneğe irad kaydedilir. Öyleyse bu vakıf ve derneklerin mensuplarını biz rahatlatalım, kendileri için manevî bir baskı oluşmasın," diye düşünmüş olabilirler. Ya da Fırak-ı Dâlle'den kimi ilâhiyatçı hocaların yıllardır devam ettirdiği "Kurban bir sadakadır, illâ zavallı hayvanı kesmek gerekmez, bedelini sadaka olarak vermeniz yeterlidir," tarzındaki telkinleridir. Eğer kurban mücerred bir sadaka olsaydı, Kur'ân-ı Kerim'deki kurban ile alakalı âyetler, sure nazil olmaz, infak ve sadaka hakkında indirilen yüzlerce âyetle iktifa edilirdi. Oysa ki, infak, zekât, Karz-ı Hasen, nâfile sadaka (Tasadduk) hakkındaki yüzlerce âyet yanında kurbanla alakalı âyetler-farzedelim, bâzı Fırak-ı Dâlle mensuplarının iddia ettikleri gibi bu âyetler Hac kurbanıyla alakalı olsun,- müstakil bir sûre Kur'ân-ı Kerim'deki en kısa sûre, Kevser Sûresi münhasıran hac dışındaki kurbanlar için nazil olmuştur. Kurban bağışı olarak topladıkları paraların neredeyse tamamına yakınını kesif bir reklâm programına harcayan bu vakıf ve derneklere büyük miktarlarda Kurban Bağışı'nın devam edeceği anlaşılmaktadır. Bundan sonraki yıllarda, bağışçıların kurbanlarının tamanının kesilip kesilmediğini, kesilmiş ise hem kendilerini ve hem de efkar-ı Umûmiyye'yi tatmin edici şeffaf ve hiçbir tereddüde meydan vermeyen kesin deliller ve bilgilerle cevaplandırılmalarını istemelidirler. Cihet-i Askeriyye'deki bu önemli vakfımıza bağışta bulunmak isteyenlerin kurban bağışı yerine gönüllerince teberruda bulunmaları, kurban derilerini bu istikamete tevcih etmelerini, ama kurbanlarını mutlaka ya bizzat kendilerinin kesmelerini veya çok yakınlarından güvendikleri birisinin nazaretinde bütün dînî vecibeler yerine getirilerek kestirmelerini tavsiye ederiz. Ayrıca, "dünyanın şu kadar ülkesinde kurban kesiyor ve dağıtıyoruz, güneşte, ayda samanyolunda, uzayın derinliklerinde bile kurban kesiyor, dağıtıyoruz," diyenlere de asla itibar etmeyiniz. Unutmayınız, kurban kesmek bir ibâdettir, bu ibadetin nasıl yapılacağını Allah göstermiş, "(Resûlüm!) Şüphesiz, biz sana kevseri verdik. Şimdi sen Rabbine kulluk et ve kurban kes. Asıl sonu kesik olan, şüphesiz sana kin duyandır." (Kurban, Tekarrup (Allah'a yaklaşmak) maksadıyla Allah'ın ihsan ettiği bir hayvanı boğazlamak (kanını akıtmak) suretiyle yerine getirilen mâlî bir ibadettir.