T.B.M.M.'sinin kararı üzerine masrafları da T.B.M.M.'sinden karşılanmak kaydiyle Diyanet İşleri Başkanlığı'na verilen bu vazifeyi deruhte etmek üzere Diyanet İşleri Başkanlığı, Reis ve Muavini'nin büyük gayret ve himmetleriyle Tefsir Yazdırma işi, Merhum Elmalı'lı Hamdi Efendiye (küçük Hamdi) Hamdi Yazır'a, Meal işi, Şafir Mehmed Akif Bey'e (Mehmed Akif Ersoy) Buhari  Zübdesi, Tecrid-i Sarih tecrüme ve şerh'i Müderris Ahmet Naim Bey'e verilir.  

Tefsir te'lifi kendisine tahmil edilen Hamdi Efendi hiç vakit geçirmeden çalışmalarına başlar.  

Büyük oğlu, Merhum Muhtar Yazır Bey'den bizzat dinlediğimize göre pederler Merhum Hamdi Efendi, "Kur'an-ı Kerim her yüz senede bir tefsir edilmeli, ilim ve fennin ulaştığı en son bilgiler dikkate alınmalı, artık bir kişi -ne kadar alim olursa olsun- tarafından bilinmesi mümkün olmayan derecede genişleyen beşeri bilgileri toplayabilmek için en az, 20-30 asistan müellife yardım etmelidirler." dermiş...  

Elmalı'lı Hamdi Efendi gerçekten hayal ettiği gibi böyle bir tefsir yazmak istemiştir, fakat ömrü vefa etmeyeceği korkusuyla istediği gibi çalışmamış, ancak muhtasar bir tefsir yazmıştır. Tefsir'in ilk ciltlerine nazaran son ciltlerin daha kısa izahlarla geçiştirilmesi bu hususu te'yid edici mahiyettedir. Nitekim, Tefsir'in basılmasından kısa bir müddet sonra 27 Mayıs 1942'de Hakk'ın Rahmetine kavuşmuştur. (Allah Rahmet Eylesin!) Tercüme-Meal işini üstlenen Merhum Şair Mehmet Akif Bey, çalışmalara başlar fakat mütreddittir, sık sık, tefsir hazırlanmasını üstlenen Hamdi Efendiyle bir araya gelmekte, fikir teatisinde bulunmaktadır. Bu tereddütler içersiinde Meal çalışmalarının üstünden Altı-Yedi yıl geçmiş olmasına rağmen ortada bir eser yoktur.  

Akif Bey, Medrese tahsili almamasına rağmen, zamanın şartlarında-Halkalı Ziraat Okulu da dahil olmak üzere-okuduğu bütün okullarda-Mahalle Mektebi de dahil safr, Nahiv dahil arabi ve İslami bilgilere tam olarak vukufiyet kazanmıştı. Ayrıca, Fatih Medresesi Müderrislerinden olan Babası Temiz Tahir olarak maruf, Tahir Efendi'den hususi olarak İslami İlimleri eksiksiz tahsil etmiştir. Üstelik, Türk Dilini bütün kural ve kaideleriyle en iyi bilen ve konuşanlardan birisidir. Ayrıca günün şartlarında mutlaka bir Kur'an Mealı yazdırılacaksa en iyi yazacak birkaç kişiden birisi de şüphe yok ki, Mehmed Akif Bey'dir.  

Mehmed Akif Bey'in tereddüdünün gerçek sebebi neydi?..  

Mehmed Akif Bey, Birinci T.B.M.M.'sinde Burdur Meb'usu olarak vazife yapmıştı. 2. Dönem için kendisinin herhangi bir talebi yoktu, fakat kimilerine yapıldığı gibi kendisine bir teklif ve tevcih yapılmadı. Bu arada kendisini Abbas Halim Paşa Mısır'a davet etmiş, kışları Mısır'da, yazları İstanbul'da geçirmeye başlamıştı. Abbas Halim Paşa huzur içinde olması ve istediği eserleri yazması, daha çok eserler vermesi için, ölünceye kadar maişet derdinden kurtarma taahhüdünde bulunmuştu. Böylece dünya sıkıntı ve dertlerinden azade kışları Mısır'da, yazları İstanbul'da çalışacak, üretecek, daha çok eserler bırakacaktı.  

Heyhat! İlk yaz İstanbul'da yakınlarının ve dostlarının hücumuyla yaz ayları ziyafet ve sohbetlerle geçer, ikinci yaz, Diyanet İşleri Reisi Rifat Börekçi ve Muavini Ahmed Hamdi Aksekili'nin Kur'an Meali için ısrarlı talep ve ricalarına muhatap olmuştur.  

Aslında Mehmed Akif Bey şairane hislerle Mısırlı reformistler, Cemaleddin Efani'lere ve Şeyh Muhammed Abduhlara derin bir hayranlık duyduğu için Türkçe Kur'an'a, Meale çok sıcak bakmaktadır.  

Tereddüdü, Kur'an-ı Kerim'in Türkçe'ye çevrilmesinin ne kadar müşkül bir iş olduğunu çok iyi bilmesindendir. Zira, Kur'an-ı Kerimde geçen pek çok kavramın Türkçe'de kesinlikle karşılığı yoktur, ayrıca Kur'an-ı Kerimde eşanlamlı pek çok kelime vardır ki, bunlar Türkçe'de nasıl ifade olunacaktır.  

Nitekim, Mehmed Akif Bey, Mısır'da hazırladığı ilk tercümeleri gönderdiği Hamdi Efendi'ye yazdığı Mektubunda; Gönderdiği mealleri kendisinin de beğenmediğini, bütün gayretlerine rağmen tercüme ve Meal'de muvaffak olamadığını yazıyordu.  

Mehmed Akif Bey'in, Avans olarak aldığı 1.000 Kuruşu'da iade ederek tercüme işini terk etmesi üzerine, Tefsir gibi tercüme işini de deruhde etmesi için ısrarla teklif götürülen Hamdi Efendi, Kur'an'ın Türkçeye layıkıyla tercüme edilebileceğine kâni olmadığını açıkça bildirerek bu vazifeyi kabul etmek istememiştir.  

Israr karşısında yapılacak tefsir'e meal'in de ilavesi taraflarca kabul edilmiştir. Dikkat edilirse tercüme yerine meal tabiri kullanılmıştır. Meal ile tercüme aynı şey değildir. Hamdi Efendi'nin tefsirine ilave edilen şeyin, tercüme değil de Meal olduğunun, tasrihinin hususi bin manası ve ehemmiyeti vardır. Hamdi Efendi'nin mealinin bir hususiyeti olduğu dikkatli gözlerden kaçmaz. Meallerde Kur'an'ın ifade tarzına aynen uyulmuş, cümle kuruluş tarzı ve nahiv aynen bırakılmış, ifadeler Türkçe şive ve usluba göre değşitirilmemiştir. Yalnız her arapça kelime yerine Türkçesi konulmakla yetinilmiştir. Metinlere ne bir kelime ne de bir ilave edilmesine çalışılmıştır.  

Akif Bey'in Kur'an-ı Kerim'i tercüme işinden sarf-ı Nazar etmesinin birinci sebebi budur. İkinci ve çok ehemmiyetli sebebi ise o yıllarda başlatılan Ezan'ın ve ibadetlerin Türkçeleştirilmesi çalışmaları ve Akif Bey'in duydğu derin yeis'tir.  

(Gelecek yazı, Türkçe Ezan, Türkçe Kur'an ve Akif Bey'in derin ye'si!...)