- “KÜFR” Ahterî Lugatine göre, imanın tam zıddı (karşıtı), ni’meti inkâr ve setr (örtmek), meselâ, Allah’ın ni’metlerini örttü, denilir. Ya da, bütün ni’metleri inkâr etmek, demek, şükrün zıddı olarak da kullanılabilir.
“KEFR”, setretmek (örtmek), herhangi bir şeyi kefretmek, örtmek, bilhassa toprakla örtülen şeylere, “Kefr” denilir. Gecenin karanlığı’na ve mutlak karanlığı da “Kefr” denilir. Köy ve karye ma’nasına da kullanıldığı vardır. Kabir ma’nasında da kullanıldığı varittir. Allah’ım! Ehl-i kubûr’a rahmet eyle yerine, “Allah’ın Ehl-i Küfûr’a yardım eyle denilir. “Kefûr”, hakkı hakikati setreden-setredici de denilir.
“Küfrân”, setretmek (örtmek), ni’metleri inkâr etmektir.
- “KÂFİR”, setredici (örtücü)... Bu ma’na ile, ziraatçiler-ekiciler, tohumları toprakla örtükleri için, tarla süren, bahçe çapalayan kimselere de kâfir denilir.
“Kâfir”in çoğulu, Küffar ve Kefere’dir.
Aynı kökten, “kefere”den tef’îl babından, “Tekfîr”, herhangi birisini küfürle itham etmek ve onu küfre nisbet etmek, kâfirlikle tavsif etmek, ma’nalarında kullanılır.
- “TEKFÎR”, herhangi birisini küfürle itham etmek, yüzüne karşı, “Sen Kâfir’sin” demek veya gıyabında “o Kâfir”dir demek, hem karşı taraf için, hem de “Tekfir”, eden için çok ciddî neticeler i’sal eder. Sahih hadis’lere göre, herhangi bir kimse bir başka herhangi birisini tekfîr ederse, ona küfr isnad ederse, yüzüne karşı “Sen Kâfir’sin!” Ya da gıyabında “o kâfir’dir,” derse, eğer bu sıfat, (küfür sıfatı) isnad olunan kimselerde bulunmuyorsa, bu itham, küfür isnadı döner dolaşır, ithamı yapan zâta ârız olur.
- Bu çok ciddî mes’ele’nin esasına girmeden biraz Mizah:
Türkiye Mahallî İdaresi’nde, iller, ilçe’ler, mahiye’ler, köyler, mahalle ve mazra’lar olarak idâri olarak tanzim edilmişti. En üstte, Vâlilikler, Vilâyet, bir aşağı kademe, Kaymakamlık, Kaza’lar, bir alt kademe Nahiye Müdürlükleri, Nahiye’ler, daha aşağıda muhtarlıklar, köyler, mahalleler ve Mezra’lar.
Yaklaşık 10 köyün merkezinde, Kaza ile Köyler arasında bir idarî makam olarak Nahiye Müdürlükleri vardı.
Nahiyeler, Dil Devriminden sonra adları “Bucak’lar” olmuştu. Nahiye ve Grup köyler’deki idârî mes’eleleri halli için bir Nahiye Müdürü tarafından idare edilirdi. Kırsal kesimlerdeki asayiş’in korunması bakımından, Nahiye’ler’de birer Jandarma Karakolu da bulunurdu.
Grup köyler’de ve Nahiye Merkezlerindeki, İdârî ihtilafları, hattâ ba’zı hukûkî mes’eleleri bile mahkemelere intikal ettirilmeden idârî yönden ve sulhen hallederdiler.
Konya civarındaki Nahiye’lerden birisinin müdürü, Nahiye’ye bir hayli uzak bir köye gidecektir. Günümüzde olduğu gibi, Vâli’lerin, Kaymakamların, lüks makam arabaları bulunmuyordu. Jandarma Karakol Komutanlarının altında, dört çekerli, zırhlı araçları filan da yoktu.
Nahiye Müdürü yorulmuştu. Yol boyunca tarlada öküz sabanı ile çift süren bir köylü vardı. Köylü’nün, başına torba geçirilmiş arpa-saman yemekte olan bir Kıbrıs Eşeği denilen, at boyunda güçlü kuvvetli bir merkebi vardı.
Nahiye Müdürü, mektep-medrese görmüş, Arapça’ya hakkıyla vâkıf bir zât idi.
Merkebi uzaklardaki köye gidip-gelmek için kendisinden isteyecekti. Fakat nasıl?
Aklına bir mûziplik geldi. Çift sürenlere, tohumu toprakla örtenlere, hakkı hakikati örtenlere, ni’metleri inkâr edenlere “Kâfir” denildiği gibi, çift sürenlere de “Kâfir” denilirdi.
- “Es-Selâmü Aleyküm Eyyuhelkâfir!” diye, yüksek sesle selâm verince:
- “Hoooşt! Duuur!” demiş, elindeki övendiresini kaldırmış, “Bu da ne demek ola Efendi! Hem selâm veriyorsun, hem de “Ey Kâfir”, diyorsun? Nahiye Müdürü, bir espri ile tanışmak ve söze başlamak istemişti. Fakat doz bir fazla kaçmıştı.
Hemen toparladı, tebessüm etti. Dur! Hele bir tanışalım! Ben sizin Nahiye’nin müdürüyüm. Devletin bir işi için şu uzaktaki köye gidiyorum. Yolcuyum, sizin misafirinizim. Sizde misâfir böyle mi karşılanır? Hem, ben size kötü bir şey söylemedim. Çift sürüyorsunuz, tohumları toprakla örtüyorsunuz, Arapça’da, tohumu toprakla örtenlere “Kâfir” denilir. Ben de size bu sıfatınızı kullanarak selâm verdim, tanışmak istedim.”
- Köylü, “Begim, bizler cahılız, bu incelikleri bilmeyiz. Ben kötü bir şey söylediğinizi zannederek, neredeyse, övendireyi sırtınızda kıracaktım.”
Bu arada, yan tarlalardaki çiftçiler de öküzlerini durdurup, iyi giyimli, düzgün konuşan efendi’nin yanında toplandılar.
Kimisi, su boducunu (topraktan küçük su testisi), kimisi, azık çıkınını kapıp gelmişti. “Begim, aç isen, aha azık, susuz isen işte su, buyur” dediler. Nahiye Müdürü, “Sağolunuz, varolunuz. Aç değilim, ama sizi kırmamak için bir bardak soğuk suyunuzu içerim.”
Nahiye Müdürü’nün asıl talebi, hâlâ, alafını yemekte olan Kıbrıs eşeği, merkep. Fakat ne desin, nasıl istesin...
Aklına yine bir muziplik geldi ve köylüye, “Efendi, söyle bakalım, yetişkin erkekler arasında, ilk Müslüman olan kimdir?” diye sordu. Çiftçi bilemedi. Yanlarına gelen diğer çiftçilere de sordu, onlar da bilemediler. Yan tarlalarda çift sürmeye devam edenleri de da’vet ettiler, onlar da bilemediler.
Nahiye Müdürü, çiftçiye:
- Bak Ağa, “Eğer merkebinle beni şu karşı köye götürürsen, sana bu sualimin doğru cevabını öğretirim.”
Çiftçi kabul etti. Müdür Bey merkebin üstünde, çiftçi arkasında uzak köyü’nün yoluna revan oldular.
Diğer çiftçiler, Merkeb’in sahibi olan çiftçiye, “Sakın ola da Müdür Bey’in cevabını unutma!” diye iyice tenbihlemişler. Müdür Bey, uzak köye varınca, çiftçiye teşekkür etmiş ve sorduğu sualin cevabını, tane tane, söylemiş, o da tembihlemiş, sakın unutma!
Müdür Bey, çiftçi’ye sorduğu sualin doğru cevabını verdi.
“Yetişkinler arasında, Yüce İslâm Dini’ni seçen ilk Müslüman, Haz.Ebû Bekir es-Sıddık radiyallahu anh Efendimizdir.”
Çiftçi, “Sağolasın, Begim,” dedi ve merkebine binip kendi köyü’nün ve tarlasının yolunu tuttu.
Cevabı unutmamak için, sık sık tekrarlıyordu.
Bir taraftan cevabı tekrarlarken, diğer yandan, ara ara, Merkebine de “Deh!” diyordu. Fakat, ilerledikçe Haz.Ebû Bekir’in ön adını, lakabını unuttu ve “Sıddık, Sıddık, Sıdııık!” diye tekrarlamaya devam etti.
Diğer çiftçiler ve köylü’ler merakla bekliyorlardı.
Geldi, merak içindeki köylü’ler sordular.
- “Sıddık, Sıddık-Sıddık!” diyebildi.
- “Efendi, yalnız Sıddık, olmaz, mutlaka önünde ve arkasında bir başka isim olmalıdır,” dediler.
- Evet, dedi, Önünde uzunca bir isim daha vardı, ama ben tekrarlarken o uzun ismi unuttum.
Geçmişimizdeki büyüklerimiz, Aziz Milletimizin ferd’leri, şakalaşmalarında bile, İslâm’ı ve İslâm Ahlakını öğretiyorlarmış...