KRIZ SÜRECINDE YAZILAN KAYIPLARIN GERI KAZANILMASI ADINA, BORSALARIN COŞMASINA, FAIZ ORANI NEREDEYSE SIFIRLANMIŞ VE DEĞERININ ISTIKRARI IMFVE DÜNYA BANKASI GIBI KÜRESEL ÇAPTA SÖZÜ GEÇEN KURURUŞLAR TARAFINDAN GARANTIYE ALINMIŞ OLAN DOLARIN, JAPON YENİ YERİNE, CARRY TRADE ARACI OLARAK KULLANILMASINA ELVERIŞLI BIR ORTAM HAZIRLANMIŞ OLUYOR. ABD ve Avrupa merkez bankalarının faiz konusunda alacakları kararlar tüm dünya tarafından dikkatle izleniyor. Bilindiği gibi, faiz, döviz kurları ve borsa grafikleri arasında “şeytan üçgeni” olarak nitelenen çok grift ilişkiler var. O nedenle, ABD Merkez Bankası FED’in ve Avrupa Merkez Bankası CEB’in faizin yönü konusunda verdikleri sinyaller, paranın yönünü belirlemesi açısından çok önemli sayılıyor. Kriz öncesinde olduğu gibi, kriz sonrasında da, piyasalara moral kazandırma adına bazı ekonomik gerçeklerin çok da doğru okunmadıklarına tanık oluyoruz. Krizin su yüzüne çıkması sonrasında, “Tamam dibe vurduk, en kötü geride kaldı” aldatmacasıyla yatırımcıların risk alma iştahı köpürtüldü, “güvenli liman”a sığınan para, dolardan çözüldü, daha fazla kazanma hevesiyle finansal piyasalara aktı. Bu yön değiştirme de doların zayıflamasına neden oldu. Helikopter Bernanake’nin hane halkının alım gücünü artırarak ekonomide büyümeyi başlatmak, krizden çıkışı hızlandırmak amacıyla piyasalara likidite pompalaması, faizleri sıfırlaması da, doların değer kaybını hızlandıran bir etki yaptı. Roubini’ye göre , varlık fiyatlarının fırlamasının arkasındaki önemli bir faktör, doların güçsüzlüğü. Bu durumdan yararlanan yatırımcılar, Japon Yeni yerine, dolar bazında “sıfır” faizle (Roubinini’nin ifadesiyele, beleş dolarla) borçlanarak, bizim gibi gelişmekte olan ve özellikle de yakın bir geçmişte bir kriz deneyimi yaşamış, bu krizden aldığı derslerle yapısal reformlar gerçekleştirmiş ülkelerde riskli küresel varlıklara yatırım yapıyorlar. Roubini, Marttan bu yana, yatırımcıların bu tür işlemlerden yüzde 50-70 düzeyinde kazanç sağladıklarına dikkat çekiyor. Son 8 ayda dünya borsalarında hisse senetleri yatırımcısına ortalama yüzde 73, İstanbul Menkul Kıymetler Borsası ise Yüzde 120 dolayında kazanç sağlamış! Bazı hisse senetlerinde kazanç çok daha fazla.. Carry Trade işlemleriyle sağlanan kazanç da hiç de yabana atılacak gibi değil.. Bu oranda kazanç sağlayan işlemler, finansal piyasalarda coşku yaratarak “kriz bitti” havası oluşturuyor, ama varlık fiyatlarının da tehlikeli bir şekilde balonlaşmasına neden oluyor ve yeni krizlere ortam hazırlıyor. DOLARIN CARRY TRADE ARACI OLARAK KULLANILMASINA ORTAM HAZIRLANDI Kriz sürecinde yazılan kayıpların geri kazanılması adına, borsaların coşmasına, faiz oranı neredeyse sıfırlanmış ve değerinin istikrarı IMFve Dünya Bankası gibi küresel çapta sözü geçen kururuşlar tarafından gelişmekte olan bizim gibi ülkelere dayatılan “düşük kur, yüksek faiz” uygulamalarıyla garantiye alınmış olan doların, Japon Yeni yerine, carry trade aracı olarak kullanılmasına elverişli bir ortam hazırlanmış oluyor. Bunun sonucunda da, Roubini’nin de işaret ettiği gibi, kamu kağıtlarının, altının, emtia fiyatlarının ve borsaların şişmesine, “Yeni bir kriz’” uyarılarının yapılmasına neden oluyor. Doların değer kaybetmesinden kaygı duyan Asya ve Latin Amerika’daki bazı ülkelerin merkez bankalarının, “agresif” bir müdahaleyle, ulusal para birimlerinin yükselişini durdurmaya çalıştıklarını, Brezilya’nın ise, yabancı sermaye girişlerine vergi yoluyla kontroller getirdiğini belirten Roubini, diğer merkez bankalarının da faiz silahını kullanmaya mecbur kalabileceklerini belirtiyor. Roubini, “Carry trade köpüğü kötüleşecek. Eğer döviz müdahalesi yoksa ve yabancı para birimleri değer kazanırsa, carry tradenin negatif borçlanma maliyeti daha negatif hale gelecek” diyor, New York Times’taki yazısında. Uzun süre Japon Yen’i carry trade işlemlerinde kullanılan tek para olarak kaldı. Son yıllarda, faizlerin giderek aşağı çekilmesiyle, dolar da ucuz bir borçlanma aracı haline geldi ya da getirildi. Bu durum, uzun soluklu carry trade işlemlerinin yapılabilmesine olanak sağladı. REEL EKONOMİ BY-PASS EDİLDİ Helikopter Bernanke ve onun gibi davranarak piyasalara likidite enjekte edenlerin hedefi, reel ekonomiyi canlandırmaktı. Fakat, kredi dağıtımında seçilen yol hedefe ulaşmayı sağlamadı; reel ekonomi by-pass edildi. Paralar, kısa zaman diliminde yüksek kazanç sağlamak amacıyla, yükselen piyasalara aktı. Dolar, carry trade için kullanılan bir para olarak değer kaybetti. Kriz öncesinde olduğu gibi, kriz sonrasında da, bollaşan likidite nedeniyle risk alma iştahı kabaran yatırımcı, bu kez, kriz sürecinde büyük oranda değer yitiren hisse senetlerine yatırım yaptılar. Ve.. 9 Mart 2009’da başlayarak, borsalar 8 ay boyunca soluksuz yükseldiler. Dünya borsaları, Dow Jones endeksini taklit ederek kanatlandılar. Dow Jones endeksi, düştüğü dip noktasından kriz öncesindeki seviyesine yalnızca 5 hisse senedinin sihirli kanatlarıyla tırmandığı kimsenin dikkatini çekmedi. Bu hisse senetlerinin kriz öncesinde batma noktasına gelen ve devlet eliyle kurtarılan kuruluşların senetleri olması da ekonomistlerin nedense dikkatlerini çekmedi(!) Finansal piyasalarda yaratılan rüzgarlarla reel ekonominin yelkenleri şişirilmek istendi, olmadı.. Gelinen noktada, bazı verilere bakarak, “ABD ve Avrupa ülkelerinde ekonominin büyüme trendine girdiğine ilişkin olumlu işaretler var” demek mümkün, ama bu gerçeğe kimseyi inadırmak mümkün değildir. Çünkü, “Ekonomide büyümeyi hane halkının tüketimi ve yatırımlar sağlar” düşüncesiyle, başta “Helikopter Bernanke”nin FED’i olmak üzere, merkez bankalarının, bol keseden para saçtıkları, faizleri olabildiğince aşağıya çektikleri, hükümetlerin ekonomiyi canlandırma adına bazı vergi avantajları sağladıkları ortamda yapılan bu atılımların, kısa sürede, küresel ekonomilerin eski performanslarını yakalamaları için yeterli olamayacağı biliniyor. Borsaların dünya genelinde ortalama yüzde 73, gelişmekte olan ülke borsalarının ortalama yüzde 100’ün üzerinde prim yaptığı bir dönemde, reel ekonomilerden de aynı performansı göstermesi, kriz öncesindeki büyüme oranlarını yakalamaları beklendi, ama olmadı, olamadı. Reel ekonomi verilerinde beklenen iyileşmenin beklenen oranlarda görülememesi, kafaları karıştırdı; ekonomistler ve politikacılar iyimser olma yönündeki görüşlerini gözden geçirmek durumunda kaldılar. Küresel mutluluk için tek seçenek olarak pazarlanan küreselleşme olgusu bağlamında “Serbest piyasa” perisinin, finans sektörünün çok boyutlu çöküşünün getirdiği olumsuzlukların şaşkınlığını yaşamaktayız. Son çeyrek yüzyılın ideologları tarafından dizayn edilen bir yaşama biçiminin sonucu olarak yaşamakta olduğumuz bir küresel olumsuzluğun ekonomik, politik ve sosyal etlilerinin neler olabileceğini anlamya çalışıyoruz. Bizim de, küresel bir değişimin yaşandığı bir süreçte, ekonomik verileri masaya yatırarak, olan biteni gerçekçi bir şekilde değerlendirmemiz gerekir. 2001 krizinde yaşadıklarımızın kazandırdığı deneyimle Türkiye, 2009 yılındaki büyüme hızıyla ilgili ekonomik performansı yönünden, kendisiyle birlikte G-20 grubunda yer alan ülkeler arasında en kötüler arasında olmamalı. Türkiye, böyle bir değerlendirmeyi hak eden bir ülke değil.. ”KRİZ KAHİNİ” ROUBİNİ