NELER KONUŞACAKLAR?

Biden’ın Türkiye’ye karşı takındığı hasmane tutumumun gerçek nedenlerini bilmek durumundayız. 

ABD, bunca yıllık müttefiki olan Türkiye’ye, “bölgedeki 22 ülkenin sınırlarını değiştirmeyi hedefleyen Büyük Ortadoğu Projesi kapsamındaki bir ülke” olarak bakmaya devam ediyorsa, iki NATO üyesi ülke ilişkilerinin normalleşmesi mümkün olmayacaktır. Türkiye Cumhuriyeti, I. Dünya Savaşı sonrasında, sınırları kağıt üzerinde belirlenmiş bir Ortadoğu ülkesi değildir. Biden, 1492’de keşfedilmiş bir kıta üzerinde 4 Temmuz 1776’da kurulmuş bir devletin başkanı olarak, binlerce yıllık bir geçmişi olan Türkiye Cumhuriyeti’ni karşısına aldığı sürece, ne Ortadoğu’da ne de Yeni İpekyolu bağlamında Çin ile tutuştuğu mücadelede hedeflerine varması mümkün değildir. Biden yönetimi, Türkiye’nin binlerce yıllık tarihinin ve kültürel bağlarının, devlet geleneğinin kazandırdığı stratejik derinliği dikkate almak zorundadır.

Son söz olarak, ABD ne Ortadoğu’ya yönelik hedeflerinden, ne de küresel hedeflerinden; Türkiye de, çıkarlarını herşeyin önünde tutan duruşundan vazgeçmeyeceğine göre, iki eski müttefik arasında kontrollü bir gerginlik süreci yaşanmaya devam edecektir. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan, 14 Haziran’da Brüksel’de gerçekleştirilecek NATO zirvesinde ABD Başkanı Biden ile yüzyüze görüşecek. Erdoğan-Beden görüşmesi, üreteceği sonuçlar açısından, küresel siyasetin yönünü belirleyecek çok önemli bir görüşme. O nedenle yalnız biz değil, pekçok ülke tarafında dikkatle izleniyor. 

Türkiye, binlerce yıllık geçmişinde olduğu gibi, tarihin akışını etkileyen bir ülke olarak öne çıkıyor. Türkiye, coğrafyasıyla, tarihi ve kültürel bağlarıyla, dün olduğu gibi, bugün de küresel dengelerin oluşmasında her zaman dikkate alınan ve alınması gereken bir ülke oluyor. 

Biden, Obama döneminde, “Başkan Yardımcısı” sıfatıyla defalarca ziyaret ettiği Türkiye’ye karşı hasmane bir tutum sergilemekte. Başkan seçilmesi öncesinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı hedef alan söylemlerinin yalnızca Cumhurbaşkanı’nı değil, doğrudan Türkiye’yi hedef alan söylemlerdi. 

Biden, geçen Pazar günü The Washington Post gazetesinde yayınlanan makalesinde, demokrasi değerlerine vurgu yaparak, başkanlığı döneminde bu konuda küresel bir farkındalık yaratacağını ima ediyor. Güzel de,  Biden’ın, "Erdoğan'ı darbeyle değil seçimle devireceğim, muhalefete destek vereceğim" sözleriyle, “dünya demokrasilerini yeniden birararya toplamayı ve harekete geçirmeyi” hedeflediğini belirttiği yazısındaki “demokrasi hayranlığını” nasıl bağdaştıracağız?

 Biden, uygulanacak algı operasyonlarıyla seçmenlerin yanıltıldığı ve sandıklardan hedeflenen sonuçların çıkarıldığı “postmodern demokrasi” modeli mi getirmeye çalışıyor? İngiltere’yi AB’den koparan Brexit referandumu ve ABD tarihinde oyların aylar öncesinden mektupla kullanıldığı son başkanlık seçimi bu “postmodern demokrasi” modelin ilk uygulamaları mıydı? 

Biden, aynı yazısında, “ABD’nin müttefiklerine ve ortaklarına verdiği taahhütlerini yenileyeceğini” söylüyor. 15 Temmuz (2016) darbe girişimi sonrasında geldiği Ankara’da verdiği “YPG Fırat’ın doğusuna çekilecek; NOKTA!” sözü hala havadayken, Biden’ın bu sözlerine nasıl inanacağız?

BIDEN NELER İSTEYECEK?

G.W. Bush, Obama ve Trump dönemlerinde, Türkiye’yi güney sınırları boyunca, 1991 Körfez Savaşı’ndan bu yana hayata geçirmeye çalıştığı bir terör devletiyle kuşatmaya çalışan ABD’nin Türkiye ile olan ilişkileri giderek gerilmişti. Bu gerilim 15 Temmuz 2016’daki darbe girişimiyle zirve yapmıştı. Biden bütün bu süreçte ABD’nin yönetimindeydi ve yaşananları ayrıntılarıyla bilecek görevlerdeydi. O nedenle, Biden’ın Türkiye’ye karşı takındığı hasmane tutumumun gerçek nedenlerini bilmek durumundayız. 

ABD, bunca yıllık müttefiki olan Türkiye’ye, “bölgedeki 22 ülkenin sınırlarını değiştirmeyi hedefleyen Büyük Ortadoğu Projesi kapsamındaki bir ülke” olarak bakmaya devam ediyorsa, iki NATO ortağı ülke ilişkilerinin normalleşmesi mümkün olmayacaktır. Türkiye Cumhuriyeti, I. Dünya Savaşı sonrasında, sınırları kağıt üzerinde belirlenmiş bir Ortadoğu ülkesi değildir. Biden, 1492’de keşfedilmiş bir kıta üzerinde 4 Temmuz 1776’da kurulmuş bir devletin başkanı olarak, binlerce yıllık bir geçmişi olan Türkiye Cumhuriyeti’ni karşısına aldığı sürece, ne Ortadoğu’da ne de Yeni İpekyolu bağlamında Çin ile tutuştuğu mücadelede hedeflerine varması mümkün değildir. Biden yönetimi, Türkiye’nin binlerce yıllık tarihinin ve kültürel bağlarının, devlet geleneğinin kazandırdığı stratejik derinliği dikkate almak zorundadır. 

GÖRÜŞMEDEN NASIL BİR SONUÇ ÇIKAR?

Brüksel’de, Erdoğan ile Biden’ın buluştuğu masaya kuşbakışı baktığımızda, bu masadan nasıl bir sonuç çıkabileceğini tahmin etmek güç değildir. Masadaki dosyaların ayrıntılarına özetle bakılınca görünenleri şöyle sıralayabiliriz: 

ABD, yönetimde etkili olan Evanjeliklerin de yönlendirmesiyle, Irak ve Suriye’nin kuzey bölgelerinden Akdeniz’e uzanacak ve Türkiye’yi güney sınırları boyunca kuşatacak “Büyük Kürdistan” görünümlü bir “Büyük İsrail” kurma hedefinden vazgeçmiş değil..

 Irak’ta PKK’yı, Suriye’de PKK uzantısı YPG/PYD’yi eğitip donatarak paralı asker olarak kullanmaya devam ediyor. Fakat, Suriye’de düşlediği devlet yapılanmasını hayata geçirebilecek bir demografik yapı oluşturabilmiş değil. Ayrıca İran, Rusya ve Türkiye’nin oluşturduğu Astana Süreci ortaklığının Suriye’de hala etkin olmasından son derece rahatsız. Bazı İslam ülkelerini, İbrahim Anlaşması’yla İran’a karşı İsrail ile aynı çatı altında buluşturmayı başarmış olsa da, Türkiye-Rusya ilişkilerini yeniden buzlandırabilmiş değil. 

Katolik Biden, ABD’nin “Türkiye’yi kontrol altına alma” hedefinden vazgeçmiş değil. Türkiye’nin bu konudaki direncini kırmak için de yalnızlaştırmaya, çevrelemeye, yaptırımlarla ekonomisine zarar vermeye çalışıyor. Irak'ı ziyaret eden Papa Francesco’yu Şii lider Ayetullah Ali el Sistani ile evinde buluşturarak Necef’i Şiilerin merkezi konumuna yükseltmeye çalışırken, İstanbul’daki Rum Patrikhanesi’ne de “ekümenik” sıfatı kazandırarak Ortadoksları Moskova Kilisesi’nden koparmayı hedefliyor. Bunun ilk adımı da Ukrayna oldu. 

Yunan’a duyduğu hayranlıktan dolayı dostları arasında “Bidenopulos” olarak anılan ABD Başkanı, Güney Kıbrıs’tan sonra Girit’in Suda limanında da büyük bir askeri üs kurdu ve ülkesinin en büyük uçak gemisini buraya demirledi. Yani Türkiye’ye, “Yunanistan korumam altındadır” mesajı veriyor. 

Biden’ın, daha doğrusu ABD’nin Türkiye’den en önemli isteklerinden biri de, Çin ve destekçilerinin büyük ölçüde hayata geçirdikleri Bir Yol Bir Kuşak/Yeni İpekyolu’na destek vermekten vazgeçmesidir. 

ABD, kendi çıkarlarını gözeterek, kendi planlarını hayata geçirmeye çalıştıkça dostu, müttefiki, NATO ortağı Türkiye ile çıkar çatışmaları yaşamakta, iki ülke ilişkileri giderek gerilmektedir. 

PKK uzantısı YPG’nin güney sınırlarımızın ötesinden füzeler gönderdiği bir dönemde, sınırdaki Patriotları söküp götüren ABD, ŞİMDİ Türkiye’yi NATO üyesi olmayan Rusya’dan hava savunma sistemi (S-400) almakla suçluyor. 

HANGİ NOKTADA BULUŞACAĞIZ?

Görüşme öncesinde yanıtı merak edilen soru; hangi noktada buluşacağız?

Ankara, 14 Haziran’da yapılacak yüzyüze görüşme öncesinde yaptığı açıklamalarla ABD ile gerginliklerin giderilmesinden yana olduğunu belitti, ama bu, ne S-400’lerden, ne kendini güney sınırları boyunca kuşatacak bir terör devletine karşı çıkmaktan vazgeçtiği anlamına gelmiyor. 

Biden’ın, Brüksel’de görüşeceği sınırlı sayıda lider listesine Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı da eklemesi, ABD’nin Türkiye’yi önemsediği anlamına geliyor, ama Türkiye’nin kaygılarına saygı duyarak küresel hedeflerinden vazgeçtiği anlamına gelmiyor. Yani, Erdoğan-Biden görüşmesinde masaya yatırılacak sorunlara kısa vadede çözüm bulunması beklenmiyor. Fakat bu buluşma iki müttefik ülke ilişkilerinin yönünü, dolayısıyla küresel çapta cepheleşmelerin netleşmesini etkileyecek olması açısından çok önemlidir. Bu nedenle, Erdoğan-Biden görüşmesi sonrasında yapılacak açıklama merakla beklenmektedir. 

İki liderin görüşmesi öncesinde ABD ve Türkiye’den ekipler, sorunlar ve bunların çözümü konularında öngörüşmeler gerçekleştirdiler. Sızan bilgilerden anlaşılıyor ki, FETÖ, S-400’ler ve YPG/PYD konularında henüz bir uzlaşı sağlanmış değil. İki ülke ilişkilerinde bu sorunlar bir süre daha masada olacaktır. Hele ABD’nin açıkça ifade etmediği, fakat en fazla önem verdiği konu, Türkiye’nin Yeni İpekyolu’na perde gerisindeki İngiltere ile birlikte verdiği destektir. Çünkü Yeni İpekyolu yalnızca Çin değildir. 

Yeni İpekyolu, aynı zamanda Türkistan coğrafyasının geleceğidir. Yeni İpekyolu bir yönüyle Rusya, bir yönüyle İran’dır, Pakistan’dır. Yeni İpekyolu, bugüne kadar ABD’nin siyasi ve askeri gücünü kendi hedefleri doğrultusunda kullanan küresel finans baronlarının küresel ekonomiyi bütünüyle kontrolleri altına alma girişimidir. Yeni İpekyolu, Brexit kurgulamasıyla AB’den koparılan İngiltere’nin ABD yörüngesinden kurtulma mücadelesidir. Yeni İpekyolu, yeni dünya düzeninin liderini belirleyecek olan adı konmamış bir dünya savaşıdır. Bu savaş bitmediği sürece, cepheler arasında yaşanan sürtüşmelerde Türkiye her zaman gündemde olacaktır. 

Son söz olarak, ABD ne Ortadoğu’ya yönelik hedeflerinden, ne de küresel hedeflerinden; Türkiye de, çıkarlarını herşeyin önünde tutan duruşundan vazgeçmeyeceğine göre, iki eski müttefik arasında kontrollü bir gerginlik süreci yaşanmaya devam edecektir.