Güney sınırlarımızın güvenliğini sağlamak için Suriye’ye, Fırat’ın hem doğusuna hem de batısına odaklandığımız günlerde, güney illerimizden gelen patlama ve şehit haberleri yüreklerimizi dağlarken, KKTC’deki mühimmat depomuzdan yansıyan patlama görüntüleriyle sarsılıyoruz. Peşpeşe yaşadığımız bu acı olaylar üzerinden kozmetik dostların vermek istedikleri mesajları görüyoruz, anlıyoruz. 

Eski Suriye’deki yeni komşularımızın gerçek niyetleri giderek netleşirken, oluşan tablo karşında çıkarlarını savunmaya çalışan Türkiye’nin işi de giderek zorlaşıyor. 

O nedenle, Pazartesi günü Cumhurbaşkanı Erdoğan, Rusya Devlet Başkanı Putin ve İran Cumhurbaşkanı Ruhani’nin katılımıyla Ankara’da yapılacak zirvede alınacak kararlar, bölgenin, dolayısıyla küresel barışın geleceği açısından çok önemli. 

Türkiye’nin onaylamadığı bir Ortadoğu denkleminin kurulamayacağını çokiyi bilenler, Türkiye’nin bölgedeki etkinliğini kırabilmek, Türkiye’yi bazı şeyleri kabul etmeye zorlamak amacıyla, gizli-açık akıl almaz ortaklıklar kuruyorlar

Tarihin akışını Türkiye’nin geleceğini karartacak bir tablo oluşturacak şekilde etkilemeye çalışanlar, Türkiye’ye ‘yalnızlaştırarak etkisizleştirme’ operasyonları uyguluyorlar. Dost görülen düşmanlarımız gizli bir cephe oluşturmanın peşindeler. 

Güney sınırlarımızın güvenliğini sağlamak için Suriye’ye, Fırat’ın hem doğusuna hem de batısına odaklandığımız günlerde, güney illerimizden gelen patlama ve şehit haberleri yüreklerimizi dağlarken, KKTC’deki mühimmat depomuzdan yansıyan patlama görüntüleriyle sarsılıyoruz. Peşpeşe yaşadığımız bu acı olaylar üzerinden kozmetik dostların vermek istedikleri mesajları görüyoruz, anlıyoruz.

Kanlı mesajlarla hedeflerine yürümekte oldukça deneyimli olan dostlarımız bilsinler ki, binlerce yıllık tarihi boyunca sayısız devletler kurmuş olan bu millet, üzerinde yaşadığı topraklara arsa gözüyle değil, “vatan” olarak bakar. Bu milletin “vatan” sözcüğüne yüklediği anlamı da, sözlüklerde değil, ancak genlerinde bulup okuyabilirsiniz. Bu milletin, vatan maddesini genlerine yazarken kullandığı alfabe o kadar farklıdır ki, yabancılar tarafından, Mısır hiyegrolifleri gibi henüz gerçek anlamlarıyla okunamamıştır. Namusla eşdeğer bir anlam yüklediğimiz “vatan”, bir yazlık gibi kolayca alınıp satılan bir mülk değildir. 

Özetle demek istediğimiz, bizim İstanbul’u fethettiğimiz yıllarda henüz keşfedilmemiş olan bir coğrafyada kurulan bir devletin, silah üstünlüğüne güvenerek bize dayatacağı şeylerin de bir sınırı vardır. Kozmetik dostlarımıza, silah üstünlüğünün Katrina kasırgaları karşısında bir işe yaramadığını da ayrıca hatırlatmak isteriz. İlahi adaletin kılıcı her kılıçtan daha keskindir; unutmayalım.

Türk varlığını Balkanlardan, Anadolu’dan, Türkmeneli olarak anılan Ortadoğu coğrafyasından söküp atma, Atayurt Türkistan ile olan bağlarını kesme, özetle tarih sahnesinden silerek mirasını paylaşma konusunda Haçlı Seferleri’nden bu yana sergilenen dayanışma, şimdilerde yeni aktörlerin de eklenmesiyle sürdürülmektedir.

 Hedeflenen, Türkiye’nin yalnızlaştırılarak güçsüzleştirilmesidir. Çünkü, Ortadoğu’da Türkiye hesaba katılmadan kalıcı bir denklem kurmak mümkün olmuyor. Eskiden Çin için kullanılan “Uyuyan Dev” benzetmesi bugün Türkiye için kullanılıyor. I. Dünya Savaşı’ndan bir imparatorluk kaybetmiş olarak çıkan Türkler, 97 yıllık bir zaman diliminde, Türkiye Cumhuriyeti olarak çok büyük hamleler yapmayı başardı. Türkiye Cumhuriyeti bugün dünyanın 17. Büyük ekonomisi. Türkiye Cumhuriyeti bugün, pekçok konuda, Batılıların anlayacağı bir dille konuşabiliyor ve sözünü dinletebiliyor. 

ABD SURİYE’DE ZORLANDIKÇA…

11 Eylül 2001 İkiz Kuleler şoku sonrasında, “Demokrasi götürüyorum” aldatmacasıyla Afganistan ve Irak’ı işgal ederek Ortadoğu’ya çöken ABD, Suriye’de zorlanıyor. Irak ve Suriye’nin kuzey parsellerinden Akdeniz’e uzanan bir kukla devlet kurma çabasında olan ABD’ye, “Güney sınırlarım boyunca ülkemi kuşatacak bir kukla devlet yapılanmasını kabul edemem” diyebiliyor. 

Türkiye, bir Irak, bir Mısır, bir Libya ya da ABD’nin yörüngesine oturmuş herhangi bir Arap ülkesi değil. İçindeki bir grup satılmışa rağmen, bağımsızlık söz konusu olduğunda şahlanan bir millet olduğunu 15 Temmuz’da bir kez daha göstermiştir. Dostluk, müttefiklik, NATO ortaklığı tamam da, bütün bu kavramlar, belli hedeflere ulaşmak için bir kamuflaj olarak aşrı dozda kullanılmaya başlandığında işin rengi değişiyor. 

ABD’nin Afganistan ve Irak’ı işgal etmesi, Libya’yı Batılı koalisyon ortaklarıyla birlikte parçalayıp tarihten silmesi, Mısır’ın seçilmiş Cumhurbaşkanı Mursi’yi darbe olmayan bir darbeyle devirip General Sissi’yi Cumhurbaşkanı olarak ataması, “DEAŞ’la mücadele” gerekçesiyle Suriye’ye yerleşmesi, Türkiye’yi güney sınırları boyunca kuşatacak bir kukla devlet için gerekli demografik düzenlemeler yapması, PKK uzantısı YPG’yi eğitip donatarak ordulaştırması belli bir hedefe yönelik bilinçli bir planın hazırlıklarıdır. Hedef bellidir; Türkye’yi Ortadoğu coğrafyasından, Doğu Akdeniz’den ve Afrika’dan soyutlamaktır. 

Bölgemizde, özellikle de Suriye’de yaşanan gelişmeleri bu gerçekler çerçevesinde değerlendirdiğimizde, ABD’nin “Güvenli bölge oluşturma”, “ortak devriye” başlıklı masallarının bir oyalama politikası olduğu kendiliğinden netleşiyor. 

Bilmemiz gereken, Suriye’deki varlığını bugüne kadar, “DEAŞ’la mücadele”ye bağlayan ABD, burada kuracağı kukla bir devlet üzerinden, yalnız “dostumuz  ve müttefikimiz” değil, aynı zamanda daimi komşumuz olmayı hedeflemektedir. 

Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu ABD'nin Fırat'ın doğusundaki tutumunu değerlendirirken, "ABD, başta Münbiç yol haritası olmak üzere bu terör örgütüyle (YPG/PKK) girdiği angajmanlardan ötürü sözünü tutmamıştır. Atıldığı ya da atıldığı söylenen adımlar kozmetik adımlardır" diyordu. 

Çavuşoğlu, ABD’nin “Güvenli Bölge” konusunda da Türkiye’yi oyalamaya kalkıştığını, şimdiye kadar attığı adımların da kozmetik olduğunu açıkça dile getiriyor. 

İDLİB KONUSUNDA RUSYA’NIN TUTUMU

Suriye’nin geleceğini irdelerken görmemiz gereken başka gerçekler de var. Rusya’nın İdlib konusundaki tutumuna, Esat rejimine verdiği destek konusuna da ayrı bir parantez açmak gerekir. Rusya’nın bu konudaki desteğini, “Hava savunmanı takviye için S-400’leri veririm, ama Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı operasyon bölgelerinde daha fazla kalman Suriye’yi rahatsız ediyor” şeklinde okumak mümkün. 

“Takke düştü, kel göründü”, bu gibi durumları ifade için söylenmiş olmalı.  

Hatırlarsanız, Fırat Kalkanı operasyonunu sırasında Suriye’ye girdiğimizde, Putin’in ilk uyarısı, “El Bab’ın güneyine inmeyin” olmuştu. “El Bab’ı güneyi” demek, yüzlerce yıllık Türkmen kenti Halep demekti. 

Türkiye’nin, “Türkmenlerin can güvenliğini sağlamak” gerekçesiyle Halep’e, Bayır-Bucak’a uzanmasından kaygı duyuluyordu. Türkiye’nin bu gerekçesi, Suriye’deki varlığını “DEAŞ’la mücadele”ye dayandıran ABD’nin gerekçesinden çok daha gerçekçi bir gerekçeydi. Bu da, Fırat’ın batısında hedeflerine uygun bir demografik yapı oluşturabilmek için, Halep dahil pekçok yerleşim biriminin haritadan silinmesine göz yuman Rusya’nın işine gelmiyordu. 

Eski Suriye’deki yeni komşularımızın gerçek niyetleri giderek netleşirken, oluşan tablo karşında çıkarlarını savunmaya çalışan Türkiye’nin işi de giderek zorlaşıyor. 

O nedenle, Pazartesi günü Cumhurbaşkanı Erdoğan, Rusya Devlet Başkanı Putin ve İran Cumhurbaşkanı Ruhani’nin katılımıyla Ankara’da yapılacak zirvede alınacak kararlar bölgenin, dolayısıyla küresel barışın geleceği açısından çok önemli. 

“HAZIR OL CENGE…”

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Trump ile yaptığı son görüşmede “Sizden de belli miktarda Patriot alabiliriz. Yalnız, S-400’lerdeki şartları sizde de görmemiz gerekir. Ortak üretim, kredi gibi şartlar olduğu anda Patriot alabiliz. Bu konuda samimiyiz” demiş. 

Haberi okuyunca Ziya Paşa’yı bir kez daha rahmet ve saygıyla andım; ne diyordu Cennetmekan: “Hazır ol cenge, eğer ister isen sulh-u salah.”  Kozmetik dostlardan ve dostluklardan hayır gelmeyeceğini, “barış ve huzur istiyorsan savaşa hazır ol” diyerek, ne kadar veciz anlatmış Ziya Paşa..