1800’lü yılların sonlarında Osmanlı’da, bugünkü Türkiye’nin İngilizce eğiliminin bir benzeri Fransızca eğilimi başlamıştı. Hükümet bir çok yerde Fransız kolejlerinin açılmasına onay verdi. Ve bu kolejler ilgi gördü. Gençler, Fransızca öğrenmeye çalışıyordu. 

Lâkin bir yandan da; o günkü ismiyle hafiye, bugünkü ismiyle gizli polis, Fransız okullarına giden gençleri araştırıyordu… Bu okullara gidenler fişleniyordu…

Hâlbuki, ülkede Fransız akımının doğmasını bu gençler istememişti. Belli ki bir takım imtiyazların, üretimsel ya da ekonomik sorunların ardından böyle bir akım oluştu. 

Halk, Paris’i merak ediyor, kravat takıyor, parlak rugan ayakkabıya özeniyordu. Elbette Kolejler hükümet yetkisiyle açılmıştı. Kanunsuz yerler değildi. Ama burada eğitim görmek uygun görülmüyordu… Hatta soruşturmaya tabiydi. Bu özenişe sebep olan değil, halk soruşturuluyor, ceza alıyordu. 

Bir çözüm aranıyordu ama frenk akımının doğmasına sebep olabilecek en son noktada aranıyordu…

Aynı durum; günümüzde köyden şehire göç etmek zorunda kalanların eleştirilmesi içinde söz konusudur…

Topraklarını satarak büyük şehirlere göç eden halk, köyünde geçinemediğini ve başta eğitim olmak üzere birçok sosyal hizmete sağlıklı ulaşamadığını dile getiriyor. Toprağı ekiyor, biçiyor ama kazanamıyor. Çare’yi de büyük şehirde arıyor…

Kesinlikle eleştirilmeyi hak eden, çok önemli bir konu… Ama çiftçi çözüm bulamıyor… 

Eleştirilir, çünkü bu topraklar bize miras… 

Eğer deden; kanı, canı ile kazandığı toprağını sana miras yani emanet bıraktıysa, o toprak satılamaz… Ancak, o toprağa güzel bakarak, hoş tutarak ondan alacağın mahsül satılabilir… 

Toprağı satma hakkı senin değil… Miras ile sana geçen “hak” diğer bir deyişle “ahlâki yetki” sadece mahsül ile sınırlı!.. Hele hele bir yabancıya satma yetkisi; Haşa!.. Şöyle bir hatırla, dedenin, atanın yaşadıklarını, sonra da tekrar düşün!... “Acaba dedem Arap’a, Katar’a, Suud’a ya da Yahudi’ye toprağını satar mıydı?..”  

Toprağını bugün itibarıyla satmışların, satma sebebi ekonomi… İşte o aynı sebepten tüm millet muzdarip… Zannetme yalnızca ekonomik sorunlar seni vurdu… Anketlere ve araştırmalara göre; sadece halkın %5’i herhangi bir ekonomik kaygı gütmüyor… Lâkin %95’in durumu aynı değil… 

Yani günümüzde toprağa yatırım yapabilecek Türk’lerin oranı bu denli az… Yabancı’ya satışta kanunlaştığına göre; demek ki çıkabilecek alıcı yüksek olasılıkla yabancı… Bu arada toprak alımları yapan küçük bir miktar hissesi Türk ortak ile kurulmuş yabancı şirketlerin peydahlandığı konuşuluyor.

Şunu unutmayalım!.. Köyden şehire bunca göçün ardından haliyle sebze üretimi çok çok az. Ve yavaş yavaş sebze, meyve bulmak pahalılaşıyor, zorlaşıyor. Baksanıza devlet bu konuya el atmak zorunda kaldı… Tanzim pazarlar kuruldu… Çünkü artan çiftçilik maliyetleri kadar, yetersiz üretimde fiyatları yükseltiyor… 

Yetersiz üretim, bundan sonra da fiyatların yükselmesini sağlayacaktır. Beslenme ihtiyacımızı karşılamak, her geçen gün biraz daha zor olacak… 

İşte tam da bu sebeple topraklarımızı satamayız! Hele hele yabancıya hiç satamayız!..

Şu çok net görünüyor ki! Kısa süre içinde, ben diyim 3, sen de 5 yıla kalmaz “köylümüz, çiftçimiz” çok ama çok değerlenecek… 

Beslenmeden yaşayamayız… Sağlıklı beslenmeden de, çok uzun yaşayamayız… Demek ki sağlıklıca toprağını ekip, biçebilenlere doğru sermaye kısa süre içinde el değiştirecektir. 

Bu durumda topraklarınızı garip İsrail ilaçları ile zehirlemekten vazgeçin… Ecüş, bücüş İsrail tohumları ile ithal mazot ile ithal traktör parçası ile yabancı gübre ile “Yerli” diyebileceğiniz sebze, meyve, tahıl yetiştiremezsiniz. Buna milli gıda damgası vuramazsınız… Milli Coğrafi İşaretleme (Cİ) yapamazsınız… 

Bu milletin efendisi sizsiniz… Ve Efendi tavrı; öğrenmeyi, bilinçlenmeyi ve tekrar öğrenmeyi gerektirir…

Haklısınız, olayların bu duruma gelmesinin sebebi siz değilsiniz… 

Ama bu sorunu çözebilirsiniz…